Halime Gülsu’nun annesi: “Kızım cezaevindeyken ‘ilaçlarını vermezler’ diye ağlamıştım; o zamandan beri ağlıyorum”

İlaçları verilmediği ve tedavisi geciktirildiği için tutuklu bulunduğu Tarsus Cezaevinde 28 Nisan 2018’de hayatını kaybeden İngilizce öğretmeni Halime Gülsu’nun koğuş arkadaşları yaşananları anlatmaya devam ediyor.

BOLD Medya’dan Sevinç Özarslan’a konuşan Gülsu’nun ikinci koğuş arkadaşı Z.A., “Son günlerinde, lavoboya gidemiyordu, altını biz temizledik. Çok utanırdı, sıkılırdı. Gardiyanlar ayağa kalkamadığını görüyorlardı…” dedi.

Diğer yandan Kronos News’ten Selahattin Sevi’ye konuşan Gülsu’nun annesi ve abisi ise yaşatılanların hesabının sorulmasını istiyor. Gülsu’nun abisi İrfan Gülsu, “Zalimleri bitirecek şey, korkmadığımızı bilmeleridir.” derken,anne Zeynep Gülsu, “Kızım cezaevindeyken ümitsizliğe kapılıp ağlamıştım, ‘ilaçlarını vermezler’ diye. Hala ağlıyorum.” ifadelerini kullandı.

Z.A.: GÜNLÜK, AYLIK, HAFTALIK İLAÇLARI OLDUĞUNU SÖYLÜYORDU

Halime Gülsu’nun bir diğer koğuş arkadaşı Z.A. yaşanları şöyle anlatıyor.

“Halime ile aynı gün gözaltına alındık. 20 Şubat 2018’de Mersin’de büyük bir operasyon yapılmış, 98 kişi alınmıştı. Yarısından fazlası kadındı. Alınanlar arasında üniversite öğrencileri, yaşlı kadınlar, şalvarlı teyzeler vardı.

Halime ile biz nezarethanede tanıştık. Yenişehir’de. Sayı çok fazla olduğu için 21 kişiyi Yenişehir’e götürdüler. 3 nezarethane vardı. 7’şer kişi kalacak şekilde bölündük. Çok şükür hepimiz kadındık, başımızda duran polisler de.

12 gün aynı nezarethanede birlikte kaldık. Küçücük bir oda zaten. 3 yatak, 5-6 battaniye vardı. 7 kişi orada öyle yatıyorduk. Halime hep hastalığından bahsediyordu. Anlatıyor, şaşırıyoruz bu nasıl bir hastalık diye. Çok az rastlanıyormuş. Günlük, aylık, haftalık ilaçları olduğunu söylüyordu. Gözaltına alınışını da anlatmıştı. Evde tek başınaymış. İçeriye dalmışlar, ellerinde gözünün içine sokarcasına kamera…

İlk hafta 21 kişi orada kaldı. 10. günden sonra artık insanları teker teker çifter çifter alıyorlardı. Gidenler ya tutuklanıyordu, ya tahliye oluyordu, ne olduğunu bilmiyorduk.

Halime gözaltına alındığı zaman, tam kapıdan çıkarken, “Benim ilaç almam lazım, bekleyin” demiş polislere. Sonra evde elinin altında ne kullanıyorsa o ilaçlarını almış. Ama tabi gözaltındayken, çantası başka bir yere gidiyor, kendisi başka bir yere. Orada ilaç kullandı, kullanmadı değil, ama düzenli kullanamadı.

RAPORUNU EMNİYETTE KAYBETTİLER

“Benim ilaç kullanmam gerekiyor, benim aileme haber verin” diyordu. Polisleri demirlere vurup çağırıyorduk. Hepimiz tepki gösterince ailesi arandı. Raporunu istedi Halime. “Benim raporlu ilaçlarım var, ısrarla raporumun gelmesi lazım” dedi. Abisi getirdi. Tutuklanıp cezaevine gittiğinde raporu kaybettiklerini söylediler. Halime çok sinirlenmişti, üzülmüştü o zaman.

Cezaevinde aynı koğuşa düştük. Halime ilk başlarda biraz dinçti ama asıl martın sonu nisanın ilk haftaları çok halsizleşti. O eski Halime yoktu. Koğuşun işlerini sırayla yapıyorduk ama Halime’ye yaptırmıyorduk. Bir iş yapacağı zaman yardımcı olmaya çalışıyorduk.

ÇEŞMEDEN İÇİN SU DEDİLER, İÇENLER HASTANELİK OLDU

Yenişehir’de nezaretteyken “Çok su içmem gerekiyor” demişti. Bize fazla su verilmiyordu. Sabahları meyve suyu, öğlen bir pet şişe, akşam bir pet şişe. Yetmiyordu tabi ki… Birer şişemizi Halime’ye veriyorduk. Çeşmeden için diyorlardı, içenler hastanelik oldu. İshal, kusma vs. Halime zaten oradan içememişti.

Tarsus’a gittik, Halime her defasında “Benim romatolojiye gitmem gerek.” diyordu, o kadar çok dilekçe yazdı ki. Hemen hemen her hafta yazıyordu. Sürekli revir istiyordu. Halime’yi dahiliyeye götürdüler. “Bunlar benim hastalığımı bilemez, dahiliye anlayamaz” diyordu. Hep dahiliyeye sevk ettiler. Ramotoloji bölümü zaten her hastanede yok. Mersin merkezde var. Tarsus Devlet Hastanesi küçücük bir yer.

MAZGAL AÇILDI, RAPORU YÜZÜNE ÇARPARCASINA ATTI

Bir gün kan değerlerine bakılmasını istemişti. Mazgal açıldı ve Halime Gülsu dendi. Hepimiz aşağıya indik tabi, bir şey mi oldu diye. Bayan gardiyan geldi. Elinde bir kağıt vardı, Halime’nin suratına çarparcasına elini sallayarak, “Al hiçbir şeyin yokmuş” diye fırlattı. Biz öyle kaldık.

Halime eline aldı kağıdı, baktı ve acı acı gülerek “Bunlar benim istediğim değerler değil. Bunlar derdimi bilemez. Benim derdimi ancak benim durumuma düştüğünüz zaman anlarsınız. İnşallah benim derdime düşersiniz de beni anlarsınız.” dedi.

Nisan 2018’de oldu bu olay, tarih hatırlamıyorum. Onun bir fotoğrafı vardı, sarı kazağı çekimiş. O 18 Nisan 2018’de çekildi, onu unutmuyorum, çünkü o zaman görüş günüydü. Görüşten gelmiştik. Ondan sonra fotoğrafçı gelmişti koğuşa. Hatta biz toplu fotoğraf çekmek istiyorduk. O zaman OHAL’di. Yasak demişlerdi.

BANYOYA GİRİNCE KAPISINDA BEKLERDİK

Halime de hep yorgunluk, halsizlik vardı. Banyoya girerdi, kapısında beklerdik. “Halime iyi misin? Halime?” diye seslenirdik. Bize haber vermeden girmemesini istiyorduk. Koğuş iki katlı, yukarıda yatakhaneler var. Merdiveni çıkardı, oraya iskemle koymuştuk, köşeye oturur dinlenirdi, suyunu içerdi. Sonra hemen merdivenin bitiminde seccade seriliydi, namaz kılardı. Çok geç bitirirdi namazını. Halime bitti mi namazın derdim, dinleniyorum derdi. Nisanın 18’inden sonra namazlarını oturarak kılmaya başladı.

DİLİ BOĞAZINA KAÇTI, KAŞIKLA ÇIKARDIK

Bir gün ben aşağı kattaydım, son haftalardı. Bir bağırma sesi duydum, herkes bağırıyor, çığlıklar atıyor, ben aşağı kattayım, n’oluyor dedi kızlar, koşa koşa kızlar gelip tezgahtan kaşık aldılar, yukarı koştular. Halime’nin dili boğazına kaçmış. Çabuk kaşık yetiştirin, diyorlar. Sonrasında kendine geldi, ama o an kriz gibi bir şey olmuştu. Koğuşumuzda hakim, vali yardımcısı, öğretmenler, üniversite öğrencileri, biyolog, mühendis, birkaç yaşlı ev hanımları, teyzeler vardı.

HERKESE İĞNE VE MEKİK OYASI YAPARDI

Halime öyle bir arkadaştı ki iyi olduğu ilk zamanlarda koğuştaki bütün arkadaşlara iğne oyası yapardı. Hem öğretirdi hem de iğne oyasından çiçekler yapar hediye ederdi. Mekik oyası da biliyordu. Annesi Zeynep teyze, çok güzel şeyler öğretmiş kızına. Halime’nin iyi olduğu zamanlarda onunla oturur İngilizce çalışırdık. Hastalanmaya başlayınca bıraktık.

Son haftalarına gelecek olursak… Sürekli hastaneye gidip geliyordu, her defasında gitmesi gereken yerlere götürülmemiş, yapılması gerekli şeyler yapılmamış, morali bozuk bir şekilde gelirdi. Bizim de çok canımız sıkılırdı. Çantasını hazırlardık, hastaneye yatacak, gelmeyecek bu gece diye eline verirdik. Bir bakardık, akşamına Halime geri gelmiş. Çok sinirlenirdik. Halime niye yatmadın, yatırmadılar derdi, Halime niye yapmadın, yapmadılar derdi. Hasta bir insan olmasına rağmen elleri kelepçelenirdi.”

RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN


GÜLSU’NUN AİLESİ: “ZALİMLERİ BİTİRECEK ŞEY, BİZİM KORKMADIĞIMIZI BİLMELERİDİR”

Soruşturmadaki çelişkilerin peşine düşen Gülsu Ailesi, sorumlulardan hesap sorulmasını istiyor. “Merhume kardeşim Halime Gülsu’nun vefatında hukuken sorumluluğu bulunan kişilerin yargılanması için elimizden gelen mücadeleyi veriyoruz” diyen ağabey İrfan Gülsu ile “Kızım hapishaneye düştüğünde bunlar ‘ilaçlarını vermez’ diye ümidimi kesmiştim. Çünkü, yaşanan diğer olayları duyuyordum. Bundan dolayı ümitsizliğe kapılıp ağlamıştım ve halen daha ağlıyorum” diyen 82 yaşındaki anne Zeynep Gülsu, Kronos News’ten Selahattin Sevi’ye konuştu.

16 yıldır Kanada’da ikamet eden Kanada vatandaşı olan İrfan Gülsu, “Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Türkiye bizim anavatanımız. Vazgeçemeyiz” diyerek kardeşini ölüme götüren süreçteki ve sonrasındaki mücadelesini şöyle anlatıyor:

‘MAKTUL’ İSE MAKTULÜN BİR DE KATİLİ OLMALI

Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, geçtiğimiz mayıs ayında kardeşimin ölümü ile ilgili “Kovuşturmaya yer yok” kararı vermişti. Ardından Tarsus Kapalı Kadın Cezaevi ile ilgili Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma ile alakalı bir cevap alamıyorduk. Ben de uzun süre gelmeyen cevabı normal bulmuyordum. Bu geçen sürede mail yoluyla sürekli yokluyordum fakat hiç cevap alamıyordum. Geçtiğimiz Eylül ayının ortalarında Adalet Bakanlığı Teftiş Kuruluna, “Size bağlı olan bu kurumlardan hiçbir şekilde cevap alamıyorum, lütfen bir araştırın.” diye bir dilekçe yazdım. Kısa bir süre içinde cevap geldi ve gelen cevapta, “Hadisenin devamını Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığından takip edebilirsiniz” dendi. Bu gelen cevaba karşılık olarak “Bu kurumlar görevini yerine getirmediği için size dilekçe verdim zaten. Neden yine o kurumlara yönlendiriyorsunuz?” diye yazdım. Gelen cevapta yetkili merciinin Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı olduğunu belirttiler. Yaklaşık bir ay sonra karar bize tebliğ edildi. Kararda belirtilen “Kovuşturmaya yer yok” sözü mart ayında verilmiş yani 7 ay geçmiş ve bu karar biz Teftiş Kuruluna başvurana kadar açıklanmıyor. Kararın içeriğinde kardeşimin ölümü normal bir ölümmüş gibi anlatılıyor. Fakat adli tıp raporlarında “Hastaya vaktinde müdahale edilmemesi sonucu, hastalığın komplikasyonlar neticesinde vefat ettiğini” belirtiyor. Savcı bunu görmezden geliyor ve hayatın normal akışında gerçekleşen bir ölümmüş gibi gösteriyor. Ancak kararın sonlarına doğru “Maktul Halime Gülsu” diye bahsediliyor. Eğer maktul olarak bahsediliyorsa, bu maktulün bir katili olmalıdır. Buradan kararların gelişi güzel verildiğini, olayın içeriği hakkında savcı bile bilgi sahibi değil. Dolayısıyla, hukuk sistemimizin ne kadar aciz bir durumda olduğunu gösteriyor.

SAVCILIK NEDEN KAMU DAVASI AÇMADI?

Kardeşim Halime’nin vefat hadisesi duyulur duyulmaz, savcılığın görevi gereği rapor yazması gerekiyor. Onlar rapor yazarlarken bize şikayetçi olup olmadığımızı sordular. Biz de tüm sorumlulardan şikayetçi olduğumuzu söyledik kendilerine. O raporu hazırlayan savcı, olayın bütün sorumlularıyla ilgili bir kovuşturma başlatmış oldu. Bize gelen dosyadaki belgelerden anlaşılıyor ki, cezaevlerine, hastanelere, Mersin Emniyet Müdürlüğü ilgili yerlerine yazılar yazılmış. Bu olay sırasında kimlerin görevli olduğu şeklinde yazılar yazılmış. İlgililer resmi yazışmalarda belli olmuş gibi gözüküyor. Ancak etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığına dair şüpheler var. Olayın yeri belli, zamanı belli ve failler belli ancak günümüz şartlarındaki hukuk düzeni görevi yerine getiremiyor. Bu sebeple hızlı bir sonuç alınamadı. Dosyaların bizim elimize ulaşması bile neredeyse bir yıl sürdü. Bu esnada Ömer Faruk Gergerlioğlu olayı ciddi bir şekilde takip etti. Mazlum-Der Adana Şubesi de onun kanalıyla harekete geçmiş oldu. Savcılık ve diğer ilgili kurumlarla görüştüler ve bir rapor oluşturdular. Fakat bu raporlamaya rağmen, kamuoyu baskısına rağmen savcılık kamu davası açmaya gerek duymadı.

‘MÜCADELEYİ BIRAKMAYACAĞIZ’

İnsan hakları çerçevesinde gerçekleşen suçların hukuki mücadelesi uzun sürüyor. Bunu biliyoruz ve bu durumun bilincindeyiz. Şu anki hukuk düzeni içerisinde çok yavaş ilerlese ve adil olmayan kararlar verilmiş olsa bile bu mücadele devam edecek. Halihazırda Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmış oldu. Dolayısıyla, Türkiye içerisindeki hukuk mücadelemiz devam edip aynı zamanda takip ediliyor. Biz mücadelemizi bırakmayacağız. Bir gün adalet yerini bulacaktır, buna inancımız tam. Türkiye da davaları bizim adımıza takip edecek kişiler olduğu gibi avukatlarımız da var. Yetkili merciiler ile muhatap olabiliyoruz ve bununla ilgili bir sıkıntı yaşamıyoruz. Fakat sonuç alamıyoruz.

HABERİN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin