Gazetenin ismi Cumhuriyet

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Gazetelerin isimleri önemlidir de, gazetelerde ne yazdığı daha önemlidir. Tarihçelerinden önce dürüstlük, yansızlık, ilkeler, başka bir ifadeyle duruşları ön planda olmalı, bu kıstaslar üzerinden değerlendirmeleri yapılmalı. Sonrasında, özgür düşünceye verdikleri önem dikkate alınır, iyi gazete kötü gazete ayrımında. Farklı fikirlere, alternatif düşüncelere, birbirinden ayrı düşen yorum ve görüşlere aynı sayfada yer verebilen mecralar, özgür medyadır. İnsanların farklı düşünmelerini doğal sayan, tek tipçi ve endoktrine edici düzenli yayınlara gazete denemez. Gazete, mesafeli duruşu gerektirir. Güçlüden yana olmak ve sayıca az olanı veya güçsüzü taktik gereği savunmamak, sesi yüksek çıkanın ekosunu yansıtmak, Sovyetler dönemindeki parti yayın organı olan Pravda (gerçek) adlı propaganda aracının konumundan bile daha aşağılıktır. Çünkü totaliter bir devlette herkes özgür düşünce olamayacağını bilir. Farklı sesler, totaliter, otoriter ve baskıcı sistemlerde genel yayın akışı içinde, ana akım medyada yer bulamaz. Bunu herkes bildiğinden, özellikle günümüzde alternatif haline gelen internet gazetelerine veya sosyal medyaya başvurur, edinmek istediği faklı bakışları oradan edinebilir. Dahası, sesini bu eşitlikçi platformlarda duyurabilir.

Esasında özgür basın, güçler ayrılığı kadar demokrasinin ön şartıdır. Hatta güçler ayrılığından bile önde gelir. Güçler ayrılığının zedelendiği ülkelerde insanlar basındaki eleştirilerden ve edindikleri bilgilerden yaşanan durumu öğrenebilirler. Zorbalar ve diktatörler, zalimler ve faşistler, tek adamlar ve maşalar, hırsızlığa ve yolsuzluğa batmış olanlar, iktidarını kaybetme alternatifleri olmadığından özgür basından nefret ederler. Politik sistemi araçsallaştıran ve onu “ideal insan üretim fabrikası” olarak görenler, çeşitliliğin garantörü olan özgür basını ve medya mecralarını kontrolleri almaları gerektiğini bilir. Hitler’den Stalin’e, Çavuşesku’dan Saddam Hüseyin’e, Mao’dan Baas tipi rejimlerin apoletli veya takım elbiseli diktatörlerine, ortak yönleri olan tek tipçi sosyal mühendislik rejimleri, insanların birbirine benzememesini bir anomali olarak görür. Böyle rejimlerin olmadığı yarı özgür ülkelerde de toplumu kendi denetimine ve kontrolüne almak arzusunda olan irili ufaklı gruplar ve hareketler vardır. Türkiye eskiden beri yarı özgür ülkeler sınıfında yer tutmuş bir ülkeydi. Soğuk Savaş ertesinde, 2000’lerin ilk on yılının birinci yarısında ulaştığı özgür ülkeler ligine yükselme başarısını koruyamayıp, maalesef küme düşmüş bir ülkemiz var. Biz bu ülkenin bahtsız çocuklarıyız. Türkiye artık zorbalıklar ve diktatörlükler liginde. Yani serbest düşüş devam ediyor. Önümüzde İran-Kuzey Kore ligine kadar en alt kümeye kadar az bir yol kaldı. Cumhuriyet gazetesi, böyle bir ülkenin gazetesiydi. Hep öyle oldu. Bunları İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Hikmet Çetinkaya, Hasan Cemal, Mümtaz Soysal ve diğer pek çok yazarı tek haneli yaşlarından beri evine giren Cumhuriyet’ten okumuş biri olarak yazıyorum. Babamın gazetesi olan Cumhuriyet’ten bahsediyorum. Ziverbey Köşkü kitabında faşizan bir muamelenin mağduru olmuş İlhan Selçuk’un Pencere’sinden hayata uzun yıllar bakan bir çocuk vardı eskiden. İlkokulda Andımız’ı ezberden en iyi okuyan ve ağlayarak okurken, öğretmenlerini de ağlatan bu çocuk, Kemalizm’den sosyalizme olan yolculuğunda, nasyonalizmi sorgularken kendisini Cumhuriyet’le çelişirken bulmuştu. Yine de Kemalizm’in eklektik yapısını kendi inandığı ideolojiye uydurmaya çalışmış, “az gelişmiş toplumlarda ulus bilinci” vs. tezleriyle esasında Kemalizm’in ne kadar da “ilerici” olduğunu etrafına anlatmıştı, lise iki lise üç yıllarında arkadaşlarına. Zamanla Kürtlerin başına gelenler, milli burjuvazi oluşturma çabaları, Nazım Hikmet gibilerin dramları gibi konular zorlasa da, Cumhuriyet hep pusulası olmuştu benim gibi “Türk solcularının”.

Cumhuriyet, bize ulusalcılığı sol olarak pazarlıyordu

Sonra alternatif sol yorumları okumuş, derken üniversitede dünyaya değişik pencerelerden bakan yazar ve düşünürlerle tanışmış, sol düşüncenin Avrupa’da nasıl liberal demokrasiyle aynı potada eriyerek sosyal demokrasi ya da demokratik sosyalizme evrildiğini öğrenmiştim. Bu düşüncelerim Friedrich Ebert bursu kazandıktan sonra ve Alman sosyal demokratik hareketini öğrenip Sosyal Demokrat Parti’ye üye olduktan sonra da devam etti. Derken demokratikleşme konusuna ilgi duydum. O literatürü okudukça, neden anayasal temel bir demokratik hukuk devleti olmadan özgür olunamayacağını karşılaştırmalı ülke analizlerinde bizzat inceleyerek gördüm. Doğu Avruğa demokratikleşmesi deneyimini Akdeniz ülkelerinin demokratikleşmesi süreciyle karşılaştırınca, Türkiye’de neden demokratikleşme olamadığını anlayacaktım. Çünkü Türkiye’de haim ana akım sol, sol değildi. Ulusalcılık sol tandanslı bir nasyonalizmdi. Oysa Cumhuriyet, bize ulusalcılığı sol olarak pazarlıyordu. Mustafa Kemal sol bir lider değildi. Ulus devlet kurmaya çalışan bir nasyonalist pragmatik asker devlet adamıydı. Bunda yanlış bir şey de yoktu zaten. Yanlış olan, Mustafa Kemal’in olmayan ideolojisini solculuk olarak pazarlamaya çalışmaktı. İlhan Selçuk’lar, Uğur Mumcu’lar, Mümtaz Soysal’lar falan hep üçüncü dünya tipi nasyonalist aksiyonerlerdi. Solculukları, Müslüman mahallesinde seküler olmaktan dolayı kabul görüyordu. Her şeyden önce enternasyonalist değillerdi. Bakın bu işi anlamanın kolayı var: Kürt sorunu konusunda hiçbir Cumhuriyet yazarı (derin) devlet çizgisi dışına çıkmazdı. Kürtlerin oğullarına istedikleri ismi koyma hakkını bile çok gören kimseye solcu demem ben. Dahası, kimse demez dünyada. Çünkü nasyonalist nasyonalisttir, solcu değildir, olamaz. Cumhuriyet, Hasan Cemal gibi gerçek demokrat insanların etkisindeyken bile, bu çizgisini değiştiremedi. Hitler dönemine güller atan, faşist İtalya’ya selam çakan, Milli Şef’çi bir geçmişe kadar geri gitmenize gerek yok yani, bunu ortaya koymak için. 1980’ler ve 1990’lar, zaten Cumhuriyet için yeteri kadar referans veriyor. Son yıllarda Ahmet İnsel gibi aydınlar yazmasına karşın, devamlı olan direnç, bu geçmişten ve onun gerçeklerinden ileri geliyor. Bünye bunu kabul etmedi. Okur da. Çünkü profil buydu.

Esasında mesele şu: CHP denen parti nasıl sol bir parti değilse, Cumhuriyet de sol bir yayın organı değildi. İdeolojik bakımdan Marksist ekonomi politikle bağ kuramayan (eleştirel seviyede bile!), sınıf ilişkilerini gündemine sokamayan, temel insan ve azınlık haklarıyla alakalı net bir pozisyonu bulunmayan yapılardan sol-ilerici bir duruş beklemek, ekvatorda kar yağmasını beklemek kadar anlamsızdır! Bu memlekette milyonlarca Kürt var ve varlıkları 100 yıldır bilimum şekilde inkâr ediliyor. Cumhuriyet, Cumhuriyet’te kendisine yer bulamamış Kürt insanının dertlerini yazmayan bir gazete olarak, Cumhuriyet’e yakışan, dahası rasyonel olan duruşu benimsedi hep. Avrupa Birliği konusunda yapılan tüm reformlara “taviz” diyen bir gazete oldu. Evrensel demokrasiden haz etmeyen, “çarıklıların” oy hakkından rahatsız olan, “ordunun devleti kollaması” görevine inanan, “27 Mayıs devrimi” diyen memur ailelerinin okuduğu, derin devletin sesi olmak, solculuk değildi. Olamazdı. Cumhuriyet, homo respublicus yayın organı olarak, asla devlet karşısında bir eleştiri yapmadı. Yapan yazarlar çıksa da onlar zamanla ortadan kayboldular. Ya da bu son müdahaledeki gibi, alenen tasfiye edildiler.

Üzülmeyin, ağıt da yakmayın

Önemli olan hangi gazetede yazdığınız değil, ne yazdığınıdır zaten. Sözüm tüm tasfiye edilen yazarlara, gazetecilere, meslektaşlarıma. Kırın ön yargılarınızı, kırın. Bakın sizin de başınıza geldi. Kimine kayyum atıyorlar, kimine kayyum atayan gücü atıyorlar. Erdoğan’ın değil, onun arkasındaki gücün kim olduğunu ne olur kavrayın artık. Milliyetçilerle ulusalcıların esasında sağ nasyonalistlerle sol nasyonalistler olduğunu görün. Erdoğan’ın muhafazakârlığının, İbrahim Kafesoğlu’nun Türk İslam Sentezi’ni ideolojisi yapan 12 Eylül’cüler gibi, bugün de İslamcılığı derin devletin kaldıracı olarak kullanan tasarımcı aklı fark edin. Cumhuriyet aslına rücu etti. Alkışlayanlar, kendini belli etti, bu önemlidir. Bu bir turnusol kâğıdı, bir tür testtir der, geçersiniz. Ve hayat, sıradan faşizmle kaldığı yerden devam eder. Siz kararınızı verisiniz, devam mı, yoksa tamam mı!

Sizden az daha genç bu kardeşinizin sesine kulak verin, ülkenizi seviyorsanız eğer

Gerçekleri yazın. Aydınlık cumhuriyetin sözcüsü olmanızı bekleyen gücün, sizin dışınızda kimlere hangi kulpları taktığının ayırtına varın, olmaz mı? Size PKK güzellemesi yapan devlet düşmanı tipler muamelesi yapanların, 15/25 Aralık’a eleştirel bakanlara “Paralel Devlet” dediğini hatırlayın, hafızanızı zorlayarak. Zaman Gazetesi’ne el koyan gücün, sizin işinizi elinizden alan gücün aynı olduğunu gördünüz mü? 15 Temmuz’da “Allah’ının nimetinden” yararlananların, “FETÖ’cü” dediklerinin bugün sizlere devlet düşmanı demeleri düşündürücü değil mi? Kürtlerin kentlerini ve mahallelerini bombalayanların, bodrumlarda insan yakan alçakların, “solcu” gazetenizi ele geçirmeleri söylemini kullanarak, esasında gerçekleri hala manipüle ediyor, rejime çalışıyorsunuz, size ve vatana yararı varmış gibi hala. Bırakın bunu. Adını koyun olanın. Gerçekle yüzleşin. Cumhuriyet siz orada yazdınız diye solcu olmadı hiç. Cumhuriyet hiç sol olmadı. “Burjuva demokrasisi” demek yerine, liberal demokrasinin temel hukuk devleti ve insan-azınlık haklarını talep edin. Yurt dışındaki geniş çevrenize Cumhuriyet’i değil, elimizden alınan özgürlüklerimizi, hukukumuzu, haklarımızı anlatın. Sadece kendinize değil, ülkenize de bir yararınız olsun. Çünkü nasyonalizm ve İslamcılık son durak olacaksa eğer, bu Türkiye’nin sonu olacak. Gazetelerin isimleri önemlidir de, gazetelerde ne yazdığı daha önemlidir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. İslamcıların belki dindar ve ötelenmiş olan tüm kesimlerin mağduriyet yaşamasında ve nihayetinde öfke dolu olmasında Cumhuriyet, Hürriyet ve Milliyet gazeteleri en önemli paya sahipler.

    Hiçbir zaman toplumun, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin yanında olmadılar.

    Hep ağizlarındaydı fakat sadece kendileri için.

    Chp nasıl ki bugün demokrasi varmış süsü veriyorsa dünyaya, bu gazeteler de lafta varlardı fakat tam tersi işlerin destekcileriydi.

    Ne aydın oldular, ne de aydınlattılar.

    Düşmanlığı artırdılar, farklılığa tahammül etmediler, acıların kaynağı oldular.

    Ya arkadaş bu Ergenekon davalarının hiç mi doğru tarafı yoktu?

    Sözüm ona solcu demokrat bu gazeteler hiç mi sorgulamayacaklar?

    Hadi biz cahil, anlamazdık!!! Ya anlayan, bilen, solcu olan sizler neredeydiniz?

    Solcu gömlekli nasyonalistler!

    Doğru tespit.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin