YORUM | Dr. REŞİT HAYLAMAZ
Medîne’ye hicret ederken Zî Tuvâ’da Zeyneb Validemiz’in (radıyallahu anhâ) yolunu kestiler:
“Bize küfredercesine yapılan bu işi hazmedemeyiz; göz göre göre Muhammed’in kızını teslim edemeyiz!” diyor ve burunlarından soluyorlardı.
Bilhassa Hebbâr İbn-i Esved ile Nâfi İbn-i Abdikays, o gün kontrolden çıkmış, ne yaptıklarını/yapacaklarını bilemez olmuşlardı.
Gözü, intikamdan başka bir şey görmeyen Hebbâr’ın iki kardeşi Zem’a ve Akîl ile yeğeni Hâris Bedir’de kalmıştı.
Yaşanan arbedede deve delik deşik olmuş, Zeyneb Validemiz’in bindiği hevdec de darmadağın olmuştu.
Hamile haliyle devesinden düşen Hazreti Zeyneb’in (radıyallahu anhâ) kaburga kemiği kırılmıştı.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Kayınbiraderi Kinâne’nin arslan gibi kükreyişi olmasaydı, muhtemelen onu da öldüreceklerdi; yayına yerleştirdiği okunu Hebbâr ve Nâfi’ye doğrultup, “Vallahi kim bana yaklaşırsa ona bu oku saplarım!” dediğinde işin ciddiyetini anlamış ve tırsmışlardı.
Hâdisenin üzerine gelen Ebû Süfyân olaya el koymuş ve ortamı yumuşatmıştı.
Çok geçmedi, Hazreti Zeyneb, karnında taşıdığı çocuğunu kaybetti.
Akrabasına bunu yapmıştı; zira Hebbâr’ın babası Abdulmuttalib, annesi Hadîce Validemiz’in öz amcası oluyordu.
Bir tarafta bunlar yaşansa da ufukta Medîne vardı ve yaşadığı travma ile aldığı yaraya rağmen çok geçmeden Hazreti Zeyneb de hicret etti.
Ne var ki babasına, kardeşleri Fâtıma ile Ümmü Gülsüm’e kavuşsa da bir türlü sağlığına kavuşamadı.
Hatta, aldığı yara hiç kabuk bağlamadı ve Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), “O benim en hayırlı kızımdır; benim uğrumda nice sıkıntılar çekmiştir!” buyurduğu Hazreti Zeyneb (radıyallahu anhâ), hicretinden yaklaşık altı yıl sonra vefat etti.
O gün, henüz 30 yaşındaydı.
Kızına mızrakla saldıran, devesinden düşürüp kaburga kemiğini kıran ve düşük yapmasına sebebiyet veren Hebbâr’a Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), çok celallendi. Yaptıklarının yanına kalmaması için ashâbından bazılarını göndermiş olsa da bu gerçekleşmedi.
Aradan yıllar geçti ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’yi fethetti.
O da kaçanlar arasındaydı.
Canından korkmuş ve kendini güvenli bulduğu bir diyara atmıştı.
Ancak, gözü kulağı Mekke’deydi.
Gelen haberler, tahminlerinden çok farklıydı.
Kan davası gütmüyordu!
Sinesi herkese açıktı.
Herkesi affetmişti.
Kaçanların ardından arkadaşlarını göndermiş, onlara da kol kanat germişti.
Bırakın, dün yapılanları hatırlatmayı, bakışlarda bile dünü îmâ eden nazarları yasaklamıştı!
Sanki, herkesin altına kırmızı halılar sermiş, engin sinesine yerleştirdiği özel koltuğuna oturtuyordu!
Süheyl İbn-i Amr, İkrime ve Safvân İbn-i Ümeyye gibi en azılı Mekkelileri bile sinesine basmış, ne iltifatlar etmişti.
Hatta, rencide olma ihtimallerine binaen babalarına izafetle konuşulmalarını bile yasaklamış, dünü hatırlatan bütün olumsuzlukların üzerine bembeyaz bir örtü atmıştı!
Akıllı adamdı; “Herkesi affeden, beni de affeder!” dedi ve Mekke’ye gelmeye karar verdi.
Bu sırada Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Ci’râne’deydi.
Mescidin kapısında Hebbâr’ı görenin eli kılıcının kabzasına gidiyordu. Bir tarftan da, “Hebbâr! Hebbâr geldi yâ Resûlallah!” diyorlardı. Zira, fetih sonrasında hakkında idam fermanı çıkarılan sayılı insanlardan birisi de Hebbâr idi.
Öldürmek için ayaklanmaya başlamışlardı ki Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) müdahale etti.
İşaret etmiş ve Hebbâr’ı da yanına çağırmıştı.
Yıllarına pişman ve yaptıklara nâdim Hebbâr iki büklümdü:
“Yâ Resûlallah!” dedi. “Şehir’den, senden kaçtım; yabancı diyarlara gidip oralarda kalmak istedim. Ancak senin faziletin, iyiliğin, merhametin ve sana karşı bilmeden kötülük yapanları bağışladığını hatırladım ve sana dönmeye karar verdim!
Yâ Resûlallah!
Biz, şirk ehli idik; Allah (celle celâlühû), senin vesilen ile bize hidayet verdi ve helak olmaktan kurtardı.
Benim cahilliğime bakma ve beni de affet!
Sana karşı yaptığım kötülükleri biliyor, günahlarımı da ikrar ediyorum. Doğru, geçmiş günlerim, sana karşı kötülüklerle dolu; onların hepsini bağışla!
Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed de O’nun kulu ve Resûlü’dür!”
Resûlullah’ın sıcaklığında yeniden doğan Hebbâr, hayatının en huzurlu ânını yaşıyordu!
Beri tarafta ashâbdan bazıları hâlâ tedirgindi; onun gibi bir adam affedilemezdi!
Bu kadar kötü bir adamın gelişini hazmedemeyenler, huzura ermiş olsa bile Hebbâr’a sataşmış, sayıp dökmeye başlamışlardı!
Habîb-i Kibriyâ Hazretleri onlara döndü ve durdukları yerin doğru olmadığını ifade ederek Hebbâr hakkında kötü sözler söylenmesini yasakladı.
Tedirginliğini gidermek için önce Hebbâr’a döndü ve “Allah (celle celâlühû) seni en güzel şekilde İslâm ile hidayete erdirdi!” dedi. Ardından da ashâbına dönerek, “Bilmez misiniz ki İslâm, kendisinden önceki günahları yok eder!” buyurdu.
Artık Hebbâr da bir “sahâbî” idi ve sonraki günlerini, öncekileri affettirebilmek için ekstradan gayretlerle taçlandırdı.
Gün geldi, yolların ayrımındaki Hebbâr da Nâfi de vefat etti.
Bundan böyle çoluk çocukları, Allah davasının yılmaz birer mümessili, Resûlullah’ın emanetini kıtalara taşıyan birer sancaktardı.
Hazreti Ömer’in deneyip ulaşamadığı Sind fethi, Hebbâr’ın nesli arasındaki başka bir Ömer’e nasip oldu.
Dahası, Afrika fatihi Ukbe İbn-i Nâfi, bahsini ettiğimiz Nâfi’in oğluydu.
O gün, kin ve nefretle karşılansalardı, kan davası güdülüp intikam tercih edilseydi, kökleri karanlıkta iki ağaç böylesi iki tatlı meyve verir miydi?
Tımar görmüş bahçede herkes gül yetiştirir; esas hüner, bataklıkları gülistana çevirebilmektir!
Teşekkürler hocam
Allah razı olsun
Yüreğine,
Kalemine,
Duruşuna
Kurban vermeli inşaAllah
Malum olay olduğunda yanımdaki arkadaşıma demiştim ki: Kardeşleri Yusuf’u kuyuya attılar. Bekle ki Mısar’a sultan ola.
Sultan olan Yusuf kardeşlerine ne yaptı? Daha sonra sizin için rabbimden bağışlanma dileyeceğim!
Sonunda ne yaptı? Allahım benim canımı müslüman olarak al ve beni salihlerden eyle.
Şimdi! Yusuf’un manevi mirasçısıyız diyenlerin diline de aynı davranış ve dua yakışır. Bediüzzaman(ra) gibi, A(h)met Arif gibi değil!
Gülistan yazarlarına Selam ( ‘’Selamün Kavlen Min Rabbin Rahim’’ ) olsun İnşallah.
Keşke hikayeleştirdiğiniz bu Asrı saadet hatıraları,Çağrı filminde olduğu gibi filmi yapılabilse.Daha çok kitlelere ulaşırdı Peygamberimizi sevdirebilme adına.Peygamber egendimizin karakter özelliklerini film, animasyon gibi yöntemlerle yeni kuşaklara sevdirmek bence bu asrın en önemli hizmetidir.
aslında bir adım atmıştık; hem de ciddi. ancak malum süreç onu da etkiledi. vazgeçmedik; imkanlarımız olmadığı için pausa basmış olduk. birçok şahıs, olay veya dönemi konu edinen çalışmalar yapmıştık. inşâallah bir gün nasip olursa -ki olacağında hiç şüphem yok), “hind’in üç günü”ne odaklanmak isterim…