Erdoğan’ın Zarrab yanılgısı [NAZİF APAK]

Son Amerika ziyareti sırasında Erdoğan Zarrab olayına kilitlendi. Suriye gibi acil bir gündem varken Zarrab da nereden çıktı diye merak etti herkes; ancak mevzunun derinliğini bilenler için sürpriz değil bu. Zira Reza Zarrab olayı her geçen gün biraz daha yönetilemez hale geliyor ve her yeni adım Erdoğan’ı ve aile fertlerini kuşatıyor.

Zarrab göz altına alındığında belirlenen strateji şu idi: ‘Zarrab konusu bizi ilgilendiren bir konu değil.’ Bu formülü medyaya bizzat Erdoğan açıkladı ve keskin bir konuşma yaptı. O beyana göre Zarrab ile Erdoğan’ın da Türkiye’nin de Amerika’daki göz altı ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Mesaj bu kadar açıktan ve net verilince hızını alamayan birileri de ‘Bu konunun bizimle ne ilgisi var!’ çıkışına devam ettiler. Şamil Tayyar gibi hızını alamayanlar Zarrab’a saydırmaya bile kalkıştı…

Coşkun konuşmaların Parti içinde (tepede) rahatsızlığa yol açtığı da biliniyor; çünkü Egemen Bağış, Zafer Çağlayan ve Muammer Güler, Zarrab yüzünden feda edilmişti. Ak Parti içindeki Zarrab ayrışımının farkında olmayan bazı saftirik adamlar uluorta konuştu konuşmasına ama tokadını da fena halde yedi. Mesela Cem Küçük. Her aklına eseni ekranlarda konuşan Küçük, müstafi bakanlar için ‘rüşvet iddiası doğru’ deyince en tepeden aforoza maruz bırakıldı. Çocukcağız, o gün bugündür Erdoğan’ın uçağına binemiyor; çünkü farkında olmadan aile içinde derinden derine kanayan bir yaraya bastı.

Aile içi diyorum. Reza’nın adı, fotoğrafı, etkinliği sadece birkaç bakan ile sınırlı değildi ki! Savcı Bharara daha dosyaya başlar başlamaz Emine Erdoğan başta olmak üzere ailenin öncülük ettiği dernek ve vakıflara atıfta bulundu. Sebebi çok basit: İran asıllı genç bir adamın milyar dolarlık işler yapabilmesi, Türk bankaları ile al gülüm ver gülüm hesabı oluşturması, bütün bunları yaparken hem Türkiye’deki yasaları pervasızca çiğneyebilmesi hem de uluslararası hukukun arkasına dolanması, özel bir koruma olmadan gerçekleştirebilmesi imkansız.

Dün Zarrab’ın önünü açanlar, bugün o yolun sonunun nereye dayandığını görüyor ve resmen bir kabus yaşıyor.

BM Toplantıları vesilesiyle Türk heyeti ile bir araya gelen Amerikalılar tam bir şok yaşadı. Fethullah Gülen hakkında yürütülen korkunç propagandanın somut bir delile dönüşmeden devam ettiriliyor olması ve bunun Amerika aleyhine kullanılması Amerikalıları çok kızdırıyor. Bu öfkeyi gizlemediler. O kadar ki -Ankara’yı iyi bilen gazeteci arkadaşların haberdar olduğu gibi- Başkent’te ABD’ye gidecek heyetlerin tamamına ‘Aman ha! Amerikalıların yanında FETÖ demeyin; çok fena haşladılar bizi’ denmektedir.

Reza meselesi de öyle! 

Daha düne kadar Zarrab’ı yüzüstü bırakarak bu işten sıyrılmayı düşünenler, durumun daha kötü hale gelmemesi için Zarrab’ın arkasında durmaya karar verdi.  Karar verdi ama yanlış bir yol haritası ile yola çıktı. Davaya bakan savcıyı ve hakimi hedef alarak onları ‘cemaatçi, paralelci’ ilan etti. Bu tür suçlamaların tek taraflı ve beyin yıkayıcı medya nedeniyle Türk kamuoyunda bir anlamı olabilir. Türkiye’de vatandaş, somut bir şekilde suç üstü yakalanmalarına rağmen Reza ve ekibinin siyasi bir operasyona maruz kaldığına inandırılabilir; çünkü aksini iddia ve ispat edecek bir medya kalmadı. Ya kapatıldı, ya da siyasetin emrine ram edildi. Oysa Amerika’da bu ucuz numarayı yutacak ne halk var ne de güdümlü medya…

Erdoğan, iddialarını ispat etmek için Türkiye’deki bir hukuk bürosunu hedef gösterdi. Eldeki tek delil de Türkiye’de düzenlenen bir hukuk konferansı. O konferansa savcı Preet Bharara ve hakim Richard Berman’ın da katıldığı; bunun da cemaat tarafından organize edildiği söyleniyor. Bu hüküm o kadar çok hata içeriyor ki hangisini düzelteceksin bilinmez.

1- İsmi geçen büro, programın tam sahibi değil, sadece sponsorlarından biri.

2-  Savcı Bharara değil bu programa katılmak, İstanbul’a adım bile atmış değil.

3- Hakim Berman, daha hiç kimse bu konferansı bilmezken ilk davada bu toplantıdan bahsetmiştir; çünkü program çok üst düzeyde yapılmış ve tek kelime ile bile olsa cemaatten bahsedilmemişti.

4- Bahsi geçen hukuk bürosu o dönemde Amerikalı büyük bir hukuk bürosunun partneri idi ve uluslararası üne sahipti.

5- O hukuk bürosu cemaatin bir kuruluşu değildi; buna inanmayan Erdoğan, o büroda çalışan şimdiki AKP milletvekillerine sorabilir.

6- O hukuk bürosu cemaatten çok, AKP’li işadamlarının  tercih ettiği bir firmaydı; şimdi ona cemaatçi demek çok komik kaçıyor.

Hiç topu taca atmaya gerek yok. Zarrab davası, Amerika’daki dosya dağıtımı usulüne göre yapıldığından ne savcıyı ayarlamak ne hakimi bu dosyaya tayin etmek cemaatin yapabileceği bir iş değil. Türkiye’deki savcıları, hakimleri, medyayı tersten bir psikolojik operasyonlarla sindirebilirsiniz; ama Amerika dışişleri de adalet bakanlığı da yalan dolan ile yürütülen kara propagandanın saçmalığını biliyor. Hakim ve savcıyı hedef alarak Amerika’da mesafe alması imkansız; hatta Zarrab’ın başını büsbütün belaya sokuyor. Canı yanmış Zarrab’ın hangi sırları faş edeceğini düşünmek bazılarının uykusunu kaçırıyor olmalı. Sırlar çok büyük çünkü….

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin