Hatip Dicle: Erdoğan YGP’den cihadistlerle birlikte Suriye’ye savaş açmasını istedi, olmayınca çözüm sürecinde masayı devirdi

Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Hatip Dicle, AKP ve Erdoğan’ın Kürt sorununu halletmek için başlattığı çözüm sürecini neden bitirdiğine açıklık getirdi. Hatip Dicle, “Erdoğan, YPG’nin ÖSO’nun bir parçası olmasını, cihadist örgütlerle birlikte hareket etmesini, Suriye’ye savaş açmasını istiyordu. Bu dayatmalardan sonuç alamadı. Masanın devrilmesinin temel nedeni Rojava’ydı. Bugün de Rojava…” değerlendirmesinde bulundu.

Uzun süredir yurt dışında yaşamını sürdüren ve siyasetin merkezinde yer almaya devam eden Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Hatip Dicle ile yeni çözüm süreci iddiaları ve gündeme ilişkin Kronoshaber’e konuştu.

Kronos’ta yer alan Hatip Dicle röportajı ve haberin tamamı şöyle:

2013 yılında yürütülen çözüm süreci sırasında İmralı Heyeti’nde yer alan isimlerden olan Dicle, sürecin sonlanmasının temel nedeninin Rojava olduğu açıklamasında bulundu. Kamuoyuyla ilk kez paylaştığı bu açıklamasının ardından Hatip Dicle, yeni bir çözüm sürecinin başladığı yorumlarını ise kesin bir dille reddederek; “Şu anda Rojava’nın sınır hattı boyunca tüneller, mevziler kazılıyor. Bu iş ciddi. Ortada yeni bir çözüm süreci filan yok. Bunlar kafa karıştırmak için bazı kesimler tarafından uydurulan şeyler” diyor.

Yerel seçimlerin ardından Türkiye’de ortaya çıkan siyasi tablodan, bölgedeki gelişmelere kadar gündeme ilişkin pek çok sorumuzun yanıtları için söz Hatip Dicle’de…

Yerel seçimlerin tamamlanmasıyla birlikte ortaya çıkan siyasi tabloyu özellikle HDP ve CHP seçmeni arasındaki yakınlaşma temelinde nasıl yorumluyorsunuz?

HDP’nin seçim stratejisi çok doğruydu. Bölgede, bizim Kürdistan dediğimiz coğrafyada kayyumlara devredilmiş belediyeleri tekrar halkın oyuyla kazama, Batı’da da AKP-MHP faşist bloğuna kaybettirmekti. Bu strateji kazanan bir strateji oldu. Kazanan Türkiye demokrasisi oldu. Faşist blok ağır bir yenilgi aldı. Neo-osmanlıcı hayalleriyle İstanbul gibi başkent olacak bir şehri kaybetmek istemediler, kabullenemezlerdi ve halkın iradesini hiçe sayarak yeniden seçime gittiler. Sonuçta 31 Mart’ta ortaya çıkan o ruh 23 Haziran’da tekrarlandı ve faşist blok çok ağır bir yenilgi aldı. Şimdi önemli olan bu ruhu bedene kazandırmaktır. Bütün demokrasi güçleri arasında bir yakınlaşma, birbirini anlama, diyalogla büyük bir demokratik ittifak geliştirip, bunu da demokratik bir anayasa taslağı örerek ile Türkiye halkının önüne bir demokratik seçenek olarak koymaktır. Bu tek yoldur. Avrupalı yetkililer, AB Komisyonu yetkilileri bize; Türkiye’den umudu kestiklerini, Erdoğan’ın 20-25 yıl iktidarını sürdüreceğini düşünmeye başladıklarını, ama 23 Haziran şunu gösterdi; Türkiye’de çok güçlü demokratik bir potansiyel var ve eğer bunlar bir araya gelip birlik kurabilirlerse Erdoğan pekâlâ iktidardan uzaklaştırılabilir diye söyledi. Doğrusu da budur. Eğer bu 23 Haziran ruhu doğru okunabilir ve bir bedene kavuşturulabilirse göreceksiniz bu blok demokratik yollarla da devrilebilir.

CHP ve HDP tabanlarındaki yakınlaşma CHP ve HDP’nin bir araya gelmesini veyahut yeni bir politik birlikteliği, yeni bir partiyi doğurur mu? Bu kapsamda atılan somut adımlar var mı?

Somut bir bilgim yok am bir öngörüm var. CHP geçmişiyle yüzleşmek zorundadır. Cesur bir çıkış yapmak zorundadır. Biliyorsunuz biz CHP’yi homojen bir yapı olarak değerlendirmiyoruz. En çok şikayetçi olduğumuz kesimde Ergenekoncu, Ulusalcı kesimdir. 23 Haziran ruhu bunları saf dışı etti. Gerek Canan Kaftancıoğlu’nun başında olduğu İstanbul İl Örgütü, gerekse Ekrem İmamoğlu’nun bizzat kendi adaylığı, bu isimlerin HDP’yle işbirliğini çok önemsediklerini, gerektiğinde bu konuda cesurca cevaplar verdikleri için onlar bir umut vaat ediyor. Dileriz ki, CHP içindeki bu yeni ekol hem CHP içinde hem de genel demokrasi çevrelerinde çok yakın temas ederek Türkiye’de bir demokrasi ittifakının oluşmasına katkıları olur. CHP’nin tabanı demokrasiye yatkındır. Ama parti hiyararşisinde yukarıya tırmandıkça 100 yıllık İttihatçı ruhun kuvvetli olduğunu görüyoruz. Bu yeni ekol umarım bunu değiştirir.

AKP’den ayrılan isimlerin yeni parti hazırlığı var. Babacan, Gül, Davutoğlu… Siz Babacan’ın olası yeni partisinin etkisi konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu demokrasi bloğu oluşturur mu?

Biliyorsunuz Erdoğan onları da tehdit etti. Bu tehdit karşısında ne kadar kuvvetli durabilecek onu şu an kestiremiyoruz. Çünkü Erdoğan, çok açıkça basın huzurunda onları tehdit etti. Onların etrafında kemikleşecek AKP içindeki kesimler onların yanında ne kadar duracak görmek gerekir. Durmaları gerekir. Ne olacağını göreceğiz. Henüz programları da ortaya çıkmadı. Yorumlar erkendir. İzlemek lazım: Bu tehditlere karşı ne kadar bağımsız kalacaklar görmek lazım. O demokrasi ittifakı için bir iş birliği aranabilir.

Peki, Ahmet Davutoğlu’na Kürt siyaseti sıcak bakar mı?

Hayır. Devlet Bahçeli’nin bir türüdür. Kürdistan’ın yakılıp yıkılmasında, şehirlerin bombalarla, tanklarla tahrip edilmesinde büyük günahı vardır. Çözüm sürecini alabora edenlerden biri odur. Erdoğan ne kadar sorumluysa o da o kadar sorumludur. Dileriz ki Ali Babacan ve Abdullah Gül liderliğindeki gruplar buna pirim vermezler. Aksi takdirde bu parti de daha ilk kuruluş aşamasında sorgulanır duruma gelir ve bölgede örgütlenme konusunda çok kötü bir sonuçla karşılaşabilirler. O nedenle kendilerini dikkatli olmaya çağırabiliriz.

“Kötü bir sonuçla karşılaşabilirler” derken neyi kast ediyorsunuz?

Örgütlenemezler. Biliyorsunuz bir dönem TÜSİAD’ındesteğiyle Cem Boyner’in yeni bir partisi ortaya çıkmıştı. Aslında çok iyi düşüncelere sahip olan o parti toplumda bir karşılık bulamadı, eriyip gitti. Bu bir örnektir.

Seçimler sırasında yeni bir çözüm süreci başladığı yönünde iddialar ortaya çıktı. Öcalan’ın avukatları görüşmesi, yayımlanan mesajları, açlık grevlerinin sonlandırılması gibi gelişmeler de bu iddiayı kuvvetlendirdi. Başlamış yeni bir çözüm süreci var mıdır?

Doğrusu somut bir bilgimiz yok. Ama şu var, biz gerçekten bu hükümetin en azından 23 Haziran’dan sonraki programına baktığımızda yeniden bir çözüm süreci başlayacak ne niyeti, ne heyecanı, ne kuvveti yok. Mesela şu an ne yapıyor, tekrar binlerce askeri Rojava sınırına yığılır. Orayı tehdit etmek demek tüm Kürt halkını tehdit etmek demektir. Diğer yandan bir harekât başlamış, o devam ediyor. Sayın Öcalan’ın avukatlarının bir aydır ısrarlı istemelerine rağmen avukatlarıyla görüştürülmüyor. Ailesinin talepleri geri çevirildi. Bu bir yana asıl olanı söyleyeyim; İttihat ve Terraki zihniyetine sahip böyle bir iktidar bloğundan biz Kürt sorununu çözecek ne enerji, ne sinerji, ne de niyet ve amaç görmüyoruz. Bu tamamen açlık grevlerini sona erdirmeye yönelikti. Sayın Öcalan’ın manevi etkisini biliyorlardı, o yüzden mecbur kaldılar. Diğer yönden de Rojava konusunda çok sıkışmışlardı. Sayın Öcalan’ın oradaki manevi etkisini de bildikleri için bir devreye sokma niyetleri oldu. Ama bunların seçimlere yönelik de bir yönü vardı. Seçimi manipüle etmeye çalıştılar. Oysa sayın Öcalan’ın görüşü her zaman bellidir. Der ki; “Ne bölgede dünya hegomonik güçlerin uzantısı olmalıyız, ne de Ortadoğu devletlerinin (ki hepsi gericidir; İran, Suriye, Türkiye. . H.D)peşinden gitmemek gerekir.” Buna üçüncü yol demiştir. Özetle, İstanbul’u almak için Kürtlerin kafasını karıştırmak istiyorlardı. Bu ters etki yarattı ve daha fazla oy vererek demokratik görüntü veren kesimin kazanmasını sağladılar.

Bu görüşmelerden aktarılan mesajların birinde Öcalan, “Hem devlet hem de PKK çözüme yönelik yeni yöntemler geliştirmeli” diyor. Bu ne anlama geliyor? Yeni yöntemden kasıt ne olabilir?

Bahsettiği şey çok açık; “Demokratik ittifak geliştirmelisiniz.” Yumuşak güç dediğimiz; kültürel çalışmalar, müzakereler, akıl yoluyla bu sorunun çözülmesi gerektiğini yani şiddetle bu işin çözülemeyeceğini söylüyor. Bugünkü politikayla gidilirse Türkiye politikasının kaybedeceği gibi Kürtler de olumsuz etkilenecek. O nedenle devleti çöktürme yerine demokratik reformlarla Ortadoğu’da cazibe merkezi olmak en doğrusudur. Sayın Öcalan da her zaman bunu savunuyor. Bu İmralı görüşmeleri sırasında da ifade edildi. Biz tanıklık ettik.

Bir yandan da olası bir yeni çözüm sürecinin aktörlerinin kim ya da kimlerden oluşacağı tartışmaları var. Duvar’dan İrfan Aktan’a konuşan Mithat Sancar, “AKP, tek aktör olmacak” dedi. Erdoğan’ın ana aktörü olmadığı, devletin bu görüşmeleri gerçekleştirdiği ve yeni dönemin başladığı yorumları da oldu.Sizce olası bir yeni çözüm sürecinin aktörleri kim ya da kimler olmalı?

Devlet yetkilileriyle süren İmralı görüşmeleri sırasında da sayın Öcalan’ın da bizlerin de sürekli şunu belirttik; iki hususta bu görüşmeler eksikti. Birincisi; sadece hükümet muhattab alınarak o devasa sorun çözülemez, muhalefeti de dâhil etmek gerektiğiydi. Bu sürekli ifade ettik. CHP’ye ve diğer partilere hükümet bilgi vermiyordu. Biz bunu aşmak için o zaman CHP’ye; ‘Biz size bilgi verelim’ talebi götürdük. Ama onlar bunu reddettiler. Dediler ki; “Hayır. Biz bunu hükümetten bekliyoruz. Bize hükümet bilgi vermeli.” Bu nedenle CHP devre dışı kaldı. Aslında hiçbir birim veya sivil toplum bunun dışında kalmamalı. İkincisi ise; bu görüşmelerin şeffaf olması gerektiğiydi. İmralı’da ne görüşüldüğünü toplum bilmeli ve tartışmalıydı. Eğer bir toplumsal sahiplenme yaratırsak ancak bu sorunu çözebiliriz. Bu sürekli söylüyorduk. Devlet yetkilileri de; “Haklısınız, bir aşamadan sonra bunu yapacağız” deniyordu. Oysa samimi değillerdi, yalan söylüyorlardı. Şeffaf olmak en doğrusuydu. Şimdi eğer yeni bir süreç olacaksa bundan ders çıkarmak gerekir -ki ben böyle bir şey beklemiyorum- sayın Sancar’ın da dediği gibi artık AKP tek muhatap olamaz. Tüm toplum; Kürt sorunun demokratik çözümünden yana olan herkes muhataptır.

Belki biraz önce konuştuklarımızla beraber; örneğin CHP bugün kendisini doğal aktör olarak ortaya koymuştur diyebilir miyiz?

Basından CHP’den Kürt sorununa ilişkin yeni bir perspektif açıklanacağına ilişkin yorumları okuyoruz. Doğrusu bilemiyorum. CHP zaten Sosyalist Enternasyonel üyesidir. Ama bunun ilkelerine uymuyor. Mesela savaşa karşı durmalıdır. Demokrasiyi ikirciksiz savunmalıdır. Yargının bağımsızlığını ikirciksiz savunmalıdır. Henüz bu noktada değil. Eğer böyle olabilirse o zaman aktör olabilir. Bir demokratik çekirdek var, bu gelişiyor ama bütün bir parti öyledir diyemeyiz.

Son soru; Öcalan’ın mesajlarında da öne çıkan Suriye konusu oldu. Siz bölgedeki bu hareketlenmelerin Türkiye’nin iç siyasetine veyahut olası bir yeni çözüm sürecine etkilerini nasıl yorumlarsınız? Burada kilit unsur Suriye midir?

Biz İmralı döneminde basına çok konuşamıyorduk. Zaten İmralı sürecini de temel olarak olumsuz etkileyen Rojava sorunuydu. O zaman hükümet özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan bazı konularda dayatmalarda bulunuyordu. Mesela, YPG’nin ÖSO’nun bir parçası olmasını, o cihadist örgütlerle birlikte hareket etmesini istiyordu. İkincisi, Suriye’ye karşı savaş açmasını istiyordu. Bu dayatmalarla özerklik projelerine karşı olduklarını söylüyorlardı. Bu da hem sayın Öcalan için hem o zaman Kandil’de görüştüğümüz PKK yetkilileri açısından kabul edilemezdi, edilmedi de. Bu dayatmalardan sonuç alınamayınca bozulmanın esas birinci nedeniydi buydu diyebilirim. Masanın devrilmesinin temel nedeni Rojava’ydı. Bugün de Rojava’dır tabiki. Bugün de Rojava devlet tarafından çok önemseniyor.

Türkiye’nin S-400 konusunda ABD ile yaşadığı gerilim, Rusya’nın etkisi dikkate alındığında bu gelişmelerin Türkiye siyasetine ve Kürt sorununun çözüme ilişkin etkilerine ilişkin ne öngörüyorsunuz?

AKP’nin açıkladığı, bizzat Erdoğan’ın açıkladığı 50 yıllık devlet konsepti açıklamasına vurgu yapacağım. Bizzat kaynak göstereceğim; Prof. Dr. Hamit Bozarslan. Şimdi Bozarslan’ın tespitlerine göre şöyle bir hedefleri var; 2023 kadar laik-seküler olan yapıyı tamamen tasfiye ederek, yerine Türk-İslam sentezine dayalı, neo-osmanlıcı hedefleri olan bir devlet yaratmak. Sonra 2053 hedefleri geliyor. Bu tarih biliyorsunuz İstanbul’un fethinin 600’üncü yıl dönümüdür. Bu yıla ilişkin şöyle bir konsept var; Osmanlı’ya ait olan topraklarda nüfus geliştirmek. Bugün Suriye ve Irak’a yapılan harekatlar bu konsept çerçevesindedir. Dolayısıyla, Misaki Milli dedikleri o sınırlarda neo-osmanlıcı bir anlayışla hâkimiyet sağlamak. Bundan sonraki hedefleri de 2071’dir. Bu tarih de Türklerin Anadolu’ya gelişlerinin 1000’inci yıl dönümüdür. Bu tarihe kadar da o Misaki Milli sınırları dedikleri bölgede Türkleştirmeyi sağlamak. Şimdi aynen Hitler gibi uzun zaman savaşa, ırkçılığa, saldırganlığa dayalı bir devlet konsepti hiç demokratik olabilir mi? Hitler’den demokrasi beklemek gibi bir şey olur bu. Bu nedenle günümüzün Enver Paşa’sı, Kenan Evren’i kimdir diye sorsanız, Erdoğan deriz. Dolayısıyla Erdoğan’ın sözcülüğünü yaptığı tek adam rejimi olarak tanımlanan bu sistem devam ettikçe Türkiye’de ne demokrasi, ne Kürt sorununun çözümü ne de diğer sorunların çözümü mümkün olamaz. Mutlaka demokratik yollarla, halk desteğiyle mümkün olur.

Çözüm sürecinin Rojava nedeniyle bittiğini söylediniz. Şimdi de kamuoyuna yansıyan mesajlarda öznenin Suriye olduğu görülüyor. Bu temelde yeniden bir süreç işlediğini söylemek mümkün olabilir mi?

Hayır. Daha iki gün önce Erdoğan; ‘Biz kimseyi dinlemeyiz, gireceğiz’ dedi. Ve öbür tarafta gerçekten ciddiye alıyor Rojava. Şu anda Rojava’nın sınır hattı boyunca tüneller, mevziler kazılıyor. Bu iş ciddi. Erdoğan söyledi, geçti olayı değil. Oradaki demokratik özü ve özerklik statüsüne son vermek için ciddi bir hazırlık içindeler. Yani ortada yeni bir çözüm süreci filan yok. Bunlar kafa karıştırmak için bazı kesimler tarafından uydurulan şeyler.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin