Futbolun ölümsüz imparatoru!

İnsanlığın kirli tarihi ya da FIFA (3) 

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Futbol üst tabakanın eğlencesi olarak doğmuştu. 

Yıllar yılı aradan akan sular o kadar güçlü ve sarsıcı oldu ki, futbol yoksul kesimin oynadığı, zenginlerin para kazandığı bir sektöre dönüştü. 

Futbolun gücünü ve etkisini kullanmak isteyenlerde ilk sıra, askerlerindi. Generaller 1. Dünya Savaşı esnasında futbolu tepe tepe kullandılar. Ancak savaş pek çok sporcu ve spor adamını yok etti maalesef. 

Ardından diktatörler çağı başladı. Hitler, Mussolini ve Stalin gibi diktatörler kullandı futbolu. Tarihin hiçbir döneminde hiçbir spor dalı bu kadar kullanılmamıştı. 

Yayınlanan iki bölümde, futbolun bir kurallar bütününe sahip olması, disipline edilmesi ve kurumsallaşması dönemlerine bakmıştık. Bugün futbol tarihinin kırılma anı olan FIFA 1974 başkanlık seçimlerinden sonrasına bakacağız.

En baştan belirteyim, imparatordan kastım bu yazıda ismini sıkça okuyacağın ünlü futbolcu Pele değil. 

Futbol alemi bu tür “titr”ler kullanmayı çok sever. 

Kral der, savaşçı der, şövalye der, imparator der… 

Bugün size gerçek ama o kadar da kirli bir imparatorun hayat hikayesiyle birlikte FIFA tarihinden bir kesit anlatacağım. 

Futbol tarihi bir tür kirliliğin tarihiydi. 

Keşfedildiği günden itibaren önce bir süre zengin eğlencesi oldu, ardından federasyona dönüştü. Ancak futbol belki de en saf ve temiz günlerini ilk döneminde yaşamıştı. Sonrasında askerler, diktatörler kontrol ettiler bu endüstriyi. 

Diktatörler ise futbola bayılıyordu. 

Pele de bir diktatörün seçim kampanyasına katılmak zorunda kalmıştı!

Salvator Allende ve Augusto Pinochet gibi diktatörler de, günümüz diktatörleri gibi futbola ilgi duyuyordu. Şili’de diktatörler stadyumları hapishane olarak kullandılar.

İki Dünya Savaşı ve savaşlar sonrası kontrolü ellerine geçirip demir pençe ile ülkelerini yöneten diktatörlerin futbolu bırakmaya niyeti yoktu. Netflix’te yayınlanan Pele belgeselinde ayrıntısıyla öğrendik ki, Pele mecburen devrin diktatörü … hizmet etmişti. 

Oysa aynı belgeselde sanatçı Gilberto Gil’in şöyle bir cümlesi vardı “Brezilyalılar, Pele aracılığıyla kendilerini sevmeyi öğrendiler.”

Diktatör … bu sevgiyi ülkeyi kontrol edebilmek için tepe tepe kullandı. 

Şimdi kısaca bu olaya bir göz atalım. 

Tarih 1964… 31 Mart günü askeri birlikler General Olympio Mourao Filho komutasında (tüm generaller 2. Dünya Savaşı’na katılmışlardı ve savaş bitince boşluğa düşmüşlerdi)  Goulart hükümetini devirmek için yola çıktı. Kendi genelkurmay başkanı da ona ihanet etmişti ve Goulart, Uruguay’a kaçmak zorunda kaldı. 

Brezilya, askeri diktatörlük açısından diğer ülkelerden biraz ayrılır. Genelde diktatörler ömür boyu iktidarda kalmayı tercih ederken Brezilya’da durum böyle olmuyordu. Örneğin darbe sonrasında başa geçen Pascoal Ranieri Mazzilli sadece 13 gün ülkeyi yönetti. Ondan sonra göreve gelen General Humberto de Alencar Castelo Branco ise üç yıl iktidarda kaldı. Ancak Branco ölüm dolayısıyla görevden ayrılmadı, başka bir ifadeyle Branco emekli olduktan 6 ay sonra uçak kazasında öldü. O da ayrı bir muamma ama ana konumuzla ilgisi pek yok. 

Branco’dan sonra iktidarı ele geçiren Mareşal Artur da Costa e Silva’nin hükümranlığı ise 2 yıl sürdü. 

Sonra ki diktatör Pele’yi de bir halkla ilişkiler malzemesi olarak kullanan meşhur Emílio Garrastazu Médici’ydi. 

Diktatörlüğün en büyük baskı çağını dayatmış olan Medici bir futbol hastasıydı. 1969’da “1000. gol”ü attıktan sonra Pele’yi resmen ödüllendirmiş ve üstü açık arabasına bindirip Rio De Janeiro’nun caddelerinde gezdirmişti.

İşte FIFA’nın başına geçen multimilyoner Joao Havelange böyle bir ülkenin vatandaşıydı. Aslında soy isminden de anlaşılacağı üzere köken olarak Brezilyalı değildi, babası (Jean-Marie Faustin Goedefroid de Havelange) vaktiyle Belçika’dan Brezilya’ya göç etmiş bir silah tüccarıydı. Rio seçkinlerine Winchester tüfeklerini satıp voliyi vuruyordu.

17 yaşında babasını kaybedince işlerin başına geçti. 

Çok zengindi ve paradan başka zaafı yoktu. Açıkçası çok acımasız bir iş adamıydı. Örneğin satın aldığı bir otobüs firmasının rakiplerini üç ay gibi kısa bir süre içinde tarihe gömmüştü. 

Bu (Rous’a nispeten) genç silah tüccarı koltuğa oturur oturmaz, “Kazan kazan” mantığını işletti. 

Futbol, yani FIFA kazanacaktı ki, kendisi de kazansın.

Yıllar sonra ülkesinde parayı bastırıp kendisi hakkında kitap bile yazdıracaktı: JOÃO HAVELANGE — DÜNYA FUTBOLUNUN ÖLÜMSÜZ İMPARATORU

Şimdi çok kısa olarak tekrar o seçim gününe dönelim. 

Halef-Selef; Rous-Havelange

Frankfurt’ta FIFA delegelerinin kaldığı otel odalarından birindeyiz. İngilizlerin halen başkanı ve tekrar aday olan Stanley Rous’un odasında enteresan bir kişilik vardı: Meşhur Adidas markasının kurucusu olan Adolf Dassler’in oğlu Horst Dassler.

Dassler, Rous’un kampanyasını yönetiyordu ama kısa süre içinde yanlış tarafta olduğunu anlayacaktı. 

Çünkü Rous ne rüşvete meyilliydi ne de Adidas’ın istediklerini koşulsuz vermeye. 

Dassler, o akşam Yugoslav teknik direktör Blagoje Vidinic’i otel odasına davet etti. Vidinic, Dassler’in onlara Adidas kramponları ve eşofmanları giydirdiği 1970 finallerinde Fas’a hocalık yapmıştı. 

Tam bir azgelişmiş ülke spor sömürücüsü olan Vidinic, (1970-1990 arasında böyle sayısız Yugoslav Türk futboluna girip çıkmıştır) şimdi ise Zaire’yi (Ya da Demokratik Kongo Cumhuriyeti!) çalıştırıyordu ve yeni takımına da Adidas’ı giydirmişti.  

Ancak Dassler onunla ayakkabı ya da forma konuşmak niyetinde değildi. 

Burnu iyi koku alan Horst Dassler, Rous’un seçimlerini kaybedeceğini anlamıştı. Yanlış ata oynamıştı ama bunu değiştirmek elindeydi. Ve Vidinic’e şu tarihi soruyu sordu: “Joao Havelange’ın kaç numaralı odada kaldığını biliyor musun?”

O dönem özellikle seçimlerden önce etik olmadığı için, hiç kimseye kimin hangi odada kaldığı asla söylenmiyordu. Ancak Vidinic oda numarasını fısıldadı Horst’un kulağına. 

Gece geç saatte Havelange’ı odasında ziyaret eden Horst gergin girdiği odadan rahatlamış olarak çıkmıştı. Çünkü aynı karakterde – ya da karaktersizlikte – bir kişi ile tanışmıştı ve bu Horst Dassler için daha fazla zenginlik demekti!

Bu görüşme dünya futbol tarihini değiştiren bir görüşmeydi aslında. 

Bu görsele iyi bakın. Adidas’ın patronu Horst Dassler pek çok futbolcuya malzemenin yanında Rolex gibi pahalı hediyeler vererek de yıllarca kafaladı.

Bu arada ilginç bir ayrıntı vereyim; Havelange’ın çok büyük bir uçak korkusu vardı. Çok çok mecbur kalmadıkça asla uçağa binmezdi ancak buna rağmen 1974 seçimlerinin hemen öncesinde tam 86 ülkeyi ziyaret etmişti. Oysa rakibi Rous, Avrupa’nın dışına hiç gitmiyor, hatta Londra/Paris/Frankfurt hattının dışını pek bilmiyordu!

Ve elinde güçlü bir silah daha vardı: Pele. Ülkesinde bir kahraman, dünyada bir marka olan Pele, Havelange’ın kampanyasında çalışıyor ve silah tüccarı bu adam tıpkı Diktatör Medici gibi onu kullanıyordu. 

“Diktatöre niye hizmet ettin?” türünden eleştirilere “Uzaktan söylemek kolay. Hayatımız söz konusuydu” diyen Pele’nin Havelange’e yardım etmesinin motivasyon unsurunu çözmek çok zor değildi: Para!

Havelange her daim yanında tıka basa para dolu bir çanta ile gezerdi. 

Mesela seçimlerin kırılma anlarından biri Havelange’ın Afrika gezisindeki kazanımıydı. CAF (yani Afrika Federasyonlar Birliği) Başkanı idealist Etiyopyalı Ydnekatchew Tessema’yı bir çanta dolusu parayı sehpanın üzerine koyarak ikna edebilmişti!

Hasılı kelam, Havelange sadece 1974 seçimlerini kazanmadı, aynı zamanda şeytan üçgeninin ikinci sac ayağını da bulmuştu: Horst Dassler. 

Sıra üçüncü ayağa gelmişti… 

(Devam edeceğiz)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin