Ejderin meyvesi, Suriye’nin patatesi

Yangın Yeri | Vehbi

Ay sonuna yaklaştığımızdan cebimde beş kuruş yoktu. Ay başında da cebimde pek kuruş olmuyordu genelde ama doların dolup boşalıp durmasından dolayı bu ayın sonuna doğru toptan ipi çekmiştim. Akşam da yemeği biraz az kaçırdığımdan sabah şiddetli bir mide kazıntısıyla uyandım. Gözümün önünde pataşurlu çerkes tavukları, zencefilli somonlu suşiler, ejder meyveli smoothieler uçuşuyordu. Daha önce hiçbirini görmediğimden hangisi hangisi tam seçemedim ama lezzetli görünüyorlardı. Bir ara araya beyaz çay da karışır gibi olunca onu tanıdım. Onu daha önce bir kere haberlerde görmüştüm.

Hızlı adımlarla mutfağa girdim. Ekmek sepetinde kuru ekmek, buzdolabında kibrit kutusu kadar peynir, iki tek de zeytin kalmıştı. Sebzeliği mebzeliği her yeri karıştırdım ama ne pataşur, ne çerkes ne de tavuk bulabildim. Suşiyle ejder meyvesini aramadım bile. Bulsam ekmek arasına konup yiyebilir miyim tam kestiremedim çünkü.

Ne yapsam, ne etsem, kahvaltıyı nasıl kotarsam diye düşünürken geceden açık kalmış televizyondan cumhurbaşkanımızın sesini duydum. Yine bir konu hakkında açıklama yapıyordu. Oturdum biraz dinledim. Aslında saygısızlık olmasın diye ayakta dinlemem gerekirdi ama açlıktan dayanabilir miydim pek gözüm kesmedi. O yüzden oturdum. Uçak muçak bir şeyler anlatıyordu cumhurbaşkanı. Biraz dinledikten sonra kafamda şimşekler çaktı. “İşte bu ya” dedim. “Bu benim aklıma nasıl gelmedi?”

Hemen giyinip attım kendimi dışarı. Bugün bizim mahallenin pazarı vardı. Koşar adım pazara doğru yollandım. Mahalle pazari her zamanki gibi kalabalıktı ama poşetler artık boştu. Herkesin elinde ikişer soğan, üçer domates vardı en fazla. Dedim “He heyt. Taktik bilmiyorsunuz da ondan. Strateji bilmiyorsunuz. Aç kalmaya mahkumsunuz”. Sağımdan solumdan geçen bütün amcalara, teyzelere küçümseyen bakışlar attım. Anlamadılar. Anlasınlar diye biraz daha belirgin küçümser bakışlar attım. Yine anlamadılar. İyice küçümseyen bakışlar attım. Yüzümün aldığı şekilden herhalde, amcanın biri karısına iş attığımı sanıp bastonuyla beni kovalamaya başladı. “Ya amca” dedim, “Teyzem afedersin yüz yirmi yaşında ya. Lütfen. Hem ben de bu mahallenin çocuğuyum. Yapar mıyım abi öyle şey? Ben sizin yol yordam bilmezliğinizi bakışlarımla eleştiriyordum. Çünkü nedir? Fakir, istediğini adam gibi istemeyi bilmediğinden fakirdir. Değil mi efendim?”. Bunları kaçarken anlatmaya çalıştığımdan nefes nefese kalmıştım. Amca hiçbirini dinlemedi. Bana yetişemeyince poşetinden irice bir soğan kapıp arkamdan fırlatmaya kalktı. Tam o esnada teyze hızlı bir hareketle kocasının elindeki soğanı sıkıca kayrayıp kurtarınca, atamadı. “Herif herif” diye bağırdı teyze, “O tek tane soğan için ben dört eve temizliğe gidiyorum senin haberin var mı? Boyun devrilmesin, koy onu bakayım poşete”. Amca süt dökmüş kedi gibi oldu. Bi elindeki soğana baktı, bi hala kaçmakta olan bana. Soğana kıyamadı, döndü arkasını gitti.

Ben, amca bir çakallık peşinde olabilir diye bir süre daha koşmaya devam ettim. Pazarın sonuna gelmiştim artık. Durdum. Bulduğum ilk patates tezgahına yanaştım. Sabah sabah güzel bir patates kızartması iyi giderdi. Fiyatlara baktım. Patateslerin üstündeki küçük kartonda yazılı fiyatların üstü çiziklerle doluydu. 4 lira, çizilmiş, 5 lira, çizilmiş 6 lira, çizilmiş 7 lira. Pazarcı en son 7 lirada karar kılmıştı. Dedim “Abi bu ne?. Sandıkla mı satıyorsun patatesi? Kilosu ne kadar bunun kilosu?” Adam bana deliymişim gibi baktı. Ben de ona deli değilmişim gibi baktım. “Okuma yazman yok mu birader? Yazıyor ya orada” dedi. “Benim okumam var da, senin de maşallah yazman var. Yazıp çizip durmuşsun kağıdı. 7 liraya patates mi olur ya?” dedim. “Suriye patatesi kardeşim bunlar. İthal. Yurt dışından geliyor” dedi. “Ney?” dedim. “Suriye patatesi mi? Bütün Suriyeliler burada lan, kim yetiştiriyor bu patatesi Suriye’de?”. Adam şaşırdı. “İşine geliyorsa kardeşim. Almıyorsan tezgahın önünü kapatma.” diye cevapladı. Arada ağzımdan kaçan ‘lan’a kızmış olabilirdi. Halbuki “Lan mı? Canın sağolsun” deyip geçmesi gerekiyordu. Haberlerde öyle oluyordu. Neyse. Pazarcıyı kaybetmeden aklımdaki stratejiyi hemen devreye sokmam gerekiyordu. Tezgaha iyice yaklaştım. Patateslerin sağıyla soluyla oynadım biraz. Ciddi bir ses tonuyla, “Satıyormuşsun galiba bunları. Ben ilgileniyorum” dedim. Öyle yüzüme baktı. Biraz daha yüksek sesle, “İlgileniyorum abiciğim. Bunlarla ilgileniyorum” dedim. Şaşırmıştı. “İlgileniyorsan doldur işte, poşetler orada. Kilosu 7 lira” dedi. Dayanamadım bi ya sabır çektim. Yanına iyice yaklaştım. “Yahu sen bunları satmıyor musun? Ben de ilgileniyorum işte. Tamam. Şimdi hediye etmen gerekiyor” dedim. Afalladı. Bir süre dikkatlice beni süzdü. “Hasta mısın birader? Satıyorum ben bunları. Ne diye hediye edeyim sana?” diye çıkıştı. “E” dedim “Televizyonda öyle oluyor. Daha bu sabah izledim. Sen ilgileniyorsun. Almak istiyorum diyorsun. Karşıdaki de hediye ediyor.”. Pazarcının bakışları bi bulandı. Bir şey söyleyecek gibi oldu, vazgeçti. Arkadaki sopaya doğru uzandığını farkedince hemen bir hamle daha yaptım: “Abiciğim tamam. Sizde tam öyle olmuyor demek ki. Anladım. Peki şöyle yapsak? Ben şu arkadaki ormanlık alan var ya. Akşam hafiften gazlasam ben onu, benzinlesem. Versem ateşi bi tüttürsem. Yansa bitse kül olsa. Sabaha da hop ölü fiyatına satsak sana. Karşılığında bunları bana hediye eder misin?”. “Senin mi ki o alan?” diye sordu pazarcı. Şaşırmıştı. “Yoo” dedim. “Benim mi olması gerekiyor. Haberlerde öyle oluyor. Yakıp yakıp duruyorlar, haciler de gelip gelip alıyor.” Adam sopayı kaptı artık. Bunu farkedince hızlı bir hareketle kaçmaya başladım. Patatesçi gündemi iyi takip etmiyordu anlaşılan. Şansımı suşicide denemek daha mantıklı bir fikir olabilirdi.

Pazarcı beni biraz kovaladıktan sonra vazgeçti, bıraktı. Koşa koşa tezgahının başına döndü. Beni kovalarken boş bıraktığı tezgah, küçük çaplı bir kuyumcu dükkanı sayılırdı ne de olsa.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin