Haysiyet fukaralığı

KONUK YAZAR | MEHMET ALİ ÖZCAN

Dünyanın kendisine emanet edildiği ve şuur sahibi olan tek varlık insandır. Bu özelliği ile insan, diğer varlıklardan farklıdır. Ayrıca, hemcinsleri arasında, sahip olduğu şuur duygusunun oranına göre insan, farklılığını ortaya koyar. Fert, şuurunun gerektirdiği şekilde, mesuliyet duygusunu ortaya koyduğu oranda insandır.

Allah, insanı dünyaya aynı zamanda imtihan için gönderdiğinden, mesuliyet şuuru da imtihan gerektirir. Adil-i mutlak olan Allah, insanı bilgisi oranında imtihana tabi tutar. Aydın konumunda bulunanlar da bu imtihandan geçer ve insanlara gerçekleri gösterdikleri oranda başarılı olup imtihanı kazanırlar.

Uluğ Bey, bir âlim olmanın yanı sıra, Türkistan tarihinin önemli bir devlet adamıdır ve ne yazık ki, oğlu tarafından tahttan indirilip öldürülür. Yeni hükümdar, sırtını bilimden uzak, hatta düşman olan bir kesime dayar. Bu kesim, mutaassıp ve kendi düşüncelerinde olmayanlara hayat hakkı tanımayanlardan oluşmaktadır.

Uluğ Bey’in öldürülmesi ile talebelerinden Ali Kuşçu ve Molla Muhyiddin için imtihan süreci başlar. Molla Muhyiddin için hayat, Ali Kuşçu için prensipler ön plandadır.

Yeni dönemle ilgili olarak Molla Muhyiddin, “Bu gidişatın önünde durulamaz. Boş yere risk almanın gereği yok.” yorumunu yapar ve pragmatik bir yaklaşım sergileyerek, yeni hükümdarın yanında yerini alır. Yani zalimle uzlaşmak suretiyle hayatını kurtarmaya çalışır. Arkadaşlarını ihbar etmekle kalmaz, kazandığı ilmi ve yaptığı çalışmaları inkâr eder. Bunun karşılığını da yönetime yakın olmak suretiyle alır.

Ali Kuşçu, bu düşüncenin ahlaksızca olduğunu söyler ve sonuna kadar ilmin haysiyetine bağlı kalır. Bunun karşılığı olarak da hapse atılır, zulüm görür ve ölümle tehdit edilir. Bütün bunlara rağmen vermiş olduğu kararın arkasında durarak şerefini kurtarır ve vicdanen rahat olur. Bin bir sıkıntı yaşasa da iç huzuru tamdır.

Molla Muhyiddin, hayatını kurtarmıştır ama huzurlu değildir. Yeni yönetim de, onun bu zaafını sonuna kadar kullanmaya kararlıdır. Onaylaması için her gün önüne yeni kararlar çıkartılır. Bir kere ölmeyi göze alamayan Muhyiddin, her karar da tekrar tekrar ölür. Bir yanlışa, “evet” diyerek düşmüştür ve kalkmayı beceremediğinden her seferinde daha da batarak alçalmaktadır. Nihayet, yaşadığı iç çatışmalarından dolayı aklını yitirir.

Ali Kuşçu, dik duruşuyla düşmanlarının bile saygısını kazanır. Bu tutumuyla da bazı insanların muhasebe yapmasına vesile olur. Bu insanlar, hayatlarını tehlikeye atarak kendisine yardım eder ve yakılma kararı çıkartılan Uluğ Bey Rasathanesindeki önemli kitapların kurtarılmasını sağlarlar. Zindandan kurtulan Ali Kuşçu, bir süre sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’a davet edilir. Böylece çekmiş olduğu sıkıntıların karşılığını dünyada da alır.

Hiçbir şey elbette kıyamete kadar sürüp gitmez. İnsan, talihli ise geçmişte yaptıkları ile baş başa kalır ve gerektiği gibi muhasebe yapar. Geçmişte, yaptıkları ile ya kazanan ya da kaybedenlerden olma yoluna girer insan. Şerefli bir ad, temiz bir vicdan veya kirlenmiş bir adla beraber utanç…

Ali Kuşçu’nun adı, günümüzde hala saygıyla anılıyorken, Molla Muhyiddin’i tanıyan, bilen kaç kişi var? Nedir peki Ali Kuşçu’yu hayırla yâd edilenler arasında sokan şey? Âlim olması mı, yoksa ilimle elde ettiği haysiyeti ortaya koyması mı? “İlim” diyenlere söylenecek tek söz var: “Molla Muhyiddin de alimdi…”

Tarihin tozlu sayfalarına bakıldığında buna benzer çok sayıda örnek görebilirsiniz. Evet, ne yazık ki, her zaman ilimle, ilim haysiyeti bir arada olmuyor. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de birçok ilim adamı küçük hesaplar peşinde koşuyor ve güç sahiplerinin oyuncağı oluyorlar.

Her ne kadar, iktidar sahiplerinin ilme ve ilim ehline saygılı olması gerekse de bu, çok ender görülen davranışlardandır. Her şeyden önce ilim ehli, başkalarından saygı görmek yerine, bunu kendisine uygulamalı ve saygı görmeyi hak etmelidir. Bu hakkı kaybedenler, kendilerini birilerinin maşası veya oyuncağı olmaktan kurtaramazlar. Onlar, kendi yaktıkları ateşte yanmaya mahkûm ve zaaflarıyla besledikleri problemler tarafından öldürülecek zavallı insanlardır.

Ali Kuşçu ve Molla Muhyiddin’in yanı sıra “her devrin adamı” diyebileceğimiz tipler de vardır. Onlar, her geleni över, her gidene de söverler. Aynı sözleri ve yalakalıkları, değiştirip değiştirip son gelen için kullanırlar. Önemli olan, övgüler düzülen kişinin o vasıflara sahip olması değil, kendisinin kazanımlarıdır. Kazanım denilen şey de, nasıl olursa olsun adının duyulmasıdır.

Tarih, geçmişte yaşayan insanların kiminden övgüyle bahsederken, kimilerini de lanetler. Ziya Paşa, bu tipleri şu beyitle tarif eder:

Bevval-i çeh-i Zemzemi lanetle anar halk

Sen Kâbe gibi kendini hürmetle benâm et

(Zemzem kuyusuna bevleden insanı bütün halk lanetle anıyor; sen ise hala kendini Kâbe gibi hürmetli san, kendi kendine hürmet göster.)

Eski devirlerin birinde bir bedevi, meşhur olmak ve herkes tarafından tanınıp, dünyaya adını duyurmak istemiş. Ama kabiliyetsiz ve beceriksizin biri olduğundan, hiç bir hususta kendini insanlara kabul ettirememiş. Sonunda, Zemzem kuyusunun başına gidip içine bevletmiş. Böylece ünlü olmuş. Ancak daha sonra adı yine unutulmuş ve “bevval-i çeh-i Zemzem” yani “Zemzem kuyusuna bevleden” sıfatıyla anılmış.

Türkiye’deki medyanın neredeyse tamamı AKP’nin, dolayısıyla da Erdoğan’ın kontrolünde. Orada arz-ı endam edenler de “bevval-i çeh-i Zemzem” veya Molla Muhyiddin gibi davranmak zorundalar. Nitekim bunu her gün müşahede ediyoruz. Gündeme oturmak ve reyting almak uğruna, yaşanan kepazeliklerin haddi hesabı yok.

Haberin yalan çıkması veya söylenen şeylerin ilmi değerinin olmaması, onlar için bir şey ifade etmez. Varsa yoksa iktidarın düşman ilan ettiği kişilere saldırmak, koyun yerine konulmuş olanlara da bir tutam ot vermek… Nitekim bunun karşılığını da almaktadırlar. Eskiden bu işi ilim ehli ve imamlar yapıyorken, günümüzde bu kervana iş adamı, gazeteci, sanatçı, sporcu ve hatta mafya babaları dâhil oldu.

İşte bundandır ki, Anadolu’da yaşayan insanlar, her gün yeni bir algı operasyonuna maruz kalıyor. Zaten araştırma ve düşünme gibi hasletlerden uzak olan toplum böylece daha fazla sömürülüyor. Bir kısır döngü haline gelmiş olan bu durum, yakın zamanda çözüme kavuşturulacak gibi de görünmüyor.

İlim haysiyetine ve düşünceye önem verildiğinde, bir toplumun neler yapabileceğini daha önce Doğu, şimdilerde ise Batı medeniyeti ortaya koymuştur. Yeniden bir diriliş veya medeniyet kurma projesinin yolu, yöntemi bellidir. Hamasi söylem, yalan, yalakalık, haysiyetsiz tutum ve davranışlarla dünyada bir süre saltanat sürdürmek mümkündür ama onun da bir sonu vardır.

Görünen köy kılavuz istemez; Türkiye’nin hali ortada… Madem şu anda ülkemize faydamızın dokunması mümkün görünmüyor, o halde yaralarımızı saralım ve bekleyelim. Zamanı gelince, Türkiye’nin ve Anadolu halkının yaralarını sarmak üzere, şimdiden kendimizi yetiştirmek suretiyle hazırlık yapalım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin