Hangi tecavüzcüyü asacaksınız?

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Daha birkaç ay önce hapiste ne kadar tecavüzcü, katil, uyuşturucu taciri, mafyası bozuntusu varsa salgını gerekçe göstererek salıveren hükümet cinayet ve tecavüz vakalarının çok arttığını bahane ederek idam cezasının yeniden getirmek istiyor. Hem de Musa Orhan denen bir tecavüzcü katili toplumsal infiale rağmen ısrarla tutuklamayıp salıverdiği haftada bunu talep ediyor.

Bununla ilgili ortada bir tartışma yokken konuyu ilk önce hükümetin sol bacağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli gündeme getirmişti hatırlayacaksınız. MHP lideri, şiddet, cinayet, taciz, tecavüz vakalarında kahredici artışlar gözlendiğini belirterek “Karşımızdaki tablo alarm verici niteliktedir. İnsanın kanını donduran, vicdanları kanatan, sabır ve tahammül ölçülerini berhava eden en ağır suçlara her gün şahit olunmaktadır. Kadına şiddetin yanı sıra çocukların güpegündüz kaçırılmaları, vahşete kurban edilmeleri, hatta cinsel istismara uğramaları maşeri vicdanı yaralarken, aynı zamanda büyük bir hüzne ve hüsrana da neden olmaktadır,” diye açıklama yaptı.

İktidarın utanmaz ortağı bu bahsettiği suçların önemli kısmını, daha üç beş ay önce hapisten çıkarıp piyasaya sürdükleri katil ve tecavüzcülerin işlediğinden hiç bahsetmiyor tabi ki. Bunlar, 15 Temmuz’dan sonra öğretmen, doktor ve gazetecilere yer açılsın diye serbest bıraktıkları katiller ve tecavüzcülerin arta kalanlarıydı.

Üstelik 15 Temmuz’dan sonra kanunen de hükümete bağlanan yargı, son zamanlarda kadın cinayetleri, çocuk istismarı, uyuşturucu ticareti gibi sebeplerden dolayı neredeyse kimseyi tutuklu yargılamıyordu.

Sanki bütün bu alçak suçların baş müsebbibi kendileri değilmiş gibi Bahçeli’den sonra TBMM Başkanı Mustafa Şentop ve AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan da ardı ardına idam cezasını gündeme getirdi.

Mustafa Şentop idam cezasından yana olduğunu söyleyip, belli suçlara mahsus olmak üzere idam cezasının bulunması gerektiğini iddia ediyordu: “Bunlardan bir tanesi eski tabirle teammüden, tasarlayarak adam öldürme, vahşice insan öldürme suçları bir de küçük çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar çerçevesinde sadece bunlarla sınırlı olmak kaydıyla idam cezasının olması gerektiğini düşünenlerden birisiyim.”

Oysa herkes de biliyor ki Bahçeli ve Şentop’un bahsini ettiği konular iktidarın zerre kadar umurunda değil. Eğer bu cinayetler karınca ölüsü kadar umurları olsaydı; şimdiye kadar kıllarını kıpırdatır, önlemek için harekete geçerlerdi. Bırakın harekete geçmeyi mevcut yasalarla bile cezalandırmıyorlar. Bugüne kadar en kolay affettikleri cezalar hep bu konularla ilgili oldu.

Öldürülen kadınların kanları kurumadan katillerinin nasıl serbest kaldığını, tecavüzcülerin toplumsal infiale rağmen nasıl tahliye edildiğini burada tek tek yazmaya kalksak binlerce sayfalık kitap olurdu.

Devleti yönetenlerin elinde idam cezası yetkisi olduğunda bunu en çok, hatta sadece muhaliflerine karşı kullandığı herkesin malumu! AKP iktidarı da idam yetkisini aldığında, bu yetkiyi aldığı gün ne için istediğini unutacak katillere, tecavüzcülere değil muhaliflere yönlendirecek. Bunun böyle olacağını öngörmek için kahin olmaya hiç ihtiyaç yok. Küçücük çocuklara tecavüz edenler bugüne kadar hangi cezayı almışlar ki bundan sonra idam edilsinler.

İdam cezası çok tehlikeli bir cezadır hele de günde en az on kere anayasayı ihlal eden akıl sağlığı darmadağın olmuş bir iktidarın eline vermek çok daha korkunç bir tehlikedir. Mustafa Yeneroğlu’nun dediği gibi “Bu toprakların hukuksuz yargısının eline verilen idam yetkisi, otoriter popülizmin faşizme evrilme adımı olarak tarihe geçecektir.”

Bilindiği gibi Anayasa’nın değiştirilebilmesi, TBMM meclis üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yazılı teklif edilmesi, değiştirme teklifinin kabulü de yine TBMM üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür. Şu haliyle AKP ve MHP’nin meclisteki sayısı bir anayasa değişikliği için yeterli gelmiyor ancak memleketi bataklığa götüren her kritik evrede (milletvekili dokunulmazlığında olduğu gibi) CHP ve diğer muhalefet partilerinin iktidarı destekleyen anlaşılmaz tavırlarını hiç unutmamak gerekir. 15 Temmuz rejiminin muhalefetin yardım ve yataklığıyla kurulduğunu da hatırlamakta yarar var.

Şunu da bir not olarak belirtmek lazım: İktidarın idam cezasını gündeme getirmesiyle AİHM Başkanı’nın Türkiye ziyaretinin bir alakası var mı bu da zamanla ortaya çıkacak bir konu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Alper bey bu güzel yazınız nedeniyle teşekkür ederiz.
    Zaman Gazetesi yıllar önce küçük kitaplar veriyordu. O kitaplardan birinde (sanırım ismi “Kelimeler Armonisi” idi) kelimelerin önemi üzerinde durulurken, bir alışveriş merkezinde aynı şartlarda satılan aynı çorabın birinin tezgahına “Gala” diye bir marka ismi yazıldığı, diğerine ise hiçbir şey yazılmadığı, isim yazılan çorapların diğerinden beş kat kadar fazla sattığı yazılmıştı.
    Kelimeler ve ifade tarzı gerçekten de çok önemli.
    Son infaz yasası ile katil, tecavüz ve uyuşturucudan hüküm giymiş insanların salıverildiğini biliyoruz.
    Buna “oooo o kadar çok ki” demektense, “şu kadar katili, şu kadar tecavüzcüyü kanuni cezaları tamamlanmadan salıverdiler” demek daha anlamlı. Bu rakamlara tr724’ün arama motorundan da ulaşamadım.
    Oysa ki “medeniye galebe ikna iledir…” düsturu var. İkna açısından net ve açıklığın daha etkili olduğu da bilinen bir gerçek.
    “Şu kadar tecavüzcüyü, şu kadar süre önce hapisten kurtaran kanuna evet diyen siz değil misiniz?” sorusunu sormak, “infaz düzenlemesiyle bunları neden bıraktınız?” demeye göre daha ciddi olacaktır.
    Kurt da siyasetçiler de bulanık havayı severler. Açık ve net olmayan sorular, onları daha çok memnun eder; “kader kurbanlarını özgürlüklerine kavuşturduk” diye başlayıp “17 yaşındaki kızla evlenen 20 yaşındaki erkeği çocuk istismarcısı sayan beşeri kanuna göre aldığı cezasının tamamını çekmekten kurtarmak suç mudur?” diye başlar ki, “böyle 20 kişiyi, 2000 kişilik gerçek suçlunun önüne perde yapmayın” diyecek insanı zor bulursun…

    • Doğru…
      Örneğin, Mehmet Efe Çaman hocanın bugünkü yazısında: “…salt İstanbul’da 73 kilise tümüyle kullanılamaz hale geldi. 4214 ev, 26 okul, 5317 işyeri tümüyle tahrip oldu. Bunlardan başka, yine çok sayıda ev ve işyeri de kısmi zarara uğradı. Türk rakamlarına göre 11 kişi, Yunan rakamlarına göreyse 15 kişi vahşice katledildi. Bazı kaynaklar, resmi olmayan rakamlarla 37 kişinin pogromla bağlantılı nedenlerle hayatını kaybettiğini söylüyor. 300’den fazla yaralı…” deniyor.
      Yıl 6/7 Eylül 1955. Yani 65 yıl olmuş.
      “Üç-beş ay önce tecavüzcüleri, uyuşturucu satıcılarını katilleri saldılar” diye hatırlatmak güzel ama bunu ölçülerle hafızlarda kalıcı hale getirmek lazım…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin