Erdoğan’dan daha kötüsü mümkün!

YORUM | MAHMUT AKPINAR 

Yirmi yıldır ülkeyi yöneten AKP’nin değişmesi gerektiği noktasında önemli bir beklenti var. Toplumun yüzde 70’ten fazlası Erdoğan’ın gitmesini arzu ediyor. Çünkü başta Erdoğan’ın en yakınındakiler biliyor ki bu şekilde devam ettikçe ülke daha fazla batacak, ekonomik çöküş, işsizlik artacak, ayrışma iyice büyüyecek. Bunca problemle, böylesine yozlaşmış bir yönetimle geminin yüzdürülmesinin mümkün olmadığını az basireti olan görüyor.

Ülke sıkışmış, halk bunalmış durumda. Ama Erdoğan aldatmaya dayalı siyasi becerisiyle her defasında yeni yollar buluyor ve ömrünü uzatıyor. Ümit vaat eden muhalefet olmadığı için eleştirilere, başarısızlıklara, kirlenmeye rağmen yalpalayarak da olsa ayakta kalıyor. Herhangi bir çıkış planı, projesi olmadığı halde alternatifsizlik nedeniyle kerhen katlanılan bir iktidar var.

Baskı ve zulüm düzeninden doğrudan etkilenenler Erdoğan’sız yeni başlangıç için bir ışık arıyorlar.

Ekonomik krizden bunalanlar, işsizler, enflasyon altında ezilenler Erdoğan’ın gitmesini ve ülkenin en azından eski normallere dönmesini arzu ediyorlar.

Seçimlere 10 ay kaldı ve hâlâ Erdoğan’ın gönderilebileceği noktasında yürek serinleten adımlar yok. Erdoğan halkı bir daha ütmek için bütün cinliğini kullanıyor, devletin-ülkenin imkanlarını usulsüz şekilde iktidarı için basamak yapıyor.

“Erdoğan seçimle gitmez!”, “Yine bir numara çevirir ve iktidarı tekrar alır!” şeklindeki yorumların mücadele azmini kırdığını, yılgınlık ve umutsuzluk oluşturduğunu düşünüyorum. Bunu satın alıp yaymak istemem. Ama muhalefetin, meselenin iktidar olmayı çoktan aştığını, ülkenin çöktüğünü elbirliğiyle ve etkili şekilde halka anlatması gerekiyor. Sandığa sahip çıkılır, Erdoğan’ın yeni numaralarına karşı uyanık olunur ve ayrıştırıcı tezgahlarına gelinmezse Erdoğan sandıkta yenilir ve gönderilir. Lakin bunun için bütün muhalif aydınların, siyasetçilerin demokrasiyi, hukuku yeniden inşa için çabaladıklarına dair halkı ikna etmeleri gerek.

Bu yapılamazsa Türkiye’nin daha kötüye hazırlanması lazım. Erdoğan artık iktidarda kalmak için değil, yargılanmamak, hesap vermemek için seçilmek istiyor. Yıprandığının farkında ve sağlığı artık yoğun çalışmaya müsaade etmiyor. Eğer bu seçimi de alırsa 15 Temmuz sonrası kurduğu otoriter rejimi kurumsallaştıracak, şahsına ihtiyaç kalmayacak şekilde kalıcı hale getirecektir. Demokrasinin, hukukun, basın özgürlüğünün kırıntılarını da yok edecektir. Erdoğan şahsen bir adım geriye çekilirken, kendisiyle istişare içinde sistemi devam ettirecek, yıpranmamış bir ismi öne sürebilir. Böylece halkta güven tazeler. Bu yöntemi damat Berat Albayrak üzerine kurmak istedi, tutmadı. Bir ara “Damat Selçuk Bayraktar hazırlanıyor” söylentileri konuşuldu, lakin o da kabul görmedi. Bu şahıs muhtemelen Hakan Fidan, Süleyman Soylu veya Hulusi Akar’dan birisi olacak.

Hulusi Akar’ın halkta bir karşılığı, cazibesi yok. TSK’yı kontrol ettiği için pazarlık şansı var. Süleyman Soylu, Sedat Peker eliyle epeyce yıpratıldı. Ama 17/25 Aralık örneğinde gördüğümüz üzere yaralı ve kirli siyasetçiler çok daha tehlikeli ve pragmatist olabiliyor.

Erdoğan’ın sorumsuzca ve hesapsızca kullandığı yetkileri kullanmak için Erdoğan sonrasına dair bir rekabetin başladığını söyleyebiliriz.

Erdoğan’ın gitmesi her durumda ülkenin daha demokratik, daha güzel olacağı anlamına gelmiyor. Türkiye, Erdoğan’ı aratan bir döneme uyanabilir. Seçimlerde etkili olacağını düşünürse, Erdoğan “yeni bir başlangıç” şeklinde anlaşılacak, kontrol etmeyi umduğu, daha genç, yıpranmamış bir aday çıkarabilir. Mesela bu, son 10 yılın kanlı ve derin projelerinde kirli rol oynayan, ama asla kendisini yıpratmayan, Erdoğan’ın karakutusu Hakan Fidan olabilir. Fidan’ın ketum olması, İslamcılar nezdinde karizmatik, genç, dinamik bulunması önemli. Ama onun asıl gücü devletin bütün derin, kirli unsurlarını, istihbari gücünü kontrol etmesi. Erdoğan’a halef olur, buna bir de siyasi güç eklerse, Türkiye tam bir muhaberat devletine dönüşür. Putin’in istihbaratçı kökenleri ve yaptıkları üzerinden kıyaslarla bunu pazarlamaya başladılar bile.

Muhalefet seçime Erdoğan girecek gibi hazırlanıyor. Pekala AKP, Erdoğan destekli yeni ve yıpranmamış bir adayla seçime gidebilir. Bu durumda güya Erdoğan gider ama daha katı, daha otoriter bir rejim kurulabilir. Muhaliflere ve halka kıpraşacak yer kalmayabilir. Ülke İran’a, Kuzey Kore’ye dönüşebilir. Türkiye, Erdoğan dönemini mumla arayacağı bir döneme girebilir.

Elbette seçimden önce hiçbirisi otoriter sistem kurmaktan, muhaberat devletinden bahsetmeyecek! Hatta Erdoğan dahil AKP namına yarışan her aday daha fazla “hukuk, demokrasi, ekonomi” vaadinde bulunacak. Türkiye’de mesele sadece Erdoğan’ın gitmesi değil, her durumda AKP’nin gönderilmesi ve hukuka demokrasiye dönüş için yeni bir başlangıç yapılması.

Umudunuzu kırmak istemem ama Erdoğan’sız kötü ihtimalleri de dikkate alın!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. AKP açısından akla en yatkın senaryo: Hakan Fidan Cumhurbaşkanı olur, yasalara göre hala ‘TBMM’nin şahs-ı manevisinde mündemiç olan Hilafet’, basit bir yasama faaliyetiyle yeniden kurulur, belki adı İran’daki gibi Ayetullah makamı olarak değiştirilir, RTE de Halife veya Ayetullah olup hem siyaset üstü bir makama erişmiş hem de kurduğu rejimi sürdürmüş olur daha da önemlisi Akpınar’ın yazının başında ifade ettiği gibi hesap sorulabilir olmaktan çıkar. Çünkü hem ortada ona hesap soracak bir iktidar olmaz hem de zaten Hilafet veya Ayetullah makamıyla ailesiyle birlikte manevi olarak la yüs’el yani hesap sorulamazlık seviyesine ulaşmış olur.

  2. Değerli Hocam,
    “Umudunuzu kırmak istemem ama Erdoğan’sız kötü ihtimalleri de dikkate alın!” diye bitirmişsiniz.
    Sorum şu: “muhalefetten birinin seçilmesi ve Erdoğanın gitmesi sonrası ülkenin bugünkünden daha kötü hale gelmesi de sözkonusu olabilir mi?”
    Not: Aman dikkat, bu soruyu okuyanların içinden kimse: “bundan daha kötü ne olabilir ki?” demesin. Onun yerine “Daha kötüsünden Allah’a sığınırız” desin lütfen…

  3. Hocam,

    “Türkiye, Erdoğan’ı aratan bir döneme uyanabilir.” cümlenizden hareket etmek istiyorum.

    John Maynard Keynesi muhakkak bilirsiniz. Gelmiş geçmiş en ünlü iktisatçı dense yeridir ve onun teori ve politikalarıyla dünya 29 buhranından kurtuldu, iki dünya savaşı arası ve sonrası bir süre de olsa güzel gitti.
    Keynes diyor ki;

    “Uzun vade kavramı olaylara bakışımızı yanlış yönlendirir. Çünkü uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız!”

    “Toplumun var olan temelini devirmenin parayı yok etmekten (başka) daha kesin ve daha zekice bir yordamı yoktur. Süreç, ekonomi yasasının bütün o gizli güçlerinin yıkımı tarafındadır ve bu milyonda bir kişinin (dahi) teşhis edemeyeceği şekilde olur.”

    Erdoğanın kasten veya değişik gerekçelerle “Parayı yok etmeden, toplumun var olan temeli bu kadar devrilemez” tespitine uygun hareket ettiğini görüyoruz. Kesin ve zekice bir yöntemle toplumun temelini yıkıyor menfaatleri için… Parayı yok edereK… Yerine gelenin becerememesi, kaotik ortamı oluşturması bile, bu PARAYI YOK ETME, yöntemine göre makul kalır.

    17/25 ile başlandı dersek, bu duraklama devri 8 yıldır devam ediyor.

    Bir gün gelecek şu çekilenler için, olsun yahu, değdi….. benzeri yaklaşımların (dünyaya bakan yönüyle) artık hükmü kalmadı. Gelecek ne kadar güzel, ne kadar aydınlıkta olsa, şu yaşanılanlara değmeyeceği, en azından benim açımdan bir tespit.

    Bu tespitimin tüm topluma yansıyacağı günlere gittiğimizde gerçek. Şu an itibariyle, Erdoğan giderse, belki “telafisi güç” ama “giderilmesi mümkün zarar” larla toplum kurtarabilir. Ama bu süreç, bir süre daha devam ederse, koca bir toplum için de, tıpkı bizim gibiler için, “telafisi imkansız zararlar”a sebebiyet vereceğini söylemeliyim.

    Bu nedenle tekrarlamak isterim ki, Keynesin dediği gibi, uzun dönemde herkes ölmüş olacak zaten, bunu denkleme katmanın bir anlamı da yok. Bu nedenle, Erdoğanın gitmesini hiçbir zaman kötü bulmuyorum.

    Yüksek ateşte, -kısa sürede- pişebilecek bir yemeği, kısık ateşte -çok daha uzun sürede- pişirmenin anlamı olmaması gerek, söz konusu bir toplumsa. Yemeğin aksine lezzet değil, sosyal yapısı darmadağınık olmuş bir toplumu bulacağız.

    Bu nedenle, Erdoğanın gitmesi, her şart altında iyi olacaktır diyorum.

    Ayrıca, bir başka bakışla,

    A dan D deye gitmek için, arada B ve C varsa, C gelecek korkusuyda B de beklemenin de bir anlamı yok, bırakalım B den geçelim ki, C den kurtuluş daha yakın olsun. Geçen rakamlar değil, yıllarda değil. Geçen, psikolojik olarak insanın hayatta yaşaması gereken süreçlerin hepsinin ertelenmesi.

    Beslenme geriliği çoçukları hepimiz gördük, küçükken belli olmasa da pek, büyüdükçe o arada açılan farkı, gelişim farkını en azından bedenlerinde yıllarca taşıyorlar, her yerde fark ediliyorlar.

    Malesef şu an ki gelişim eksikliği bedenle birlikte psikolojik olarak bir topluma, özellikle genç nesle etki ediyor.

    Yeterince eğitilemeyen, iş imkanı sunulmayan, evlilik, hayata atılma, sosyal yaşamdaki aşamaları ıskalamaya başlamış bir nesil var, güzel dediğimiz bir geleceği bunlar inşa edilemez. Birileri bu toplum içinde inşa etmiş olsa, bu eksiklik hep belli olacak.

    Bu devrin şu anki mağdurları için çoktan ortaya çıkmış “telafisi imkansız zararlar”, öpüp başımıza koyduğumuz “telafisi güç zararlar”, şu an ufaktan ufaktan toplum bazında görülmeye başlandı.

    Bu nedenle, geç kalınmamalı, olacak olmalı, A’dan D ye gitmek mukadderse, C durağı da mümkünse, C korkusundan B nin bu “telafisi imkansız zararına” belki daha iyidir demek makul gelmiyor bana.

    Bu nedenle, Erdoğanın gitmesi, gidecek olanın gitmesi, bir an önce ülkenin bu görünen badireden kurtulması iyi olacaktır.

  4. 2010 referandumu Avrupa Birliğine yani Batı evrensel değerlerine yolculuğa bir adımdı. İlginç şekilde Batıcı Kemalistler, Batıcı Kürtler, Batıcı milliyetçiler buna karşı çıktı. Bu sırada kimse onların Batı düşmanı olduğunu anlamadı. Hala Atatürkün batılılaşması arkasına, laik değerlere sığınıyorlardı. Tayyipin bu süreçten güçlenmesi görünürde kötü oldu. Ama görünmeyen aslında apaçık görünen bir şey daha oldu. Batı değerlerine sahip, Atatürkün batılılaşması denen projeyi Batılı Kemalistler rafa kaldırmıştı. Tayyipin ortaya çıkması Kemalistlerin maskesini düşürmüştü. Belki Tayyip islamcılık adıyla ortaya çıkmasa biz hala laik, antilaik kavgalarını yapacaktık. Laikler kendilerini hala batılı değerlere sahip, çağdaş, modern göstereceklerdi. Ama ne oldu? Sessiz sedasız Batı değerlerinden, Atatürkün hedefinden saptılar. Eğer başımıza bu bozuk kemalist zihniyet tekrar başka bir surette geçerse, ki bunlar önce ittihatçı olarak ortaya çıktılar, osmanlıyı parçaladıktan ve balkan ülkelerini hürriyetlerine kavuşturduktan sonra osmanlıyı yanlış safta almanlar yanında harbe soktular ve geri kalan toprakların da elden çıkmasını sağladılar. Hatta elden çıksın diye ellerinden geleni yaptılar. Bunların liderleri öldürülünce ki bence bu bir iç temizlikti, yani kullan at taktiği, ittihatçılık sanki bitmiş gibi gösterilid. Bunlar Atatürk öldükten sonra kemalizm diye farklı adla ortaya tekrar çıktılar. Bunlar Kemalizmi de bitmiş gösterdiklerine göre Tayyipten sonra yeni bir adla tekrar ortaya çıkacaklar. Tayyipin her yeri iyice yıkmasını bekliyorlar ki kurtarıcı rolünde gelecekler. Ha yeni rejimle birlikte binbir surat, karaktersiz, devletsiz yapı geldiğinde yine görünürde kötü gibi gözükecek. Ama iyi birşey olacak. İslamcılardan Suriye ve Mısırdan sonra Türkler de kurtulacak. Ama islamcılar binbir surat devletsiz yapı gibi yetenekli olmadığından başka surette bir daha karşımıza çıkamayacak. Kafiri kafire kırdırmak dedikleri bu olsa gerek. İslamın önündeki en büyük kayayı tepkisel islamcılığı kaldırmış oluyor. Eğer Tayyip olmasaydı islamcıların ne olduğu bilinmeyecekti. Herkes, bütün dünya islamcıları, hırsızlıklarını, selefi teröristleri beslediklerini, uluslararası islamı karalama projesinin parçası olduklarını öğrenemeyecekti. Bunlara belki hala hacı dayı diyecektik. Bu ışidçi kafaya kızlarımızı teslim edecektik. Yani bunlar yaşanmasın, daha kötüsü olur demiş olsaydık, kemalistler hala yalandan laikliğin arkasına saklanacaklardı, batı değerlerini aydınlanmacı, ilerici olarak savunacakti. Müslümanlara irtica demeye devam edecekti. Ama Tayyiple işbirliğine girmeleri değer yargıları olmadığını gösterdi. Eğer kemalistçiler tayyipe destek vermeselerdi tayyip iktidarda kalamayacaktı ve gerçek suratı ortaya çıkmayacaktı. Bu projede bir tek oyunlarını bir grup insan bozdu. Bütün tarikatcemaatimsiler sessiz kalarak adeta islamın ışidi desteklediği propagandasını sessizce yapmış oldular. Ama problem büyük. Belki kimse farkında değil ama cemaati yok edemediler. Ve bu planda yoktu. O zaman şöyle bir sonuç çıkıyor. Eğer tarikatcemaatislamcılar yok olduysa, yok derken hakikatlari temsil edecek yeterlilikte değilse, o zaman geriye sadece cemaat kalıyor. Yani sanki cemaate yardım etmiş oluyorlar. Çünkü planda cemaat soykırıma tabi tutulacaktı, diğer cemaattarikatlar bunu seyredecekte, hatta katkıda bulunacaklardı, bu sayede hocalar bile cemaate düşmansa o zaman cemaat gerçekten de kötüymüş dedirteceklerdi müslümanlara, cemaattarikatları bu amaç için kullandılar ama hesaplar tutmadı. Herşey birden tepetaklak oldu. Ne güzel demokrasi suretinde müslümanları tayyipten kurtarmaya geleceklerdi. Düşünsene kılıçdaroğlu demokrasinin bayraktarlığını yaparak müslüman türkleri kötülerden kurtaracaktı.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin