Hibe edilen haram kazancı kabul konusunda mezhepler ne diyor?

YORUM | AHMET KURUCAN

(Fıkıh-ahlak birlikteliği-5)

Bu hibe meselesinin iki tane boyutu var. Biri ahlaki ve dini diğeri ekonomik. Bu noktada denge sağlanmak zorunda. “Bir tarafa ağırlık verilmesi durumunda ya gevşemeler oluyor ya da yasaklamalar.” Her ikisi de insan ve toplum hayatı için sakıncalı.

Fukaha cevap aradığımız soru özelinde zat ve sıfat ayırımı yaparak ikili bir tasnif yapmışlardır. Domuz, alkol vb. Müslüman için zatı itibariyle haram olan malların kazançları da haram; kumar, karaborsacılık, rüşvet ve gasp gibi yollarla elde mal/kazanca da vasfı itibariyle haram demişlerdir. İlki Müslüman adına ekonomik kıymet ifade eden mallar olmadığı için bunlardan elde edilen gelir üzerinde tasarrufa ittifakla caiz değil derken ikinci yolla kazanılan mal ve kazancın tasarrufunda ihtilaf etmişlerdir.

İhtilafın temel gerekçelerine baktığımızda karşımıza çıkan manzara bugün bizim iç içe olduğumuz manzaradan farksız ve hemen hepsinin geldiği nokta helal-haram hassasiyetinin kaybolması. Bunun için ortaklaşa kullanılan kavram da “fesad-ı zaman”. Hukuki düzlemdeki izahlarını da sahih, fasit ve batıl akit ayırımı içinde ele almıştır fakihler.

Fukahanın yaptığı bir başka tasnif hibe edilen malın/kazancın ne kadarının haramdan olduğu başlığı eksenindedir. Bunu malının çoğunluğu haram olan, çoğu helal azı haram olan ve ne kadarının helal ve haram olduğu bilinmeyen kişilerle muamele alt başlığı ile incelemişler ve hükümlerini de ona göre vermişlerdir. Kısaca ifade edeyim; malının çoğunluğu haram olan kişilerle muamelede – ki hibelerini almak da buna dahil – Hanefiler ve Şafiiler mekruh derken, Malikiler caiz değil, Hanbeliler ise fetva ve takva açısından değerlendirmişlerdir. Malının çoğu helal olan kişi ile muamelede fıkhi terimle şâz diyebileceğimiz bazı görüşler olsa da genelde bütün mezheplerin görüşü yapılabileceği istikametindedir. Üçüncü grupta yer alan malının ne kadarının haram veya helal olduğu bilinmeyen yani şüpheli olan kişilerle muamelede ise Hanefiler şüphe üzerine hüküm bina edilemeyeceğini dolayısıyla bu kişilerle muamelenin caiz olduğunu söylerken, Şafiiler ile Hanbeliler aynı şeyi tekrar eder ama “terkinin evlâ” olduğu kaydını da koyarlar. Malikiler ise muhatabın bu durumu bilmesi halinde caiz değil bilmemesi halinde caiz olacağını söylerler.

“Mezhepler bu konuda ne diyor?” sorunuzun cevabı bu. Gördüğünüz gibi fukaha alabildiğine geniş bir çerçeve içinde meseleyi ele almış ve hükme bağlamış. Bu görüşleri tartışmaya açmak, delillerini teker teker masaya yatırmak okumakta olduğunuz makalenin sınırlarını aşar. Kaldı ki bu satırların yazarının söz konusu bu içtihadi hükümlere Müslümanların bir zamanlar uyguladığı ve bugün büyük çoğunluğu itibariyle hukuk tarihinin konusu olan hükümler olarak baktığını bu köşenin daimi takipçileri biliyor. Onun için soruya cevap sadedinde bununla iktifa edip dile getirdiğim görüşü tekrar edeyim: Haksız kazanç kategorisi içine giren gelirlerin Müslümanın hayatında yeri olmamalıdır. Müslüman Peygamber Efendimizin beyanı ile elinden ve dilinden emin olunan insandır. Dün dünkü Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen bu hedef bugün bizler yarın da bizden sonrakiler tarafından gerçekleştirilmeli ve hayata taşınmalıdır. Bir ütopyadan bahsetmiyor Allah Resulü. Bir hedef koyuyor bizler adına ve kendi döneminde hayata taşınan bir hedef bu. “Bir zamanlar biz de…” öykünme ve övünmeleri bize bir fayda sağlamıyor. Hamasetle, hissiyatla bir yere varılmıyor ve hayat mazide yaşanmıyor.

Bütün bunlara rağmen hali pürmelalimiz de meydanda. Onun için diyorum ki: Müslüman siyaset, ticaret, hukuk vb. hayatın her alanında ahlaksızlığın zerresine yer vermemelidir. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir Peygamberin bağlılarına yakışan budur. Bütün insanlığın gerek akli yetileri gerekse tecrübeleri ile elde ettikleri ortak evrensel ahlaki değerler ve standartlar ortada. Kaldı ki bu değerlerin inşasında ve standartların belirlenip hayata taşınmasında Müslümanların da rolü çok büyük. Şimdi kendisinin de katkısı bulunduğu bu süreçten Müslüman kendini dışlamamalı. Ruhsuz şekil şartlarını merkeze koyup ahlakı devreden çıkartmamalı, o evrensel ahlaki değerleri de hukuki hükümlere yansıtmalı ve hayata taşımalıdır.

Bir önceki yazımda dediğim gibi sorun radikal, çözüm de radikal olmak zorundadır. Onun için bir zamanlar hukukçuların yapmış oldukları dini, hukuki, ahlaki ayırımı içinde ele aldıkları içtihadi yaklaşımları bir kenara koymalı ve yeni içtihadi hükümleri kendi içinde yaşadıkları zamana göre inşa etmelidir. Kaldı ki sosyal yardımlar kesilmesin düşüncesiyle ekstra kazancını bildirmeme sorusu üzerinden konuşacak olursak hukuk zaten bunu hükme bağlamış. Suçtur demiş. Tespit edildiğinde cezai müeyyide öngörmüş.

Son olarak Hocaefendi’nin 1990 yılının 24 Kasım’ında Amerika’dan Türkiye’ye dönüşte uğradığı Hollanda ya da Almanya’da yaptığı bir konuşmaya değineceğim. Bir sonraki yazımda inşallah.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

8 YORUMLAR

  1. Abilerin aracı olarak insanların tecrübesizliğinden istifade ederek bir esnafla iş tutulmasına sebep olması ve neticesinde işin hiç te göründüğü gibi olmadığının ortaya çıkmasına ne demeli. Bu kazanç haram değil mi?

    Not eğer bu yayınlanmazsa sizler de bunlarla işbirliği yapıyorsunuz demektir. AKP deki haramilereden hiç bir farkınız yok demektir.

  2. Bir okul. Havuz medyası fethedilmiş karakol gibi girmiş çekim yapıyor. Okulun bir tiyatro-toplantı salonu var ki, öylesini Osmanlının son döneminde Anadoluda açılan Amerikan kolejlerinde bile bulamazdınız. Sonra şu üst katlar. Okul, ama üst katında böyle baya bildiğin kerli ferli, hani VIP dedikleri cinsten misafir ağırlama odası, mutfak, dinlenme odaları, büyüüüük büyük abiler için. Öğrenci evi olacak hali yok sonuçta.
    Bilemiyorum tabii fıkıhçı abiler bu okulları, devasa gazete binalarını görmediler mi, gördülerse bizim bu kadar zengin olamamız gerekir, olsak bile sarf edilecek başka yerler olmalıdır gibi bir fıkhi mütalaaları olmadı mı, yoksa itibardan tasarruf olmaz hükmünce hamdolsun mu dediler?

    • Allah zulmetmez, tabii ki dönüp kendimize bakmamız lazım. Bu belirttiğinizde su-i zanlar bulunsa da ben görmedim ama gerçekten öyleyse, doğru tespitler var demektir. Ama oraya bakmadan önce hiç kendi geçmişinize şöyle bir göz attınız mı? Ben kendi geçmişime bakıyorum da….

      • Kendime bakiyorum tabii ve orda zurnanin son deligini görüyorum. Kendi acimdan elestirebilecegim pek cok sey bulabilirim, herkes bulabilir, ama bunlar umumu pek ilgilendirmeyecek kadar kücük seyler olur. Benim icin büyük olmasi gerekse de.

  3. Ahmet Kurucan bey, hocam,

    Masaya oturdum, yazınızı gördüm, tıklamayım, şimdi kendimi yorum yazarken bulurum. Cadı kazanı derler de, biz hayır murad ediyoruz, Hayrkazanında buldum kendimi kısaca şu an, yorum yazarken buldum bir solukta okuduğum yazınızın ardından. Yazınız için teşekkür ederim.

    “Sorun radikal, çözüm de radikal olmak zorundadır. Onun için bir zamanlar hukukçuların yapmış oldukları dini, hukuki, ahlaki ayırımı içinde ele aldıkları içtihadi yaklaşımları bir kenara koymalı ve yeni içtihadi hükümleri kendi içinde yaşadıkları zamana göre inşa etmelidir.”

    şeklindeki açıklamanız konunun özeti. Sorunun varlığının kabülü çözümin ilk adımı.

    Değerli hocam,

    Bununla birlikte, mevcut durumda “SORUN” kavramının herkesce aynı algılanmadığını müşahede ediyorum, Türk ilahiyat dünyasında. İslam dünyası çapında da sanırım farklı değildir.

    Örneğin, “DEVLETE VERGİ VERMEMEK, VERGİ KAÇIRMAK CAİZ MİDİR?” konusunda Türkiye de, etki alanı da olan bir İlahiyatçının soruya, SORUNA verdiği cevabı aşağıya link olarak veriyorum. Lütfen izleyiniz.

    Devlete Vergi vermemek, vergi kaçırmak caiz midir?
    https://www.youtube.com/watch?v=nwRxmUspxMw&ab_channel=F%C4%B1tratTv

    İzlediğiniz olduğunu düşünerek, devam edeyim. Gördüğünüz üzere önyargılı, klişe kavramlarla, DOĞU dan birisi, batı sistemini sizden farklı ele alıyor. Altmetin okumalarında, vergi vermek adil değildir noktasına getiriyor. Nitekim, buna benzer düşüncelerin yaygınlığı İlahiyat dünyasında çok yaygın.

    Yukardaki linkte, ilgili kişinin cevabına çok yönüyle katılmadığımız ortada. “İslam da zekat vardır, o beni bağlar, diğerlerini yapmazsam yapmam, zaten bunlar beni sömürüyor” şeklinde bir düşüncenin varlığını İlahiyat dünyasında okuyorum.

    Bu nedenle yazdıklarınız çok önemli demiştim. Zira, sizin, bizim, SORUN olarak algıladığınız hususlar içinde bir sorun da bu yukarıdaki linkte verilen cevabı etkileyen bakış açısının varlığı.

    Bununla birlikte faydalı bir tartışma alanı da açılmış oluyor. Nitekim, bu konularda ilerleyebilirseniz keyifli okur-yazar etkileşimi olur.

    Ramazanda abdest alırken, su yuttum, abdest bozulur mu? türü soruları dinleyen, izahları okuyan insan kitlesi değil elbette okur kitleniz. Bu nedenle, bu entelektüel tartışmayı, bu ortamda, açık bir şekilde, yapmanızı gerçekten isterim. Bizlerinde başlıklar üzerinden ekleyeceği çok şey olacaktır.

    Affınıza sığınarak şunları söylemeliyim. Mümin olmak, basiret sahibi olmaktır. Basirete sahip olan insan küçümsenemez. Lakin, belli ki, bizler gibi ilahiyat dünyasında insanlarda basiret sahibi değiller.

    Yeniden, affınıza sığınarak şu düşüncemi paylaşmak istiyorum, bunu bir noktayla bağlamak amacım çünkü. Benim çoçukluk yıllarımdan beri gördüğüm, en başarılılar memleketin, tıp, mühendislik gibi sayısal alanlara, sözelde siyasal, hukuka giderdi. İlahiyat bunların dışında, kıyı da kenarda kalmış gibi olurdu, zaten oraya belirli bir idealist yaklaşımla gidilmesi gerekirdi.

    Bu bir paylaşımdı adeta, ilahiyat alanını bir tarafta, diğer eğitim alanlarını bir taraf sayarsak, bu iki taraf birbirlerine karışmadan yaşayıp giderdi. Bir ilahiyatçı, bi tartışma da; bir ekonomiste, bir fizikçiye bilmem bir başka alandaki akademisyene, siz daha iyi bilirsiniz elbette diye söze başlar, meseleyi kendi cephesinden ele alırdı. Kırmazdı taraflar birbirlerini.

    Zaten, eski vesayetin korkusuyla, tartışmalı-yasak alanlarda bir şekilde bilindiği için, sürekli tavuktan kurban olur mu tartışması gibi kamuoyu önünde rutine binmiş konkularla ilahiyat dünyası kamuoyunda görünür olurdu. Kısaca, hatırları kırılmazdı iki tarafında. Hocam der saygı duyar, ahirete endeksli açıklamaları keyifle izlenirdi. Onlarda, görünür alanda, kamuoyu önünde, sistemin özüne yönelik bir yorum getirmez, devam edip giderdi bu yaşam tarzı.

    Şerden hayır çıkacaksa eğer, ilahiyat dünyası açısından gözlemleyebildiğim şey, 28 Şubat dönemi katsayı problemiyle önleri kesinlen insanların önlerinin kesilmesi, ancak ilahiyata gidebilmeleri mümkündü. Hukuk, siyasal vb popüler alanlara gidebilecek potansiyeldeki insanlardan, zeki insanlardan ilahiyata 90 ların sonları 2000 lerin başında çok kişi girdi. Bu da bir gözlemim. O insanların, muhakkak bir farkındalık oluşturacağına yönelik bir ümüdim de var.

    Kastım, yermek değil, bir durum tespiti. Yani tespitim, ilahiyat alanında yaşlı olan insanların, genç olanlara göre, nitelik olarak düşük ollduğunu düşünenlerdenim o nedenle. Hatam varsa düzeltiniz. Tashih edeilirsinizde. Daha zeki insanların daha sonrai zamanlarda girdiğğini düşünenlerdenim. AKP ile sonradan yine bozuldu bu durum orası ayrı.

    Ancak, işte Akp nin etkisiyle birlikte, özellikle, son 10 yılda, ilahiyat alanı görünür olmaya başladı. İlk defa birbirine saygı duyan ve işine karışmayan akademik ilahiyat dünyası ve diğer akademik bilimler karşı karşıya gelmeye başladı.

    Yukarıdaki linkte de gördüğünüz üzere, ilahıyatçılar, kapitalist ekonomi yorumu yapıyor, vergi konularına cesaretle giriyor, oradan fetvalar bile çıkarabiliyorlardı. Hatırlarsınız, önceki yorumlarda da zaten, bir ilahiyatçının sahaya inmesi gerektiğini söylemiştim. Ama malasef, bu bahsettiğim türde ilahiyatçı dünyanın sahaya inmesi, ilahiyat dünyasının en bilginlerini, akademisyenlerini de tanıma imkanı verdi.

    Dikkat ederseniz, bir çeşit hüküm vermeye başladılar. Yukarıdaki linki de bu nedenle örnek olarak gördüm. Kapitalist sistem deyip, klişe bilgilerin etkisiyle, bir tanım yapıp, sonucu, İslamda sadece zekat var, başka vergi yok noktasına getirip, vergi bu kaldırılır indirilir, buna uymak zorunda değilsiniz, zaten zengin vermiyor fakir veriyor bağlamında hareket ederek, aslında vermeseniz de günahı yok noktasına getiriyorlar. Ancak, bu kanaate ulaştıran bilgileri yetersiz. Yani konunun cahilidirler.

    Bu nedenle, sizin bu yazınızı değerli buluyorum. Ancak, bunun yanına işte yukarıdaki çarpık durumu da, işin 2. tarafını da eklemek istiyorum.

    Yani, siz, varolan duruma entegre üzerinden yaptığınız açıklamaları, bir başkası o sistemin varlığını kabul etmeden, yok sayarak yapıyor.

  4. Cemaat ilahiyatçılarına fetva sor,o sana takvayı anlatsın!
    Fetvada “evet caizdir hayır caiz değildir” vardır. Bize ne “anayasa mahkemesinin gerekçeli kararı”ndan!
    Aynı şeyi hikmet.net sitesinde de görüyoruz.
    Sündürdükçe sürdürüyor, sonra da olayı takvaya bağlayıp kenara çıkıyorlar.

    **

    Bilmiyorum, yazarlar yazılarının altındaki yorumlar okuyor mu?
    Cemaat basit avam insanlara hitap edemediği sürece topluma, dünyaya genel bir açılım yapamayacak, yapamadı da!
    Kim takar bilmem hangi üniversitede hizmet ile ilgili yapılan doktora çalışmalarını!
    Hocaefendi’nin halka açılması cami vaazları ile değil rahmetli M. ALİ Şengül abinin (rahmetullahi aleyh) teşviki ile olmuştur. A. A bey sadece akademi çalışmaları ile hizmet olduğunu zannededursun…
    Akademi zihniyeti cemaati kurumsallaştırdı.(değerlerin kurumsallaşması- okulsuz toplum, ivan ilich’i okumanızı şiddetle tavsiye ederim)
    Toplumun/Toplumların kahir ekseriyeti okumaz, Evliya menkıbeleri üzerine bindirilmiş nasihatlerı dinler.
    TRT modundaki TV ve radyoları dinlemez izlemez. Arabesk tarzındaki “şeyhimin köyüne varamadım”ı dinler coşar, ağlar yeri gelir onunla düğünde göbek atar.
    Biz de din hissi heterodoksidir. Neyse çok uzattım…. Özünden de koptu.
    Son olarak zaman gazetesi halka hitap etmez posta gazetesi gibi meydan, bugün gazeteleri halka hitap eder.

    • Mehmet Ali Şengül abinin kahvehane sohbetlerinin başlamasındaki teşvikini eksik yazmışım. En azından ben böyle biliyorum. Hiç olmazsa rahmetliyi yad ettik.

  5. Bu yazı serisini hiç okumadım, ilgimi çekmemesinden ziyade, başlığı her okuduğumda ” Hak davaya batıl yollarla hizmet edilmez” düsturunun aklıma gelmesiydi.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin