Görüşe çıkmayı beklerken, kendisini görmeye gelen evladını kazada kaybettiğini öğrendi

Kahramanmaraş’ta tutuklu bulunan İdare Hakimi Fatih Canik’in 5 yaşındaki oğlu, 19 Mayıs 2017 tarihinde babasının cezaevindeki açık görüşüne katılmak için çıktığı yolda trafik kazasında hayatını kaybetti. Tutuklu kaldığı cezaevinden Kahramanmaraş Cezaevi’ne nakledilen Hakim Canik, burada tutuklu bulunuyordu. Afyon’da yaşayan ailesi, ‘görüş’ için Hakim Canik’i karayoluyla yüzlerce kilometre yol kat ederek ziyaret ediyordu. Canik ailesi, açık görüşe gitmek için Afyon’dan Kahramanmaraş’a doğru yola koyuldu. Ancak yolda ailenin geçirdiği trafik kazası sonucu Hakim Canik’in 5 yaşındaki oğlu hayatını kaybetti.

Görüş günü koğuşunda ailesiyle kucaklaşmayı beklerken kötü haberi alan Hakim Canik’in o gün yaşadıklarına, aynı koğuşta kalan bir tutuklu yargıç mektubunda yer verdi.Hakim Canik’in o gün yaşadıkları, tutuklu meslektaşının, koğuş arkadaşının kaleminden:

“Renk ayrımını baz alarak yazmaya başlamak gibi bir huy bulunmasa da, siyah renkli kalemle yazıyor olmam bu günün aslında kara haberler getirmiş olan bir gün olduğunun habercisi.

19 Mayıs 2017 tarihi ve Kahramanmaraş Cezaevinde tutsaklığımızın devam ettiği bir kara gün. Aslında daha önceki gün bu tarih için daha pozitif cümleler kurmuştum. Çünkü bugün açık görüş yapılacağı ve tutukluların aileleri ile sevdikleri ile kapalı camlar ardından değil de, yüz yüze ve sarılıp kucaklaşarak görüşecekleri tadımlık bir gündü. Ve çoğu içinde öyle oldu. Ama B-13 için bu kez böyle olmayacaktı.

21 kişilik mevcut hazırlığını bir gün öncesinden yapmıştı ve açık görüşe hazırlanmıştı. Sabah ise son hazırlıklar tamamlanmıştı. 3-4 grup halinde herkes yukarıya yakınlarıyla görüşmek için çıkmaya başlamışlardı. Fatih Canik de yakınlarının ziyaret için gelmesini bekliyordu. Yol uzun olduğundan ve yorulmalarını istemediğinden gelmelerini dili ile istemese de gönlü ile ailesini çocuklarını görme onlara sarılıp kucaklaşma arzusu ile yanıyordu.

20 kişinin ailesi gelmişti ve herkes koğuşu terk etmişti. Fatih tek başına kalmıştı koğuşta. “İmkan mı bulamamışlardı, vakit mi olmamıştı gecikmiş mi idiler yoksa bir durum mu olmuştu” diye bazı sorular aklından geçmiyor değildi ama sanırım “imkan bulup gelemediler” düşüncesi ağır basmıştı.

Saat 11.00’den sonra açık görüşten dönülmeye başlanılmıştı. Fatih yatağında sakin bir şekilde oturmaya devam ediyordu. Sayım oldu ve sonra Fatih idare tarafından çağrıldığını bir gardiyanın koğuş kapısına gelmesiyle öğrendi.

Bir çoğu sanırım açık görüş için ailesi gecikti ve onun için gidiyordu. Evet öyle olmalıydı ki O da öyle düşündüğünden daha önce hazırladığı içi abur cubur dolu poşeti de yanına almıştı. Kısa bir sürede hazırlandı ve gardiyanla birlikte gitti.

Öğlen çayı yeni demlenmişti. Dışarıda da yağmur biraz bastırıyor, hızlanıyor ve sonra kesiyordu. Güneş kendini birkaç dakika gösteriyor sonra aynı senfoni tekrar ediyordu. Bu arada hava iyice karardı. Bulutlar sıklaşmıştı. Gökyüzü günü temsil edercesine kararmıştı. Önce iki normal gürleme, arkasından ise çok şiddetli bir gürültü kopuvermişti. Aslında bu bir babanın yüreğinin kükremesinin, feryadının aks-ı sedasından başka bir şey değildi.

Bu kadar gürültülü bir gökyüzü gürlemesi sanırım uzun zamandır duyulmamıştı. Ki bu ancak bir babanın acısını paylaşan, dünyaya haykıran bir çığlık misali idi.

Bunun böyle olduğu kısa bir süre sonra çok üzücü bir şekilde öğrenilecekti.

Kimi çayını içiyor, kimi ailesi ile yaptığı görüşün sıcaklığı ile duygularını dengelemeye çalışıyor, kimi gözlerini kapatmış muvakkat olmayan vuslatı hayal ediyor, kimi yağmura rağmen özgürlüğe adımın provasını burada gerçekleştiriyordu.

19 Mayıs 2017 tarihi idi ve saat öğleden sonra olmuştu. B-13’ün o hırçın ve acımasız kağısı bu kez korkunç bir sesle açılmıştı. Bir ses -ki o sese vicdanı olanın yüreği dayanamaz- yükselerek girdi içeri;

-Bugün benim gerçek bayramım, ben bir şehit babasıyım!

Öyle bir yakarıştı ki yankılanan katı vicdanların dahi yumuşamasına vesile olacak nitelikteydi.

Hiç kimse ne olduğunun ilk an farkına varamasa da, cümlelerin devamından Fatih’in aiesinin trafik kazası geçirdiği ve can oğlu, biricik oğlu, gül kokulu oğlu, Allah’ın onlara emaneti nurlu oğlunun bu elim kazada ruhunu Yaradan’a teslim ettiği anlaşılıyordu.

Şimdi neden gökyüzünün gürlediği anlaşılıyordu. Bu çığlığı neden bu denli feryat edercesine kopardığı belli oluyordu.

Metanet insanı, baktığında simasına Allah’ı anımsatan o abide insan öyle bir duruş gösteriyordu ki gözünde bir damla gözyaşı yoktu. Yüreği yanıyor, yanıyor öyle bir kaynıyordu ki –ehli vicdan bunu simasından hemen anlar- adeta kan ağlıyordu. Kalbi ile gözü anlaşma yapmışlardı. Yaş gözden değil kalpten akacaktı ama kalpten olan bir tuzlu su damlası değil kor olmuş bir kan damlası olacaktı.

Uzun bir süre bekledikleri (5 yıl) ve sonra Allah tarafından armağan olarak gönderilen Ahmet vefat etmiş ve Rabbine masum ve günahsız olarak tertemiz dönmüştü.

Çok acıydı. Dille ifade edilemezdi. Kalem yazamazdı. Bir kişi ağlamıyor lakin geriye kalan 20 kişi göz pınarlarındaki suyu kuruturcasına şiddetli bir fırtına etkisiyle ağlıyordu.

Herkesin dili tutulmuştu. Sinelere hançer saplanmıştı. Hıçkırıklara boğularak ağlıyordu yürekler ama o baba, örnek insan dimdik ayaktaydı ve şehadet parmağını havaya kaldırdı.

Her şey susmuştu. Yağmur damlaları adeta havada asılı kalmıştı. Derin bir sükut ile tüm tabiat kulak kabartmış bu babanın feryadını dinliyordu;

“Allahım bizlere bu zulmü yaşatan, göz yuman, göz diken, yanında kıyısında köşesinde bulunan, destek veren herkesi Allah kahretsin! Kendi zülümlerinde boğulsun. Eğer ki benim oğlumun ölümü ile bu iş son bulursa, duam budur rabbim! İsyan değil bu Allah’ım sen kabul et duamı! Amin.”

Ve belki orada bulunan tüm insanlarla bizlerin göremediği lakin varlığına inandığımız melekler ve tüm zevat belki amin demiştir.

Bu bir feryattı ki bir babanın yaşadığı zulmün feryadı. Zulmün devamıyla vuku bulan başka bir zulüm. İsyan değil ancak bir duaydı bu.

Derin ve uzun bir sessizlik sonrası o acılı baba elindeki poşeti masanın üzerine koydu ve içindeki çikolata ve bisküvileri masaya çıkardı. Oğluna kızına alınmış bir şeyler gibi…

Oğlumuza almıştım nasip olmadı demek ki Allah rızkını kesti bu dünyada deyiverdi.

Göz pınarları durmamışken bu kare karşısında tekrar aktı ve hıçkırıklara karıştı.

O baba tam bir yiğit oğlu yiğitti ve bunu tam gösteriyordu. Oğlundan bahsetmeye başladı. Dinleyenler ağlamaya devam ediyorlardı.

– Suyu çok severdi nerede olsa, dağ taş bir şekilde suyu bulur ve eğlenirdi. Şimdi cennette bir ırmağın kenarında doya doya oynuyordur. Allahım o cennetteki ırmaktan o ırmağın suyundan bir Damla’da bana nasip et. Sen kadirsin yarabbim.

Kısa kısa sessizlik oluyor ve devam ediyordu.

– Biz onu küçük hafız diye sevdik ve ona nurlu emanet derdik. “Mümin erkekler mümin çocukları ile cennette birlikte olacaklardır” manasındaki ayeti bir kaç defa tekrarlayıverdi.

İfade edilmez bir acı yaşanıyordu. Çok zordu. Aradan bir saat geçmemişti ki B/3’ün kapısı tekrar açıldı. Görüş zamanıydı sonradan öğreneceğimiz üzere eşi gelmemişti. Ne kötü bir karşılaşma, ne büyük bir imtihan ne zor bir sınavdı.

Fatih’in abisinin Afyon’dan kendi anne babasını alarak yola çıktığı, Ankara’dan eşi ve iki çocuğunu da alarak 19 Mayıs 2017 günü gerçekleştirilecek açık görüş için yola koyuldukları ve o gün sabah 06.30 sıralarında Göksün Kahramanmaraş yolu üzerinden ve yol ayrımında kaza yaptıkları, kaza neticesi diğer aile bireylerinin hafif yaralandıkları ama Ahmet’in ağır yaralandığı, hastanede 15-20 dakikalık müdahaleye rağmen kurtulamadığı durumuna vakıf olduk.

Kaza sonrasında Fatih’in kızı yalnız bir yerde çimlerin üzerinde aramada bulunmuştu. Ahmet kazadan hemen önce gözlerini açmış ve annesinin anlatımına göre ruhunu teslim edeceğini hissetmişti.

Fatih ise sabah 06:30 gibi kuşağında çok şiddetli bir uğultu duymuş ve kendini zor toparlamıştı. Hemen sonrasında televizyonun yanındaki pencereye 4-5 serçe konmuş ötmüşler, sonra ayrılıvermişlerdi.

Belki Allah Ahmet’i bu surete sokmuş babasına göstermiş ve ondan sonra ruhu uçup yaradanına kavuşmuştu.

Yaklaşık iki ay önce Fatih’in eşinin babası da trafik kazasında vefat etmişti. Eşi işten atılmıştı ve şimdi de büyük ve inanılmaz bir acı daha yaşıyordu. Tarifi mümkün olmayan bir acı ama o yine diyeceğini deyivermişti:

“İnna Lillah ve İnna lillahi raciun…”

Yani Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz.”

Başımız sağolsun

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin