Erdoğan dikta rejimi düştü düşüyor!..

Yorum | Bülent Keneş

Kulağa ne kadar da hoş geliyor değil mi? Ama kazın ayağı pek öyle değil. Kuraldır, seçimle ya da demokrasinin zaaf ve imkanlarını kullanarak gelmiş olsalar bile diktatörler demokratik yollardan ve hele hele seçimle gitmezler. Gidemezler…

Ayakta ve işler halde tutmak için sonu gelmeyen bir mücadeleye ihtiyaç duyan demokrasiyi, hukuk devletini, temel hak ve özgürlükleri savunacak ‘militan demokrasi’lerin olmadığı yerlerde, tüm kurum ve kurallarıyla en kamil şekilde yerleşmiş demokrasilerin bile otoriter bir rejime dönüşme riski hep vardır. Gerçek bir demokrasi olma yolunda ilerlediği bir aşamada Türkiye’nin başına gelen de budur.

Yavaş yavaş ısınan bir kazan suya atılmış kurbağa analojisinde olduğu gibi pasif kitlelerin neme lazımcılığı ve hatta muhalif gördüklerinin başına gelenler karşısında “oh olsun”cuklukları sayesinde göz göre göre yerleşen Erdoğan dikta rejiminden hafif bedellerle kurtulmanının yolu maalesef yoktur. Kurtulmak için bugüne kadar ödenen bedellerin belki kat be kat fazlasını göze almak gerekir. Halkın önüne kendi kurallarıyla bizzat kendisinin koyduğu hileli seçim sandığının böyle bir şeyi temin edebileceğini söylemenin de mümkünü yoktur.

DİKTATÖRLER KAYBEDECEKLERİ BİR SEÇİMİ ASLA YAPMAZLAR

Diktatörlüklerde yine bir kuraldır: Kaybedebilecekleri seçimleri asla yapmazlar. Bu elbette ki, göstermelik seçimler yapmayacakları anlamına gelmez. Yapacakları ne adil ne de özgür olma ihtimali bulunan çakma seçimlerin sonuçları, bilimsel ve hukuki üçkağıtçılıktaki ifadesiyle, bir nevi “ex post facto”dur. Yani, baştan belli olan sonuçları diktatör lehine garanti edilmiştir. Zaten diktatörlüklerde önemli olan göstermelik seçimlerde oyların kim tarafından ve nasıl kullanıldığı değil, kim tarafından ve nasıl sayıldığıdır.

Türkiye’deki cari rejim ahlak ve kural tanımaz adi bir diktatörlük olmasaydı şayet, seçimlere günler kala oluşan muazzam siyasi atmosferden, muhalif kesimlerdeki yüksek motivasyondan ve kitleleri hareketlendiren etkili mobilizasyondan, psikolojik hakimiyetten, moral ve söylem üstünlüğünden ve yıllar sonra ilk kez gündem oluşturma kabiliyetinden belki umutlu olabilirdik.

Gırtlağına kadar suça batmış İslamofaşist Erdoğan ve çevresinin her şeye rağmen usulünce iktidarı devretme lüksü azıcık kalabilmiş olsaydı şayet, hiç boş bırakmadığı meydanlarda ve ekranlarda kendi adını bile hedef alacak ölçüde şuursuz çırpınışlarına, milli damarları lüzumsuz ölçüde kabarık kitlelerde hep karşılığı olan bir heyecan dalgalanması yaratarak seçimleri manüple etmek amacıyla kurguladığı kanlı askeri operasyonlardan bile umduğunu bulamayışına bakıp belki ‘Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz,” da diyebilirdik.

Ülkedeki cari sistem tipik bir diktatörlük olmasaydı şayet, dolar karşısında artık dikiş tutmayan Türk Lirası’nın, koşar adım artarak Erdoğan’a çıkardığı ne kadar ifrazat varsa bir bir yalatan faizlerin, artan işsizliğin, yükselen enflasyon ve hayat pahalılığının doğal olarak halkta oluşturması beklenen tepkilerin sandık yoluyla iktidardakileri alaşağı etmesini bekleyebilir ve “Erdoğan’ın gitmesinin artık eli kulağındadır,” diyebilirdik belki.

Ülkede çoğulcu ve demokratik bir medya olsaydı şayet, halkın belki gerçekleri olduğu gibi görmesi sağlanabilir ve ona göre tavır belirlemesi temin edilebilir ve sandıklardan bunu uygun bir sonuç beklenebilirdi belki. Ama ne yazık ki, medyanın yüzde 90’dan fazlasını borazanı haline getiren Erdoğan böyle bir şeye imkan bırakmadı. Hele hele adi bir maşa gibi kullandığı yargı üzerinden uyguladığı ağır sansür şartları göz önüne alındığında bu propagandanın etkisini sıfırlamanın hiç de kolay olmadığı görülüyor.

RAKİBİNİ CEZAEVİNDE TUTACAK KADAR ADİLEŞMEYİ GÖZE ALMAK

Bir yandan sahte vaatleri ardı ardına sıralayarak 7/24 pompaladığı boş umutlarla, sanal büyüklük ve güç gösterileri, yalanlar ve aldatmacalarla efsunladığı yandaş kitleleri, azıcık olsun bir tutarlılık çabasına girişmeksizin, aynı anda beka sorunuyla, parçalanmayla, yıkılmayla, yok olmayla ve dış güçlerle korkutmayı başarabildiği bir ortamda Erdoğan’ın kendi oyun planıyla önümüze koyduğu sandığın sonuçlarını başı boş bırakma ihtimaline bel bağlayabilmek fazlasıyla naif olmamız gerekiyor.

Cumhurbaşkanlığı yarışındaki rakibini cezaevine atacak kadar, işlettiği devasa sansür çarkı sayesinde diğer rakiplerinin sesinin duyulmasını engellemeye tenezzül edecek kadar, partilileriyle yaptığı gizli toplantılarda sandık başında seçim hileleri yapmaları talimatını verecek kadar, rakip adaylara oy verecek kitleleri tehdit edecek kadar adileşmeyi göze alan bir diktatörün, kurulmasından açılmasına ve sayılmasından sonuçlarının açıklanmasına kadar her şeyini kontrol ettiği sandıklardan aleyhine bir sonucun çıkmasına müsaade etmesini beklemek için Polyannna’dan da öte bir iyimserlikle malül olmak gerekir herhalde.

Her şeye rağmen, müesses hale gelerek kendisini konsolide etmiş bir diktatörlüğün, güdülenmesi için olağan koşullarında bile korkunç ve sofistike bir mekanizmanın işletilmesine ihtiyaç duyulan 80 milyonluk bir kalabalığın, bugün Türkiye’yi kasıp kavuran olağanüstü şartlar altında tüm hal ve hareketlerini, tepkilerini kontrol etmek hiç de kolay bir şey değildir. Böyle bir ortamda Erdoğan’ın sandıktaki çalma, çırpma ve hileyle yapacaklarını nötürleyecek bir sessiz tepkinin birikmiş olma ihtimali ise yüksektir. Bu tepkinin sandıklarda büyük bir gümbürtüyle patlaması ise oldukça muhtemeldir.

SİNMİŞ KİTLELERDE ALTTAN ALTA BİRİKEN TEPKİ SANDIKTA PATLAYABİLİR

1999’da yüzde 30’a yakın oy almış merhum Bülent Ecevit’in DSP’sinin bundan sadece 3 yıl sonra sandıklardan ancak yüzde 1’le çıkmış olduğu gerçeğini asla unutmamak gerekir. Baskı altında ve oluşturulan korku ikliminde sindirilmiş kitlelerin olağanüstü koşullar altında nasıl tepki vereceğini aşırı gürültülü kıytırık anketlerle ölçebilmek mümkün olmayabilir. Yani Erdoğan ne yaparsa yapsın sandıklardan istediği sonucu almasını engelleyecek, alttan alta birikmiş, sıkışarak gerilmiş patlamaya hazır büyük bir tepkiyle karşılaşabilir. Kapalı ve şeffaf olmayan, her şeyi baskı ve zulümle kontrol ettiğini sanan dikta rejimlerinin öngörülemez, tahmin edilemez olmaklığının bir neticesi de budur.

Yani sandıklardan yazı boyunca zikrettiğim gerekçelerin hilafına Erdoğan’ı, her geçen gün daha da çamurlaşma pahasına elinde tutmayı başardığı koltuğundan edecek bir sonuç da çıkabilir. Daha önce de bir yazımda ifade ettiğim gibi, asıl böyle bir durumda Erdoğan’ın neler yapabileceğine dair ürpermek ve tetikte olmak gerekir. Velev ki, ilk tur ya da ikinci turda yüzde 70’e 30 kaybedecek olsa bile, Erdoğan’ın kaybettiği iktidarı devretmemek için elinden geleni ardına koymayacağından kimin şüphesi var ki?

Faiz, enflasyon, işsizlik yükseliyor, Türk Lirası düşüyor, Türkiye’nin uluslararası bütün ölçüm ve sıralamalardaki yeri düşüyor, geleceğe dair umutlar düşüyor, güvenlik ve huzur düşüyor, ahlak ve adalet düşüyor, topyekün ülkenin itibarı düşüyor, Erdoğan ve çevresindekilerle birlikte kanına girdikleri yandaşlarının bile akıl ve ruh sağlığı düşüyor, morali düşüyor,  tek marifetleri olan afili söz söyleme kabiliyetleri bile düşüyor… Her şey düşerken Erdoğan dikta rejiminin düşmesi elbette ki işin doğası gereği. Ama, dedik ya ‘kazın ayağı öyle değil…’

HAZIRLIKLARINI EN KÖTÜYE GÖRE YAPTIĞINDAN ŞÜPHENİZ OLMASIN

Normalde 17/25 Aralık 2013’te sadece iktidarı kaybetmekle kalmayıp yakınlarıyla birlikte cezaevini boylaması gereken, Suriye’de, Libya’da, Mısır ve Irak’ta işlediği insanlık suçlarından dolayı uluslararası mahkemelerde yargılanması icap eden Erdoğan şayet bugün hala iktidardaysa bunu şirretliğine borçlu. Yarın sandıktan kendisi için hezimet de çıksa, iyice ustalaştığı bu şirretlikle ne yapıp edip iktidarda kalmanın yollarına bakacaktır. Kirli iktidarını elinde tutmak için ne gerekiyorsa yapacaktır. Böyle bir durum için muhalefetin asla tahmin edemeyeceği kadar hazırdır. Erdoğan’ın tüm hazırlıklarını (kendisi için) en kötüye göre yaptığından kimsenin şüphesi olmasın.

İşte bu yüzden, 25 Haziran, olmadı 9 Temmuz çok büyük çalkantılara gebedir. Seçimlerin galibi hile/hurdayla da olsa Erdoğan’ın olması durumunda olacaklar bellidir. Türkiye için mevcut felaket biraz artarak devam edecektir. İstediği sonucu çıkarmaya yönelik tüm hazırlıklarına rağmen, kazai bir durumla, Erdoğan’ın sandıkta kaybetmesi durumunda ise olabilecekleri şimdiden tahmin etmenin imkanı yoktur. İlla genel geçer bir şeyler söylemek gerekirse Türkiye’nin değil düşmesi batması pahasına da olsa Erdoğan düşmez. Ülkeyi yakar yine düşmez. Düşemez…

Yine de umutsuzluğa gerek yok. Yeter ki, ilk kez ciddi bir umut olabilen muhalefet demokrasi ve hukuk adına hep birlikte hareket edebilsin… Yeter ki, sadece sandıktan başarıyla çıkmayı değil, sandık sonrası iktidar devrini garanti edebilecek araçları da şimdiden üretebilsin. Etkin iç ve dış dinamiklerle temase geçip bu geçişi sağlayabilecek bir altyapıyı oluşturabilsin… Bunlara kafa yoran, çaba harcayan bir muhalefet görüyorsanız umutlarınızı her şeye rağmen diri tutabilirsiniz…

Not: Zulüm altında inleyen; işleri aşları gasp edildiği için yoklukla mücadele eden; hapislerde, sürgünlerde çile çeken; evleri başlarına yıkılan ve tüm bu insanlık dışı zulümler karşısında en azından içi burkulan, yani insan kalabilen herkesin Ramazan Bayramı’nı kutlar, gelecek bayramı tüm mazlumlar için hakiki bir bayram kılmasını yüce Allah’tan can-ı gönülden niyaz ederim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Sayın keneş yazılarınızı takip etmeye çalışıyorum. Bu yazınızda baya bir karamsar tablo çizmişsiniz .Dediğiniz gibi Diktatörler normal şartlarda gitmezler gidemezler ama zalimin gidişi zulmüyle olacaktır . Yeni yazılarınızı merakla bekliyorum.

  2. Bu Adamlar Seçimle Gitmez Demokrasıyle Gitmez Şöyle Gitmez Yani Müslüman Zahire Göre Hareket Edecektir. Zahirde Seçim Varsa Burada Tedbirleri Alacaktır. Allah Sebepleri Salacaktır. Ben Bu Tür Yazılara Katılmıyorum ve Bu Tür Yazılar İnsanların Zahiren Gözüken Şeylerden Umudunu Kesmek Amaçlıdır ve Herhangi Bir Çözüm Önerileri Olmayan Yazılar. Bu ve buna Benzer Yazılar Ne Amaçla Yazıldığını Anlayamıyorum

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin