Hâlâ belalarını bulmadılar mı sizce?

Yorum | Veysel Ayhan

 

20 Aralık 2013’te yapılmıştı. Önce ne olduğunu anlamadılar. Beddua dediler. Oysa mülaeneydi.

Hatırlayalım:

“Yapılan şey Kur’an’a ve Sünnet’e aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, Allah, bizi de onları da yerlerin dibine batırsın! Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar… Allah onların birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın…”

Bir müddet sonra şu dua yapıldı:

“Kim paralelse, Allah onun belasını versin. Kim sülükse, Allah onun bin belasını versin. Kim çeteyse, kim örgütse, kim silahlı örgütse, kim milletin hakkı olan arpa kadar bir haram yemişse Allah onun belasını versin!”

Ağır bir mülaaneydi. Kendinden emin olmayı ifade ediyordu.

Haksız olanın, hırsız olanın, sahtekar olanın Allah’tan belasını bulmasını temenni ediyordu.

PEKİ O GÜNDEN BU YANA NELER OLDU?

Bize zor gelecek ama Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:

“Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir… Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler.”

Eğer ahirete imanınız yoksa her musibet, musibettir. Her bela gerçekten beladır.

“Allah, mahvetmek istediği kimsenin önce aklını alır” derler. Aslında AKP cenahında dengesini koruyan, akli muvazenesini yitirmemiş kimse kalmadı. Allah, ilk bela olarak akıllarını aldı. Konu edeceğim yazar da böyle biri.

Hani şu “Namlusuz, patlayıcısız, mermisiz top yapıyoruz, yapıyorlar, saniyede 300.000 km hızla giden ve 300 Km etkili silahlar” diye tweet atan ‘varakpâre’ yazarı. Yani hızı, ışık hızında ama menzili 300 km. Muhtemelen Konyalı bilim adamlarımız yapmış olmalı. Füzeyi ışık hızıyla düşmana yolluyoruz. Ama bir kusuru var. Menzili 300 km!

İşte bu yazar yazdı önceki gün. Yazının ciddiye alınacak yanı “fikir” içermesi değil.

İtiraf olması. İçten yani kendi cenahlarında olan biteni deşifre etmesi.

Tam karşılığı Koca Ragıb Paşa’nın beytinde.

“Meyan-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun

Şecaat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler”

Bugünün diliyle:

“Sütü, mayası bozuk olanlar, söz ederken farkına varmadan kabahatini anlatır.

Kıptinin merdi de yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler/örnek verir.”

Tam bu misal.

“MERD-İ KIPTΔDEN TARİHİ İTİRAFLAR…

Uzun ama önemli.

AKP cenahı/ eliti/ yöneticileri/ bürokratları/ gazetecileri ne hale gelmiş okuyalım.

“Şeytan zaafımızın farkında. Önce bizi zihnen hazırlıyor ve yedirmek istediği haltı zihnen meşrulaştırmaya çalışıyor. Hani “kedi aç kalır ve yavrusunu yemeye karar verirse, onu fareye benzetirmiş”. Şeytan da, hakikati çarpıtarak üstümüzdeki, manevi anlamda caydırıcı baskıyı hafifletiyor. Mesela “Mut’a” diyor. Tabi bu Caferilikteki Mut’a da değil. Bir sürü kişi üniversite yıllarında bu tuzağa düşürüldü. Zaten sonra arkası geliyor…

Mesela, bir başkası, “Bunlar cariye hükmündedir” deyip çıkıyor işin içinden…

Mesela 4 evliliği istismar edenler de var. Turnike sistemi. Evlenirken tarih belirlemiyor ama, kafasındaki plan o. Aklınca “Boş ol” diyecek, boşayacak, sıradakini alacak, biraz da onunla gönül eğleyecek.. “İmam nikâhı” da işin aldatmacası. Bu konuda katalog usulü çalışan ajanslar bile oluşmuştu.. O kadın, ondan ayrılıyor, bununla nikâh kıyıyor. Dindarlar ya. Aynı anda en çok 4 tane.. Biri gidiyor, biri geliyor, iki gidiyor, iki geliyor…

Durun daha bitmedi. Allah affeder. Birçok günah işliyoruz. Bu da bir günah. Bunun da bir kefareti olmalı. İyilik yaparsın Allah affeder. Hacca gidersin Allah affeder. Yalan söylemek de haram, bu da. Kaldı ki karşılıklı rıza olunca ve bedelini ödüyorsan o zaman, zaten günah da hafifliyor. Bir de böyle diyenler var…

Bir süre sonra zaten buna gerek de duymuyorlar. Kadın-erkek farketmiyor. İş grup eylemlerine dönüyor, afrodizyaklar, alkol, kimi Mikenos’a gidiyor, kimi Rusya’ya, kimi Asya’ya.. Artık tut bunları tutabilirsen. Şeytan önlerine düşüyor, vur patlasın, çal oynasın bir hayat. Para, kadın, alkol ve kumar. Artık ne din, ne ahlak, sınır tanımıyorlar. Onlar için her şey mümkün. O suçluluk psikolojisinden de kurtuluyorlar. Gözlerinde şeytani bir pırıltı, dudaklarında müstehzi bir gülücük. Yerinde duramayan, aceleci, neşeli, zinde, yakışıklı, yaşam koçları her şeyleri ile ilgileniyor onların.”

Daha önce de şunları demişti:

“…iktidarın, parti, grub, kabine olarak içini temizlemesi gerek. Bunlardan karı-kız işi gibi şantaja açık tipler ve birtakım çevrelerle örtülü para-iş ilişkisi olanların sistemden ayıklanması gerek. Bunlar giderek mafyalaşıyor. Çoğu ciddi anlamda ahlaki zaaf içindeler. Fuhuş, alkol, kumar illeti ile malüller.”

Bunlar hep konuşulan ve bilinen şeyler. Önemli yanı ikrar edilmesi, itiraf edilmesi.

Allah’a şükür ki süreç’in ayıkladığı bir kaç “çer çöpü” istisna edersek bu rezilliklere bulaşan tek bir Hizmet gönüllüsü çıkmadı.

Yandaş yazarımız, AKP’nin gazete ve TV’lerinde namaz kılan kaldı mı/kalmadı mı belki bir başka yazıda itiraf eder.

AKP gazetecileri/ eliti/ yöneticileri/ bürokratlar maalesef bu acınası haldeler.

İşin komik yanı yazar bu kötülükleri sıralarken iki suçlu bulmuş.

Birincisi yazın başlığında. “Şeytan bizimkileri nasıl kandırıyor.” Yani AKP’li ‘masum çocuklar’ı Şeytan kandırmış. Yoksa aslında çok mazbutturlar!

İkincisi kim olabilir? Tabii ki 15 Temmuz tiyatrosunu üzerine yıktıkları cemaat.

“15 Temmuz’da başımıza bomba yağdıranlar yeni silahlarını kalbimize ve beynimize yöneltiyorlar. Kan lekesi yok. Kafa derimiz ve göğüs kafesimiz parçalanmıyor ama kişilik olarak ölüyoruz.”

Yani masum AKP’lileri bu rezil günahlara da cemaat sokuyormuş!

Allah akıllarını alınca ve utanma hissini kaybedince başka ne diyecek ki!

DAHA BÜYÜK NE BELA OLABİLİR?

Mülaeneye geri dönecek olursak…

Bu amelleri rahatça işleyebilmeden daha büyük ne bela olabilir?

18 bin kadının 700 bebeğin zindanlarda kalmasına seyirci ve destekçi olmaktan daha büyük ne bela olabilir?

200 bin meslek sahibini işsiz aşsız sokaka atmaktan daha büyük ne bela olabilir?

“Müslüman elinden ve dilinden başkalarına zarar gelmeyen kimsedir.” Hadisi ile yola çıkıp tüm insanların kendilerinden Allah’a sığındığı bir “Hulk”a dönüşmekten daha büyük ne bela olabilir?

Şerlerinden kaçarken bebeklerin denizlerde boğulduğu bir “Şeytanlaşma”dan daha büyük ne bela olabilir?

Hocaefendi’nin mülaenesi gerçekleşti/ gerçekleşiyor.

Sevinemeyiz ama ahiretlerini güle oynaya feda ettiler. Dünyalarını ise Allah ne zaman başlarına geçirecek bilemeyiz.

Hizmet gönüllülerine gelince… Hz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “hakikat noktasında musibet” olmayan sıkıntı ve işkencelerle mücadele ediyor ve Allah’ın izniyle sabredip kazanıyorlar. Velayet yollarına süluk ediyorlar. (Uzaktan ve hariçten gazel okuyan çok. Ama ben bu ağır mihnetlere maruz kalıp da isyan edene, atfı cürm de bulunana rastlamadım.)

Gözü, dünya nimetlerine, dünya makamlarına takılıp kalmış, asıl musibetin ne olduğunu anlayamayanlar mülaenenin cemaati çarptığına inanabilir.

“Ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.” Hadisinde olduğu gibi dünyayı değerlendirmeyenler; dünya ve ahireti yanyana iki salon yakınlığında göremeyenler mülaanenin hizmeti vurduğunu düşünebilir.

Varsın herkes dilediğini düşünsün. Önemli olan Nazar-ı İlahi.

Virginia Woolf’un meşhur sözüne ekleme yaparak bitireyim: “Başkalarının gözleri bizim zindanlarımız, başkalarının düşünceleri ise bizim kafeslerimiz” olduğu sürece Allah’ın bizim hakkımızda ne düşündüğü hep tâli kalır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin