Görmez Başkan konuşuyor: Mülkiyeti gasp harammış! [Abdullah Salih Güven – 1]

22 Haziran 2017 tarihinde medyaya düşen bir haberdi: Süryani kiliseleri Diyanet’e devrediliyor. Mehmet Görmez Başkan tam 14 gün sonra cevap verdi bu habere. “On gündür Avrupa’nın, Amerika’nın bütün gazetelerinde Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayan Süryaniler’in bütün kiliselerinin, Mor Gabriel Kilisesi’nin ve ona ait olan kabristanını ve bütün topraklarını Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis ettiğine dair bir yalan haber üzerinden kara bir propaganda yapılıyor.”

Doğrudur. Böyle bir haber yalandır. Koskoca Diyanet İşleri Başkanı yalan söyleyecek değil ya! Malum, yalan dinimizde haram. Ama neden 14 gün sonra! Bu soru benim kafamı kurcalıyor, sizin kurcalamıyor mu? Bir bit yeniği var bu işte. Böyle bir şey vardı, kamuoyu ve bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika basınında çıkan tepki haberleri nedeniyle devlet geri adım mı attı acaba diye insan düşünmeden edemiyor? Neyse dünyada olmasa da ahirette öğreniriz. Biz beyne sigorta attıran bu soruları bir kenara bırakıp sırtında Peygamber cübbesi, kafasında Peygamber sarığı taşıyan Başkan’ın dediklerine inanalım. Yalan haber bu ve yalan üzerinden karalama propaganda yapılıyor Türkiye’ye!

Konuşmasında devleti de müdafaa alanına aldı Başkan. Nasıl almasın ki devletin bir memuru, hatta o devlet rejiminin en önemli sigorta unsurlarından olan bir kurumun başında birisi olarak bunu yapmak zorunda. “Devlet böyle bir hata yapmaz” dedi ve devam etti: “Halbuki Türkiye bu coğrafyada hiçbir ülkenin yapmadığı bir şeyi yaptı. Bu topraklarda yaşayan ne kadar dini azınlık varsa onlara ait bütün vakıf mallarını iade etti. Hiçbir ülke iade etmezken Türkiye iade etti.”

Bugüne bakan veçhesiyle devlet böyle bir hata yaptı mı, bilmiyorum. Onu seçilmiş ve atanmışıyla devletlularımız, bürokratlarımız bilir. Ama şunu biliyorum, bu türlü asılsız haberler anında yalanlanır. Devlet yetkilileri çıkar, yalanlama yapar, asılsız haberi yapan basın yayın kuruluşuna hukuki yollarla tekzip, tashih gönderir, gerekirse dava açar, daha da ötesi yayın yasağı getirir, ceza yazar, yayınına son verir, hatta gider o basın yayın kuruluşunu ibret-i alem olsun diyerek şiddet kullanarak başar, kırar, döker, TMSF yoluyla el koyar, sonra yandaşlarına devir eder vs. Bunlar Türkiye’nin son yıllarda çok sık karşılaştığı artık AKP klasiği haline gelen ve herkesin alıştığı türden uygulamalar.

Bunun devamında söylediği şey ise, benim değil yakın çağ Türkiye tarihçilerinin konusu. Dini azınlıklara vakıf mallarını iade etmesinden bahsediyorum. Hiçbir ülke iade etmezken Türkiye etmiş. Gerçekten Türkiye iade etti, başkaları etmedi, bilmiyorum. Basın yayına yansıdığı kadarıyla bildiğim bu mesele bu kadar net değil. Hala daha azınlıkların bu çerçevede devam eden davalarının olduğunu biliyorum. Kaldı ki bu, fazilet değil ki? Neden azınlıkların mallarını gasp ettin? Asıl sorulması gereken soru bu? Denilebilir ki Cumhuriyet rejimini kuran insanların hataları onlar. Yeni değil. Biz onlardan sorumlu değiliz, onların yanlışlıklarını düzeltiyoruz deniyorsa, bu kabul edilebilir bir cevap.

Fakat konuşmanın devamı farklı bir zihniyeti ele veriyor: “Çünkü bu ülke büyük bir ülke. 4-5 asır önce bu ülkede farklı inançların mensupları bu topraklarda özgürce yaşadılar. İslam’ın emri gereği bunu yaptı ecdadımız.” Yapmayın Görmez Başkan. Bir cümle önce iade etti dedin. Neden iade etti? İade ettiğine göre demek ki ecdadımız gasp etmiş. Azınlıkların malları bu büyük dediğiniz ülke tarafından gasp edildiğine göre demek ki azınlıklar özgürce yaşamamışlar.

Yapmayın Görmez Başkan Allah aşkına! Ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun. Söylediğiniz bir cümle bir önceki cümlenizle çelişmesin. Sizin gibi profesör unvanlı hadis hocasına, başkanı bulunduğunuz kuruma, temsilcisi bulunduğunuz dini makama yakışmıyor bu türlü çelişkiler. Allah aşkına diyorum size, mazide ecdadımızın yaptığı güzellikleri, sizin tabirinizle İslam’ın emri gereğince zaten yaptıkları ve yapmak zorunda oldukları eylemleri toptancı, heptenci bir mantıkla ele almayın. Genellemede bulunmayın. Ecdadımız döneminde sıkıntı çeken, dini özgürlüğünün bütün unsurlarına sahip olmayan dini azınlıkların olduğunu da görün lütfen. Azınlıkların aleyhine cereyan eden hukuki, askeri, ekonomik, kültürel ayrıcalıkları da görün. Seçici tarih okuması yapmayalım diyor ya akademisyenler, siz de bir akademisyen olarak bu hataya düşmeyin. Milleti yanlış yönlendirmeyin. Moda deyimle ‘ver mehteri ver’ demeyin. Ecdadımızın bize bıraktığı miras içinde manzara sizin resmettiğiniz kadar berrak, şeffaf, her şeyiyle övünülebilir ve başlarımızı göklere eğdirecek ölçüde değil.

Ayrıca ecdadımızın güzelliklerinin arkasına sığınıp bugünü perdelemeyin. Kendinize şu soruyu sorun ki, siz bu soruyu en çok sorma makamında olan bir insansınız. Zira vazifeniz ve makamınız itibariyle devletin hala yapmakta olduğu yüzlerce binlerce yanlışa dur diyebilirsiniz. Durduramasanız da safınızı belli edersiniz. Soru şu: acaba farklı inançların mensupları bu topraklarda bugün özgürce, tekrar ediyorum öz-gür-ce yaşayabiliyor mu? Cevabını herkesin yaşayarak gördüğü bu soruyu asıl Görmez Başkanın sormasını ve cevap vermesini beklerim. Bekliyorum. Yalnız cevabi vermeden önce iyi düşünün. Düşünmenize yardımcı olması için aynı zamanda yer ismi olan tek bir kelime söyleyeyim size: Heybeliada.

Devam ediyor Başkan: “Bunu açıkça ifade edeyim, bu ülkede yaşayan herhangi bir dini azınlığın mabedini, toprağını, mülkiyetini Diyanet olarak kabul etmeyiz.” Çok onurlu, şerefli bir çıkış olarak görelim bu tavrı. Bir tek şartla, hayata geçirilmesi. Gerçekten devlet bu mülkleri Diyanet’e bağışlayacak, Görmez Başkan’da bunu görüp kabul etmeyecek. Bağlı bulunduğunu Başbakan’ın yazılı emrine, belki Cumhurbaşkanının en azından sözlü onayına hayır diyecek. Onların ısrar etmesi durumunda hem şahsının hem de yüz bin kişiyi aşan personeliyle başkanı bulunduğu kurumun izzetini, şerefini, onurunu düşünerek, İslami ilke ve prensiplere uygun olarak söylediği bu sözünden vazgeçmeyip gerekirse istifa edecek.

Şahsen benim bu konuda tereddütlerim var. Zırhlı Mercedes hikayesini hatırladım birdenbire. 2015 Mayıs’ında zırhlı bir Mercedes tahsis edilmişti Sayın Başkan’a devletimiz tarafından. Dini temsil makamında bulunan Başkan bunu kabul etmeyeceğini kamuoyuna deklare etti. Hem de “ibret-i alem olsun diye o aracı iade edeceğiz” sözleriyle. Bütün Türkiye kamuoyu takdirle karşıladı bu tavrı. Tebriklerin, teşekkürlerin ardı arkası kesilmedi. Günlerce hem geleneksel hem de sosyal medyanın konusu oldu. Onurlu bir çıkıştı. Bu arada madalyonun öbür ucunda Erdoğan’ın çıkışları oldu. “O arabanın fiyatı ne ki, gazeteler 1 milyon diyor, ben sordurdum Mercedes’in fiyatı 320 bin lira; haberim olsaydı bu arabayı geri verdirtmezdim” gibi cümleler sarf etti 7 Haziran öncesi siyaset meydanlarında.  Arşiv ortada. İsteyen bakabilir. Buradan özellikle “geri verdirtmezdim” cümlesinden anladığımız arabanın tahsisi ve “ibret-i âlem için o aracı iade edeceğiz” sözü gerçekleşmiş. Araba geri iade edilmiş. Ama hatırlanacağı üzere kamuoyunun yakından ve ilgiyle takip ettiği bu hadise soğudu, üzerinden yaklaşık bir ay geçti ve Görmez Başkan o zırhlı Mercedes ile bir iftar programına katıldı. Bu durumda şunu düşünüyor insan, ya iade edilmedi, ya da iade kabul edilmedi. Fakat hangisi olursa olsun netice değişmiyor, Görmez Başkan zırhlı Mercedes’i ibret-i alem için iade edecekti, ibret-i alem oldu.

Görmez Başkan’ın görmezliğinin tescili olan en önemli cümlesi ise şu: “Başkasına ait mülkiyeti gasp etmek İslam’ın reddettiği bir husustur.”

Aman Allah’ım! Ne büyük bir tespit! Buradan devam edeceğim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin