Hatırdan satıra 1

YORUM | AHMET KURUCAN

Kitabı yayınlanması için yayınevine teslim ettiğim tarih 21 Temmuz 2021. Yayınlanması 2023 Temmuz’unda oldu. Demek ki nasip bugünlereymiş.

Yıllar önce planlamıştım böylesi bir kitap yazmayı. Başladım da. İki dosya açmışım konu ile alakalı bilgisayarımda. İlkinin adı: “Hatıralar Ummanında.” İkincisinin ise “Hatıralar Unutulmadan.” İkisini de bitirmeye muvaffak olamadım. Neden mi? Tembelliğimden. Zamanı iyi kullanamamdan. Gündelik işlerin yoğunluğundan. Vefasızlığımdan. Hangisi? Bence hepsi ve daha şu an aklıma gelmeyen başka nedenlerden.

Neden bahsediyorum? Yeni yayınlanan kitabımdan. Adı: “Hatırdan Satıra 1” Alt başlığı ise “1985-1988 Yılları Hocaefendi ile Talebelik Yıllarım.” Aslında ben alt başlığı kitap başlığı olarak düşünmüştüm. Öyle de söyledim yayınevine. Ama yayınevi Hocaefendi’ye böylesi bir kitap yayınlanacakları söylediklerinde kitap ismi olarak Hatırdan Satıra olsun demiş. Çok da güzel olmuş. İsim ile müsemma aynı yerde buluşmuş. Zarf ile mazruf iç içe girmiş. Gerçekten hatırlarda bulunan hatıraların satırlara dökülmesine çalıştım bu eserde.

3 yıl boyunca 24 saat birlikte aynı mekanı paylaştık biz Hocaefendi ile. Tefsir, fıkıh, hadis, kelam, tasavvuf dersleri aldık bir grup İlahiyat mezunu ve talebesi arkadaşlarımla birlikte. Mücelledlerle kitaplar okuduk. Birlikte gülüp birlikte ağladığımız zamanlar oldu. Peynirli poğaçalar ve bir demlik çayla beraber gece yarısı başlayıp sabah namazlarına kadar devam eden  muhabbetler yaptık zaman zaman. İzmir’den İstanbul’a, Balıkesir’e, Edremit’e, Eskişehir’e, Kütahya’ya, Erzurum’a kara yolu ile yolculuklarda bulunduk. Tercan’da, Akdağmadeni’nde kamyon benzinliklerinde çay içtik, Susurluk’ta tost, Uluabad’da alabalık yedik. Düğünlere katıldık, cenazelere iştirak ettik ve daha neler neler. Hayatın tabii seyri içinde bir insanın hayatında yaşayabileceği birçok şeyi birlikte yaşadık ve sözün özü yüzlerce hatta binlerce hatıramız oluştu.

Bu hatıraların benimle beraber mezara gitmesine gönlüm razı olmadı. Malum, “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” derler. İşte bu nisyan deryasına gark olmamak içindi zamanında aldığım notları yazmaya karar vermiştim nice zaman önce ama dediğim gibi başlamama rağmen bitirememiştim. Bu defa Allah nasip etti, bitirdim.

Pekala neydi beni motive eden? Neden bu hatıraları kaydetmiştim ve neden kitap sayfaları arasına döktüm? Bir devre damgasını vurmakta olan tarihi bir şahsiyetin yanında kaldığımın bilinci içindeydim. Bu şahsiyetin doğru bir şekilde tarihe mal olması, hem bugün hem de yakın ve uzak gelecekte çeşitli açılardan değerlendirmelerde bulunacak olan kişilerin eline sahih bilgilerin verilmesi ile olacaktı. Bunun için vakanüvislik kabilinden bile olsa bunun yapılması şarttı.

Şöyle anlattım bunu kitapta: “İbni Haldun ‘Tarihçileri ikiye ayırırım’ der. ‘Bir, gerçeği olduğu gibi yazanlar ve iki inanılması gerektiğini yazanlar.’ Gerçeği olduğu gibi yazmak, tarihe malzeme bırakmak, bir insan olarak hakikate karşı en büyük borcumuzdur. İnanılması gerektiği gibi yazmak ise ideolojik bir yaklaşımdır. Tarihi yeniden kurgulamak demektir o. Hakikate karşı saygısızlıktır. Gerçekleri çarpıtmaktır. Otoriter liderlerin, kralların, idarelerin, rejimlerin insanlık tarihi boyunca yaptığı budur.”

Buradan hareketle kendi perspektifime yansıyan gerçeği olduğu gibi yazmayı tercih ettim bu kitapta. İki şey daha yaptım: ortam tasviri ve hemen ardından aktardığım hatıralar adına çeşitli değerlendirme ve yorumlarda bulundum.

Biyografik bir eser değil Hatırdan Satıra. 3 yıllık hayat serüveninden bazı kareler ki bu karelerde hem Hocaefendinin şahsiyetini hem düşünce dünyasını hem de gündelik hayatını göreceksiniz. Bazı karelerde de devrin Türkiye’sinin siyasi, ekonomik, kültürel hayatına damgasını vuran olayların Hocaefendi zaviyesinden nasıl görülüp nasıl okunduğunu.

Eli kalem tutan herkes bilir; zordur Hocaefendi gibi çok yönlü bir insan hakkında değerlendirmeler yapma. Mahruti ve külli bir bakış sergileyip önyargısız, objektif bir biçimde onu yansıtma. Gerçekten zordur. Bu iki zorluğu şöyle aşmaya çalıştım.  

İlkinde Hocaefendinin sadece ulema kimliğinin yansımaları ile insani vasıflarını merkeze koydum. Dolayısıyla yazdığım hemen her hatıra bu iki ana temelden birisinin üzerine oturdu. İkincisini aşmamda ise Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in veciz bir sözü imdadıma yetişti: “Seni severim ama hakikati senden daha çok severim.” Bunu ifade ederken de şöyle yazdım: “Zaten aksi bir tutum zulüm olur. Eşyayı yerli yerine koymamanın adıdır zulüm. Benim Hocaefendi gibi bir insana zulüm etmeye ne niyetim ne de hakkım var. Ne de bunu yapmaya gücüm yeter. Bilindiği üzere adalet her şeyi yerli yerine koymak, her hak sahibine hakkı vermek, zulüm ise tam tersi, eşyayı ve insani ait olduğu, hak ettiği yere koymama demektir. Sözün özü,  bazılarının eleştirel mahiyette söylediği şekliyle ‘Fethullah Hoca’yı pazarlayan’ bir kitap olmayacak okuduğunuz kitap. Kaldı ki kendisinin ne pazarlanılmaya ne de propagandist bir dille benim gibi bir insan tarafından  anlatılmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Sözü daha fazla uzatmak istemiyorum. Hatırdan Satıra 1 okuyucuların istifadesine sunulmak üzere piyasada. Serinin ikinci kitabını ise bugün yarın bitirip yayınevine teslim edeceğim. Kitabın hatırımdan çıkıp satırlarla buluşmasında maddi manevi emeği geçen ve katkısı bulunan herkese çok teşekkür ederim. Hayırlara vesile olmasını temennisiyle.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

22 YORUMLAR

  1. Ahmet Bey bence siz Hocaefendi’yi değil kendinizi anlatıyorsunuz. Bir tür “ben var ya ben” diyen bir davul resitali dinliyor gibiyim yazılarınızı okuyunca. Kitabınızı okuma gereği bile duymuyorum zira bu tür hatıralarının bir çoğunu bu köşeden çok yazdınız.

    Bu türden reklam ve enaniyet kokan mide bir yazına yaptığım bir yorum yayınlanmayınca bu sitenin genel yayın yönetmeni Veysel Ayhan’a bir mail gönderdim. Hiçbir hakaret ve/veya küfür olmayan sadece Hocaefendi’yi kendi PR’ın için kullanan bir yazara yaptığım eleştiri niçin yayınlanmıyor sadedinde bir sualdi. Cevap verme gereği bile duymadı. Yeri gelmişken hizmetten geçmişte yapılan hataları haklı olarak yazarken bugün yapılanlara ses çıkarmamak ne kadar etik o da ayrı bir soru.

    Bu mesajım da muhtemelen oto sansüre takılacaktır ama ben yine de yazayım ki herkesin koyun olmadığını bilsin bizim kıymetli oligark entellektüellerimiz!

    • Mustafa Hakan beyin yorumuna katılıyorum. Ama en azından bu yorumların yayınlanmasını görünce umutlanıyorum…

      Sadece bir şey de ben ilave etmek istiyorum:

      İnsanlar can telaşıyla boğuşurken bu türlü kendini veya ne kadar önemli kişi olursa olsun hatıra kitapları yayınlamak ne kadar etik o da ayrı bir konu..

      Kısacası artık bıktım…

    • Hayret içindeyim.

      Acaba hatıralarını yayınladığınız Hocaefendi’ye sorsanız bunu bu ortamda yayınlamak istiyorum diye yayınlamanızı ister miydi? Hiç sanmıyorum!

      Ama eğer sordunuz ve yayınlayın dediyse hayretim bir kat daha artar ve acaba etrafındaki ekabir takımı yiyeceklerine bir şey mi kattı diye düşünmeden edemem.

      • yazinin tamamini okuduysan ya da okusaydin kitabin ismine HE karar verdigini gorurdun. nedir bu Kurucan dusmanligi parayla mi tutuyolar acaba sizi

        • Ben artık şurdan burdan onay alındı rivayetlerine inanmıyorum!

          En tepedekilerin gerçeği nasıl gizlediği belli. Bir kere hakikatı gizleyen her zaman gizler!

          Kafamdaki Hocaefendi bu kadar gafil olamaz diye düşünüyorum ve bu rivayete inanmıyorum!

          Ha eğer gerçekten de söylemişse fikrine de katılmıyorum. Böyle bir zamanda bunun yayınlanmasının hiçbir mantıksal sebebi yok! Tek mantıksal sebep Hocaefendi söyledi derseniz bu onu putlaştırmak olur. Zaten başımıza gelenler hep üstadın tabiriyle büyük birisinin söylediğini mihenge vurup tartışmasız kabul etmekten kaynaklandı.. Bu zaten Kuran’a ters bir davranıştı. Ehli kitap da rahip ve Haham’larına aynısını yapmıştı. Bunu Kuran’a anlatıyor ve Peygamber efendimiz de açıklıyor. Ama siz anlaşılan aynı tas aynı hamam devam etmekte ısrar ediyorsunuz. Yazık ne diyeyim..

    • Insan ne garip bir varlik. O kadar ilim ögreniyorsun, istesen kendi kendinin reklamini yapmanin ne kadar talihsizce bir davranis olduguyla alakali konferans verirsin hem de türlü ayetlerden, hadislerden, aforizmalardan yola cikarak. Ama iste gel gör ki, o kadar ilme ragmen kendi reklamini yapmaktan kendini alamazsin, yenik düsersin kendine, hatta görünüse bakilirsa bu konuda kendinle mücadele bile etmezsin, öylesine kendinden emin bir tavir sergilersin ki insanlarin cogu normal karsilamaktan kendini alamaz.
      Insaoglu böyle bir varlik. Uyusturucu bagimliligini gözler önüne seren bir film cekersin, öyle oynarsin ki, ödül verirler sonra. Iki gün sonra da uyusturucu kullanmaktan iceri alinirsin.
      Duymak istedigimiz seyleri söyleyen insanlarla aramiza mesafe koyamiyoruz millet olarak. Göklere cikariyoruz, onlar sisindikce biz daha da göklere cikariyoruz ve bu kisi naparsa yapsin soke olmuyoruz, caresizce savunuyoruz, ölümüne müdafa ediyoruz. Hem kendimize hem onlara yazik ediyoruz.

    • Bir şeyleri sorgulayan ve gördüğü yanlışlar karşısında sessiz kalamayan sayın Hocalarım…

      Yalancılık, dezenformasyonculuk gibi ithamlara maruz kalabileceğinizi, trol olarak yaftalanabileceginizi, “Arkadaş burda bir hata var, bir terslik var” demeniz sonrasında maruz kalabileceğiniz hakaretlerin dozajinin daha da yükselebilecegini bilmenize rağmen ses çıkardığınız için hem tebrik hem de teşekkür ediyorum. Öyle ki sizi hayatında hiç görmemiş birileri, hiç tanımayan birileri, siz bir yanlışa yanlış dediğiniz için çok rahat bir şekilde sizin hakkınızda “zann”da bulunarak sizin yerleştirme, trol, ikiyüzlü, yalancı bir insan olduğunuz fikrine kapılıp gidebiliyor, hakaretler birbiri ardı sıra gelebiliyor ve size hemen bir etiket bulup yapıştırmaktan hiç çekinmeyebiliyor. Bu yaptığının da Türkiye’nin “zalim insanlarının yaptıklarından” pek farklı olmadığını çok rahat bir şekilde görmezden gelebiliyor.

      Halbuki Kur’an’ın ayetlerini bir kere olsun incelemiş olsa bir insan, o ayetlerin hangi atmosferde nasıl ve neden nazil olduklarını tefekkür etse, bu hakaretleri izhar etmekten imtina etmesi gerekmez mi?

      وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ
      Onların içinden Kitab’ı bilmeyen ümmiler vardır. (Kitab’a dair) birtakım emaniyye/kuruntuya/kulaktan dolma bilgiye sahiplerdir ve onlar yalnızca zannetmektelerdir.
      (2/Bakara, 78).

      وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
      Şayet yeryüzündeki çoğunluğa uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar, sadece zanna uyarlar ve yalnızca tahminle iş yaparlar.
      (6/En’âm, 116)

      وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَنًّاۜ اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
      Onların çoğu yalnızca zanna uyar. Doğrusu zan, (hak gibi kesin bilgiye/vahye dayanmaz. Bu sebeple de) hakkın yerine geçmez/hakkın verdiği (mutmainliği) sağlamaz. Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını bilir.
      (10/Yûnus, 36)

      Bu ve benzeri problemlerin altında yatan kök nedenleri de sorgulamak muhakkak ki yararlı olacaktır. Zira düşünce sistematiği olarak eski Yunan’dan kalma Aristo mantığının bir level üzerine bile geç(e)memek önemli bir problem. Batı’da bu update 1800-1900’lü yıllarda yapılmaya başlanıp 2000’li yıllarda çok daha ileri bir aşamaya evrilirken, Türkiye ve yakın coğrafyasının bu metodoloji deviniminden uzak kalmış olması acı ama bir o kadar da mühim bir vakıa.

      Rabbim yardımcımız olsun, hepimize hidayet ve istikamet nasip etsin, sırat-ı müstakime ulaştırsın ve kalblerimizi Kur’an ve Sünnet üzere sabit kılsın.

      فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
      (Bunun üzerine:) “Allah’a tevekkül ettik.” demişlerdi. “Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğuna fitne kılma. (Bize üstün gelirlerse hak yolda olduklarını zannederler. Onlara fitne olmuş oluruz.)”
      (10/Yûnus, 85)

      • ”Düşünce sistematiği olarak eski Yunan’dan kalma Aristo mantığı” kudretiyle yazılan/yaratılan kainat kitabını OKUMAK için, aklın grameri olan ALLAH’IN İNSAN AKLINA ihsan ettiği MANTIĞI keşfeden bu insanlara neden bu kadar tahammülsüzsünüz? Nedir bu akıl/mantık karşısındaki olumsuz tavrınız? Akıl-kalb uyumlu, her yerde..

  2. Kimileri kitap basılmasından rahatsız. Muhteva umurunda değil adamın. Okuda fikri eleştir ve sen de yaz. Bir talebenin hocasını anlatması kadar doğal ne olabilir. Yiksel bey ve Faruk bey de yazdı. Onlara da aynı tepkiyi verin o zaman.. Derdiniz Ali sevgisi değil, Ömer düşmanlığı gibi.

    AKP DE KİTAP YAKMAKLA MEŞGUL. Sırf yazarını sevmedikleri için.. Aranızda ne fark varki, tepki bakımından..

    • Isine gelince “Bu kadar magduriyet varken bunlari konusmanin sirasi mi?” muhabbeti döner. Kalkip da sen “Böyle bir seyin sirasi mi?” dediginde icerigine baktin mi derler. Psikolojide bu tarz demagojilere safsata diyorlar. Icerigine baktigimda pek bi sey bulamayacagimi biliyor cünkü, akli sira ordan susturacak.

    • Yüksel bey ve Faruk bey kim bilmiyorum. Ben sadece bu haberi görüp yorum yaptım. Buna hakkımız yok mu? Bir habere yorum yapmak için cemaatin tüm elitlerini tanıyıp takip etmek mi gerekiyor?
      Ayrıca ben okuduğum habere yorum yazıyorum kitabın içeriğine değil. Bunun için kitabı okumam gerekmiyor heralde.!Sanki habere yorum yazmadan önce kitabı okumak zorundayım! Ya siz gerçekten hangi mantık koduyla düşünüyorsunuz? sizin gibiler için düşünmek suç zaten. Çünkü sizin gibiler için düşünmek didişmek demek itişmek kakışmakla düşünmek aynı şey! Bu yüzen eleştiriye tahammül edemiyorsunuz. Bu yüzden sırf düşünceye tepki göstermek için yazdığınız iki satırda mantıksal bir bütünlük yok. İtaat ve beyat kültürünün zorunlu sonucu bu. Eğer düşünenlerden bu kadar rahatsızsanız ve hatta korkuyorsanız zaten hiç insanlık içine çıkıp ağzınızı açmayın.
      Neymiş kitaba karşıymışız akp de yazarına göre kitap düşmanlığı yapıymuş bizim ne farkımız kalmış filan… Ne zırvaladığınızın farkında değilsin sen. Önce biraz mantık oku sonra yaz. Yazdıklarında bir mantıksal tutarlılık olsun. Ama sizin derdiniz düşünce akıl mantık değil tabi, mahallenin itibarını kurtarmak. Karizma itibar çizilmesin. Buna eskiler asalet eşekliği derlerdi. Biraz ağır söylemişler ama düşündürücü olduğu için önemli. Kimseye düşmanlık yaptığım yok. Sadece cahil ve düşüncesizliğe karşıyım hepsi bu!

  3. Bir insan tahayyül edin ki, kendisini İslam’a nispet etsin, iyi bir Müslüman olduğuna inansın, kalbinde Müslüman olmadığına veya ol(a)mayabileceğine dair en ufak bir şüphe dahi bulunmasın… Namazlarına namaz eklesin, hatta cüzler okusun, hatimler bitirsin… Mukabelelerden de geri kalmasın… Lakin bu insan okuduğu ayetlerin ne anlama geldiğini hiç düşünmesin… O ayetlerin muhatabının kim veya kimler olduğu hakkında hiç tefekkür etmesin…
    Öte taraftan aynı insan yüzlerce hikaye, masal, roman, hatırat, biyografi vb. edebi eserler, bilim kitapları, felsefe kitapları, ve hatta ansiklopediler okuşmuş olsun… Yanında bir de dinini anlatan veya öyle olduğuna inandığı farklı farklı çağdaş yazarların yazdığı onlarca kitabı da okusun… Hatta o kadar kitap kurdu olsun ki yeni çıkan kitaplari kovalasin, öyle ki kitapların cildinin parlaklığı, sayfalarının kalitesi, kokusu hakkında bile oturup saatlerce muhabbet edecek kadar kitap kurdu… Çok sevsin kitapları…
    Inandığı dinin dünya hayatını ahiretin bir günü veya ondan bile daha azı kadar kısacık bir süre olarak tanımlaması da gözünün önünde duran bir levha olsun…
    Inandığını ifade ettiği ve bundan şüphe dahi etmediği Allah’ın(CC) Kelamını anlamazsa eğer bu insan… Bunu amaç ve gaye bilip de bunun için çaba sarfetmezse… O Kitabın ayetleri üzerinde satır satır, kelime kelime, cümle cümle çalışmazsa, tefekkür etmezse… Okuduğu onlarca kitabın, yaşadığı hayatın, emeklerinin, uğraşlarının anlamı ve amacı ne ola ki acaba?
    Insan, inandığı Allah’ın(CC) kendisini muhatap alıp, rahmet edip de Insanların en Hayırlısı ve Iftihar Tablosu (sav) ile yol gösterici ve rehber olarak gönderdiği Kur’an’ı eline alıp da o Kitabın ayetlerini anlamaya gayret etmez ise eğer… Rabbim bana ne söylemiş, ne emretmiş, benden ne istemiş diye tefekkür etmezse… Hadi insan aklının pozitif bilimlerin geldiği son noktaya paralel olarak ulaşabildiği güncel sınırları geçtim, milattan önceki devirlerden kalma Aristo mantığına göre bile bu insanın yaptıklarında, içinde bulunduğu durumda bir tuhaflık, bir çelişki yok mudur?

  4. Çok tartışma dönmüş bu sayfa altında ama ben bu tip eserlerin olması gerektiğine inanıyorum. Hocayı seven birçok kişi, onu daha yakından tanımak, hayatından kareler dinlemek, düşünce dünyasını anlamak istiyor. Her ne kadar buradaki yazılarda bazı anekdotlar anlatılsa da bu alanda derli toplu kitaplar lazım. Birçok kişide farklı zaman ve mekanlardan birer hatıra var ama her birisi farklı bir yere dağılmış durumda. Üstelik bu yazıda söylendiği gibi, gün gelip bu hatıralar teker teker kaybolacak. Bir ara Üstad’a talebe olmuş ilk 40 kişinin hayatını anlatmak üzere bir kitap serisi başlatılmıştı. Yazılan eserleri anlamak için o zamanda yaşananları da anlamak gerekiyor. Burada çok incitici ve sert yorumlar girilmiş. Bu kişilerin niyetini Allah bilir. Gerçekten düzeltici amaçlı da olabilirler, sırf Hoca hakkındaki en ufak olumlu birşey duyulmasın, yayılmasın diye çırpınan kötü niyetli insanlar da olabilirler. Bizler mesleğimizin muhabbetiyle ve şevkle harekete devam etmeli, her türlü eleştiriden alınacak birşey varsa alıp yolculuğumuzu sürdürmeliyiz. O sert eleştirileri yapan arkadaşlar da umarım bu sert yazılar haricinde arkada bazı güzel eserler bırakmayı düşünürler. Özetle bu kitaplar elzem, devamını bekliyoruz. Bakalım Türkiye’de ne zaman erişilir olur?

    • Hasan bey üslubunuz ve iyi niyetli yaklaşımınız güzel. Ancak burada temel eleştiri konusuna hiç değinmemişsiniz. Anladığım kadarıyla sert eleştiri yapan diğer arkadaşların da benim de değinmek istediğimiz 2 şey var:

      Birincisi kitapların konusunun yazarın hatıraları olması. Bu her ne kadar başka birileri olsa da yazarın kendisinden bahsetmesi demek. Muhatapların hapiste sürgünde açlık sefalet içinde can telaşında iken böyle bir atmosferde yazarın kendinden bahsedilmesini itici bulmaları kadar tabi bir şey olamaz!

      İkincisi bu hatıralar değerli ve kaybolmasın deniyorsa yazılıp bir kenarda bekletilip daha uygun bir zamanda yayınlanabilirdi. Böyle bir zamanda gündeme getirilip yayına alınmasının hali müsait olanlar dışında kimseye hiçbir katkısı olmayacağı Aksine sıkıntılı durumda olanların halini kale almama gibi bir havanın oluşup öfkelerini kabartacağı çok açık!

      Bunu düşünmek çok mu zor! Bunu anlamak mümkün değil.. Asıl konu bu. Siz hiç burya girmeden kenardan dolaşmışsınız…

      Ben olsam yazarın yerine bu kadar açık haklı gerekçe ortadayken bu eleştirilere değer verip kitabın yayını ve satışını durdururum! Bunu yapmak kahramanlıktır! Bunu yapamıyorsa hiç boşuna milletin gönlünü alacak dolambaçlı yollara girmenin manası yok! Herkesin aklı var alay etmeye gerek yok.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin