Haydin Cihada! [Faik Can, yazdı]

Cihad ve mücahid son zamanların en çok tüketilen kavramlarından. Bu biraz da tamamen dünyalık hesaplarla yaptıkları siyasi mücadelelerini saf yığınlara cihad olarak yutturan münafık politikacıların eseri. Boynuna taktığı dantelli salon perdesini kefen sanıp yollara döküleninden tut, ata binip Hollanda’yı fethe niyetlenen müptezele kadar geniş bir yelpazesi var mücahidlerin! Bir gün Osmanlı tuğrası önünde çektirdiği fotoğrafı, bir başka gün elindeki içki kadehini, başka bir zaman da camide dua edişini sosyal medyada paylaşan sokak serserilerine mücahid deniyor şimdilerde.

Büyük çoğunluğu namaz bile kılmayan, her türlü ahlaki güzellikten mahrum, aklı gözünde, beyni göbeğinin altında zavallı tipler bunlar. Bu kurusıkı dava adamlarının konuştukları zaman, ne içtiklerini, nereden beslendiklerini anlamakta zorlanıyoruz. Dağarcıklarındaki birkaç yüz kelimeyi de hakaret, galiz küfür, iftira ve yalanda tüketiyorlar. Bahse konu bu tiplerin ekseriyeti, cesaretlerinden olsa gerek cihadlarını (!) gerçek isimleriyle değil, daha çok maskelerin ardından sürdürüyorlar!

ANADOLU’NUN BİRİKİMİNİ YOK EDİYORLAR

Yaşananlara bakınca, Türkiye’yi on beş yıldır yöneten kadronun Anadolu’nun yüz yıllar boyunca biriktirdiği her türlü ahlaki erdemi yok etmeyi kendine misyon edindiği görülüyor. Merhametli, hoş görülü, misafirperver, mazlumun hamisi bilinen Anadolu insanı, şimdilerde menfaatperest, cahil, nobran, kaba ve her türlü ahlaksızlığı alkış tutmaya teşne garip bir topluluğa dönüştü. Ahlaki yozlaşma toplumun her kesimini etkisi altına aldı. Bu yozlaşmadan İslam’ın önemli değerlerinden olan Cihad kavramı da nasibini aldı. Dini siyasete alet edip bütün değerlerini itibarsızlaştıran malum ekip, Cihadı da mücahitliği de yerle bir ettiler.

Oysa ki Allah yolunda cihad, Kur’an’da en çok bahsi geçen salih amellerden biri, bu yolun yolcuları da Cenab-ı Hakk’ın en çok övdüğü bahtiyarlar. Kendi şartları içinde, zarurî hale gelince vatanı, milleti, ırzı, namusu ve insanlığı korumak adına düşmanla savaşmak, cihadın yüzlerce çeşidinden bir tanesi sadece. Bugün sözde cihad adı altında dünyanın pek çok bölgesini kana bulayan haydutların yaptıkları ise cihadla uzaktan yakından alakası olmayan, kahrolası bir terör faaliyeti. Öyleyse cihadın ne olduğunu bir kere daha gözden geçirmekte fayda var.

CİHAD: NEFİS İLE SAVAŞMAK

Cihada esasında “mücahede” de deniliyor. Lügatte, her hangi bir işte güç ve takatini tam olarak ortaya koymak olarak tanımlanıyor. İşin ehli olan gönül erbabı ise mücahedeyi,  iradenin hakkını vererek nefis ile sürekli savaşmak ve onu yenebilme yollarını araştırmak olarak tarif ediyorlar. Bedenin istekleriyle dinin emirleri çakıştığında tercihi her zaman dinden yana kullanmak da mücahedenin olmazsa olmazlarından.

Bugün cihad denince pek çok insanın aklına gelen “düşmanla savaş” ise hadis-i şeriflerde “cihad-ı asğar-küçük cihad” olarak tarif edilmiş. Nefse karşı verilen savaşa ise “cihad-ı ekber-büyük cihad” deniyor. Küçük cihad zaman zaman, belli şartlarda, belli insanlara farz olmasına mukabil büyük cihad, bir ömür kesintisiz sürecek ve her Müslümana farz ciddi bir mücadelenin adı.  Nefis, şeytan ve her türlü kötü ahlâka karşı ortaya konan; hatta iman, ibadet ve güzel ahlâk duygusunu yerleştirme amacındaki gayretlerimizin bütünü “cihad-ı ekber” olarak kabul ediliyor.

Cihad-ı ekber veya mücâhede nefsin çirkin ve sevimsiz isteklerine, şeytanın sinsi vesveselerine, cismaniyet ve bedenimizin aşırı arzu ve ‘dayatma’larına karşı birer iradeli varlık olduğumuzu ortaya koymaktır. Bu aynı zamanda varoluş gayemize, fıtratımıza ve Cenab-ı Hakk’ı bilmeye, sevmeye müheyya olarak yaratılmış “latife-i Rabbaniye”ye karşı da saygılı olmamızın gereğidir. İşte bu mânâda bir cihad, cihadların en büyüğüdür. Bu savaşı veren ve başarılı olan insan, Allah nezdinde de büyüklerin arasında yerini alır.

cihat spot

NEFSİ ALIŞKANLIKLARDAN KESMEK

Büyük cihadı sürdürmek oldukça meşakkatli bir iştir. Nefis ve bedenin arzularına her seferinde başkaldırıp hayatını rızâ hedefli, ihlâs yörüngeli ve ibadet ü taatle dolu olarak devam ettirmek, düşman hattında, gülle, bomba altında hasımlarla yaka-paça olmaktan daha zor olsa gerektir. İşte böyle bir zorluktan ötürü Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), bir gazâdan dönerlerken ashabına: “Küçük cihaddan büyük cihada döndünüz.” buyurmuştur. Bir başka hadislerinde de “Gerçek mücâhid, Allah rızâsı yolunda kendi nefsiyle mücâhede eden kimsedir.” tembihiyle, hakiki cihadın ne olduğunu anlatmıştır.

Mücahedenin esasını, çocuğu sütten keser gibi, nefsi alışkanlıklarından kesmek ve onu her zaman arzusunun hilafına sevk etmek teşkil eder. Nefis insana genelde iki yoldan tesir eder: Şehevi arzuların peşinden koşturmak ve ibadet ü taatten uzaklaştırmak. Nefsin bu telkinleri hiç bitmeyeceği için, onunla savaş da süreklidir. Nefis, hevâ ve heves atına binip serkeşlik etti mi, ona takva dizgini ile gem vurulmalıdır. Allah’ın emirlerini yapmakta ayak dirediğinde de onu isteklerinin aksine sevk etmek gerekir.

İmam Kuşeyrî insanın önemli kayma noktalarından biri olarak şunu söyler: “Nefsani felaketlerin anlaşılması en zor olanı, bir insanın halkın kendisini methetmesinden zevk almasıdır (hubb-u cah). Hubb-u cah şarabından bir yudum içen, gökleri ve yeri kirpikleri üzerine yüklemiştir (büyük bir manevi yükün altına girmiştir). Hubb-u cahın alameti, bu şarabı içmediği ve halk tarafından alkışlanıp övülmediği zaman insana tembellik ve gevşeklik halinin arız olmasıdır.”

İNSANIN ZİNDANI

Bir hak dostu, nefsi insanın zindanı olarak tanımlar ve devamında, ebediyyen rahat yaşamak isteyenin o zindandan çıkması gerektiğini ihtar eder. Mana âleminin büyüklerinden Serî es-Sakatî de nefsin maskarası olmamak için “Gösteriş budalası zenginlerden, okudukları Kur’an ve mevlitleri ticaretlerine vesile yapan kurralardan ve devlet adamlarının yamacısı ulemadan uzak durmak” gerektiğini söyler.

Beş vakit namaz konusunda nefsine söz geçiremeyen, eline Kur’an alıp okumakta tembellik gösteren, dili zikre dönmeyen, nefsin her istediğine “eyvallah” deyip ipini onun eline veren ama iş konuşmaya, sosyal medyada ahkâm kesmeye gelince mangalda kül bırakmayan birinin mücahidliğine değil mürailiğine hükmedilir. Allah ve Resûlü’nün muradına uygun mücahede yapmak isteyen her kes öncelikle, kendi iç dünyasını temizleyip orada manevi ahengi tesis etmelidir.

İmanla belli bir hedefe doğru yönlendirilmeyen, İslâmî ruhla disipline edilmeyen, ihsan duygusuyla derinleşmeyen insanların ne dava adamı olmaları, ne de söylemlerinde ve davranışlarında tutarlı kalmaları mümkündür. Zavallılıkları paçalarından dökülen sokak serserilerinin haline bakıp aynı vartalara düşmemek için azami gayret sarf etmek gerekiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin