Gel sen de bir kahramanlık destanı yaz!

Yorum | Cemil Tokpınar

Allah’ım bu nasıl imtihandır böyle? Bilmem ki bu sürece hangi isim verilir? Kahramanlar geçidi mi, yiğitler direnişi mi, mübarekler kervanı mı, asiller duruşu mu, adanmışlar yürüyüşü mü, beklentisizler ordusu mu? Yoksa hepsi mi?

Zulüm her türlü acı ve işkenceyi reva gördükçe hizmet erleri de kahramanlığın bin bir türlü destanını yazıyor. Hangi birini analım? Mahpusuyla, muhaciriyle, gaybubet yapanıyla, şehidiyle, mafya tutulup evinden yurdundan kaçırılanıyla, hamile ve lohusa iken kelepçelenip hapse atılan şefkat kahramanlarıyla, malları gasp edilen yiğitleriyle, işlerine son verildiği için helâl rızkını başka işlerle kazanan kadın ve erkeğiyle, belki gününün yarısını namaz ve duayla geçiren kahramanlarıyla, yaraya tuz basar gibi hasretini bağrına basan bekleyenleriyle, çektiklerine sabredemeyip kendilerini intihara mecbur zanneden, belki de aklî muhakemesini kaybettiği için canına kıyan çaresizleriyle, mazlumlara yardım için seferber olmuş ensarlarıyla, sadece İslâm tarihinin değil insanlık tarihinin yıldızları resmigeçit yapıyor.

Aslında muhteşem bir tarih yazılıyor, bilmem ne kadar farkındayız? İnsan kavgada ve kazada acıyı pek fazla hissetmezmiş, savaşın heyecanına kendini kaptırır, belki de ülfet peyda edermiş. Ama kavga geçince, şöyle geriye dönüp bir baktığında, yaşanılan muazzam imtihanı fark edip, yazılan tarihin ihtişamı karşısında hayrete düşüp, “Hey gidi günler, neler neler yaşanmış” derken şu soruyu yarın değil bugün cevaplamak gerekiyor:

“Yazılan bu kahramanlık destanının bir öznesi miyim yoksa bir nesnesi mi?”

ÜZERİMİZE DÜŞEN VAZİFELER

Eğer bugün bu soruyu gönül rahatlığıyla cevaplayamazsak, istikbalde zalimleri ve mazlumları anlatan film ve dizileri izlerken belki gözyaşı dökecek yüreğimiz olabilir, ama zamanında sorumluluğunu yerine getirmemenin kahredici azabı vicdanımızı, ruhumuzu, bir mengene gibi sıkar, “Keşke o zaman üzerime düşen vazifeleri hakkıyla yapsaydım” demek zorunda kalırız. Bu sürecin kahramanları ruz-i mahşerde belki de nebilerle, salihlerle, şehitlerle beraber olurken bir hayıflanma daha yaşar, peş peşe sökün eden “keşkeler” girdabına salarız kendimizi; ama artık olan olmuştur, geçen geçmiştir ve o ifritten imtihanı yaşamak ve destan yazmak mümkün değildir.

Bu sürecin kahramanlarına arkadaş olmak için herkes konumunun yüklediği vazifeye sarılıp sadece “elinden geleni” değil, “elinden gelmeyeni” yapmak için çırpınmalı. Çünkü iman davası için canını, malını, rahatını, huzurunu, çevresini, makamını, işini, hatta bütün ömrünü feda etmenin ne kadar zor olduğunu anlamak için zulüm karşısında ölü taklidi yapan milyonlara bakmak yeter. Demek hak davada sebat etmek, sabretmek, direnmek, her şeye rağmen geleceğin planlarını yapmak her kişinin değil, er kişinin işiymiş. Yarın ahirette rütbelerini görüp “Vay canına” diyeceğimiz bu er kişilerin hangi birini analım demiştik. Anmaya ne yazılar yeter, ne kitaplar. Kıyamete kadar film ve dizileri çekilecek bir muhteşem destanın, belki de iç içe geçmiş milyonlarca destanın kahramanları onlar.

NELER ACILAR YAŞANDI…

Mesela Gökhan öğretmen. Kurgu darbeden bir hafta sonra gözaltına alınan, 14 gün işkence gördüğü hâlde duruşundan taviz vermeyip kahramanlığının bedelini canıyla ödeyen yiğit öğretmen. Masum ve mazlum şehide yaptıkları zulüm yetmiyormuş gibi bir de “hainler mezarlığına” gömme tehdidiyle anne babasının zaif ve nahif yüreğini inciten zalimlere karşı dik duran acılı ailenin izleyeni ağlatan konuşmalarını hatırlayınca daha şimdiden “Hey gidi günler” diyor insan. Gökhan öğretmenin dramını okuyunca 1961’de Risale-i Nur okuduğu için Nazilli’de gözaltına alınıp dövülerek şehit edilen terzi Mehmed Oğuz’u hatırlamıştım.

Allah’ım ne korkunç bir acıdır, karakola sapasağlam giden ciğerparesinin cansız bedeniyle karşılaşmak!

Ya gecenin karanlığında, düşman görüldüğü ülkesinden yarılıp bir selamet yurdu ararken küçük çocuğunu nehrin soğuk sularına veren annenin acısına ne demeli? Dönmek yasak, aramak yasak, ağlamak yasak! Çünkü teknede yalnız değil ve bir çığlık hepsinin yakalanmasına sebep olabilir. Bu nasıl bir acıdır ve o acıya dayanıp sebat etmek nasıl bir kahramanlıktır? Geçmiş asırlarda hak yoldan dönmediği için evladı ateşe atılan annenin sabır ve kahramanlığı gibi…

Nice şehitler gördük. Somali’de şehit edilen Hıdır ve Kemale öğretmenler, evi basılıp pencereden aşağı atılan Mustafa Kayapalı, Ege denizinde boğulan Maden ailesi, ağır hasta oldukları hâlde tahliye edilmeyen Hüseyin Pembe ve Mustafa Erdoğan masum ve mazlum olarak şehit oldu.

EMSALSİZ BİR ZULÜM

Haklarında hiçbir delil olmadığı hâlde tutuklanan 55 bin masumun yaptığı sadece asrın iyilik hareketine destek olmaları. Kurban bağışlayan, burs veren, okul açan insanlara yapılanlar, “düşman olsa bu zulmü yapamazdı” dedirecek cinsten. Bu süreçte şefkat kahramanları olan kadınları hapsetmek tek başına büyük bir zulüm olduğu gibi, bilhassa hamile ve lohusaları, hatta çocuklarıyla birlikte hapse atmak, 17 bin kadını ve 700 çocuğu zindana tıkmak tarihte emsali görülmemiş bir zulümdür.

OHAL ve KHK tezgâhlarıyla işine son verilen yüz binden fazla kahraman, ekmeğini taştan çıkarmaya çalışırken, aileleri de sabır ve tahammülle, belki de çalışarak aynı acıya çözüm bulmak için uğraşıyor.

Bu arada yılların birikimi olan şirketleri, fabrikaları, servetleri gasp edilen yiğitler farklı bir kahramanlık marşının güftesini yazıyorlar. Akın İpek’ten Boydaklara, Dumankaya’dan irili ufaklı yüzlerce firmanın sahibi yiğitlere kadar hepsi bir ayetin edebiyatını yapmakla kalmıyor ve onun manasını hakkıyla yaşıyorlar: “Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.” (Tevbe Suresi:111).

Zalimin zulmüne yardım etmemek için yurtlarındaki her şeyi bırakıp kendilerini bir meçhulün kucağına atan ve hayata sıfırdan başlayan muhacirler ise, sürecin hem acıyı hem umudu birlikte yaşayan mazlumları. Dünyanın dört bir yanına yayılmaları her ne kadar nice acılara göğüs germeyi gerektiriyorsa da neticede çok hayırlı ve tatlı hizmetlerin olması hicretin hikmet ve hayır yönü olarak karşımıza çıkıyor.

Neticede bu sürecin kahramanları saymakla bitmez. Bugüne kadar huzur ve barış ortamında canla başla hizmet ederek Allah’ın cemalî tecellisine mazhar olan hizmet hareketi bugün binler hikmetlere gebe acı ve ıztıraplarla celalî tecellisine muhatap oluyor. Zaten rahmetle gazap, lütufla kahır, kabz ile bast, celal ile cemal yan yana değil mi? Şu şiiri çok okumadık mı?

 

Hoştur bana senden gelen,

Ya gonca gül yahut diken,

Ya hil’at ü yahut kefen,

Lütfun da hoş, kahrın da hoş.

 

Peki, niçin bu acılar çekiliyor?

Demek kader yıllardır okuyup dinlediğimiz sahabe destanlarının bir benzerini yaşatmak ve yazdırmak istiyor, demek herkese gayreti nispetinde bir nam vermek takdir ediyor.

Hani ne diyorduk? Biz kimseyi aldatmayalım, ama ille de aldatan bir taraf olacaksa biz olmayalım. Zulüm de etmeyelim zulme de uğramayalım, ama ille de bir taraf zulme uğrayacaksa zulmeden biz olmayalım.

Ne yapalım, “Kimi atlas libas giyer/ Şükür bize aba düştü” demek lazım. “Ya Ömer istemez misin, dünya onların olsun, ahiret bizim” diyen Nebiye (s.a.v.) kulak vermek lazım.

Ve dua kahramanı olmak lazım. “Allah’ım, masum ve mazlum mahpuslara, esirlere, kaçırılanlara, parçalanmış ailelere, terör ve savaşın hedefi olan müminlere, muhacirlere, gaybubette bulunanlara, işsiz bırakılanlara, malları gasp edilenlere, canını feda edenlere, ensarlık yapanlara yardım ve inayet eyle, rahmet ve mağfiret eyle, teyid ve takviye eyle, himaye ve muhafaza eyle, ferec ve mahrec lütfeyle fetih ve nusret ihsan eyle.

Ey nefsim! Bunca hizmet ve hakikat kahramanlarına dünyada ve ukbada arkadaş olmak istersen, gel sen de bir kahramanlık destanı yaz. Maddeten ve manen konumunun hakkını ver. Varlıkla değil yoklukla, kahkahayla değil gözyaşıyla arkadaş ol. Bugün gereğini yapmazsan yarın bin katını yapsan da telafi edemezsin. Gel, fırsat bu fırsat. Cennetin kapıları ardına kadar açıldı. Bugün yapacağın hizmet, bir değil bin yazılabilir. Gelecekte bütün dünya hizmete koşarken ne kadar fedakâr olursan ol, bugünkünün faziletine yetişemeyeceksin.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Allah razı olsun Hocam. Rabbim son nefesimizi dahi O’na teslim ederken razı ve hoşnut olacağı hayırlı ve bereketli haseneler yapmayı nasip eylesin.

  2. Elhamdülillah.. şimdiden îmanda beni aşanlar varsa… gelecek olanlar tasavvurun ötesinde v’Allaha.. sonları hep sürpriz olarak hazırlıyor… asla tahmin edemeyeceğin şekilde.. hâni bâzı filmlerin sonunu tâ filmin başında biliriz..kimi son da sürpriz olur…ama filmdeki bu sürpriz tasavvurun dâhilindedir..biri mutlâka bilir…hem zâten yazan senarist biliyor..senariste o aklı veren de var…bir sır değil yâni..Can ve Canan arasında…
    oysa O’nun hazırladığı sonu..sâdece O biliyor… ve sürpriz yapmasını seviyor şükrenlillah
    bize de “vav be” demek kalıyor..
    ve Vav Be!
    deriz…sanırsam..
    vesSelâm

  3. Yüreğinize,kaleminize sağlık. Haftada bir gün dahi olsa şükürler olsun ki bizi yalnız bırakmayıp,koca dünyamız daralırken ferahlatıyorsunuz bizleri.

    Demek ki her şerde bir hayır olduğunu içimize sindirebilmemiz için bu zulüm görünümündeki nimetlere mazhar olmak varmış. Kalbimizi kıblemize yönlendiren yazılarınızı sabırsızlıkla beklerken, herkesi Rabbime emanet ediyor,saygılarımı iletiyorum pek kıymetli sevgili hocam.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin