Efendimiz’in hediyesi dört altın bilezik

Yorum | Süleyman Sargın

Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sabah akşam dilinden düşürmediği ve bizlere de tavsiye ettiği kısa bir duası var: ”Allâhümme innî es’elüke’l-hüdâ ve’t-tukâ ve’l-afâfe ve’l-ğinâ”. Bu duasında Efendimiz, Rabb-i Rahîm’den şu dört hususu istiyor: ‘Allah’ım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve insanlara muhtaç olmayacak kadar zenginlik istiyorum.’ Talep edilen hususların dördü de insan için inci mercan kıymetindedir.

Hüdâ (hidayet), dinin tarif ettiği istikamet yolunu ifade eder. Bakara Sûresi’nin ilk ayetlerindeki (Elif lâm mîm. İşte Kitap! Onda şüphe yoktur. O, müttakiler için bir hidâyettir.) ‘hüden’ kelimesi de bu anlamdadır. Âyet-i kerime ‘hüdâ’ ile ‘takvâ’ kelimeleri arasında da ciddi bir irtibat ortaya koyar. Fâtiha’da geçen ‘İhdina’s-sırâta’l-müstakîm – Bizi doğru yola hidâyet eyle.’ duasıyla da işte bu hidâyet istenmektedir.

Efendimiz’in bu kısa ama oldukça muhtevalı duasında talep ettiği ‘hüdâ’dan kastı ‘Lâ ilâhe illallah’ hakikati olabilir. Çünkü O (sallallahu aleyhi ve sellem), bir hadislerinde ‘İmanınızı sık sık ‘Lâ ilâhe illallah’la yenileyin’ buyuruyor. İnsan gerek maddi bünyesi gerekse psikolojik ve manevi yapısı itibariyle sürekli değişime ve yenilenmeye maruz kaldığından her an ‘Lâ ilâhe illallah’ diyerek imanda da yenilenmeyi talep etmelidir.

Ayrıca ‘hüdâ’ kelimesi, Nebiler Serveri’nin bütün hayatı boyunca ortaya koymuş olduğu örnek hayatını ve Sünnet’ini yaşamayı da ifade eder. Nasıl ki Efendimiz’e bakıldığında Allah hatırlanıyor, mümine bakıldığında da Efendimiz hatırlanmalıdır. Mümin, ahlâk ve terbiye bakımından Muhammedî bir ruhla bezenmelidir. Bunun için, ahlâken ve terbiye cihetiyle O ruhla yaşamayı kendisine ideal bir yaşam tarzı olarak seçmelidir.

Sahabenin önde gelenlerinden İbni Mesud, bu konuda gösterilebilecek sayısız örnekten bir tanesidir. İbni Mesud, konuşması, mimikleri, oturması ve kalkması ile Allah Resûlü’ne en çok benzeyen sahâbilerden biridir. Kûfe’de İslâmî duygu ve düşüncenin sistematik olarak yapılanması ve şekillenmesinde O’nun rolü çok büyük olmuştur. Bu sebeple Kûfe’de hemen herkes onu tanıma fırsatı bulmuştu. Öte yandan tâ gençlik ve çocukluk yıllarında İslâm’la müşerref olan İbni Mesud, Efendimiz’e ve hane-i saadetlerine çok yakın olmuştu. Hatta bazıları onun Ehl-i Beyt’ten olduğunu zannederlerdi. Bu sebeple Efendimiz’in tavır ve davranışları onun tabiatı haline gelmişti. İbadetlerinde de O’na bakan, Efendimiz’i seyreder gibi olurdu. Maneviyat tarihimiz tavır ve davranışlarıyla, ibadete hassasiyetleriyle, odalarının duvarlarından semaya taşan ızdırapları ve seccadelerinde iz yapan gözyaşlarıyla Efendimiz’i andıran örneklerle doludur. Bu kutluların hepsi, duada talep edilen ’hüdâ’ya mazhar bahtiyarlardır.

İşte Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) bu duasıyla bize ‘Ey Ümmetim, Rabbinize kurbet yolunda kanatlanmanız için bu çok önemli bir esastır.. buna sahip çıkın..’ diyerek hidâyet mevzuunda irşatta bulunuyor. Şu halde Mümin her an Allah’tan hidâyet istemelidir. Ancak o hidâyetin kapısı sırlı ”takvâ” anahtarıyla açılmadığı takdirde gerekli olan yere girilmemiş olacaktır. Onun için Allah Rasulü, ‘hüdâ’nın hemen arkasından ‘takvâ’yı istemiştir.

Takvâ, en kısa tarifiyle farzları eksiksiz yapmak, haramları ve kebâiri (büyük günahları) terk etmektir. Bunları yapan bir mümin, takvâ dairesine adım atmış sayılır. Gerçi, farzları yapıp, haram ve kebâirden kaçınmak ile girilen yer Hocaefendi’nin tabiriyle ”takvânın sofasıdır”. Daha sonra şüpheli şeylerden uzak durup haramları tamamen terk etmekle biraz daha ilerlenmiş olur ve takvâ kapısından içeriye adım atılmış sayılır. Son adım ise bir kısım mübahları bile ‘şüphelidir’ endişesiyle terk etmektir. Bu şekilde asıl takvâya ulaşılmış olunur.

Hidayet ile takva adeta ikiz kardeş gibidir. Bir müminin, hidayetten ve hidayet rehberi sayılan Kur’an’dan tam nasiplenmesi böyle bir takvaya bağlıdır. İstifade oranı da takvanın derecesine göre artar.

Gören onları zengin zanneder

Duada talep edelin üçüncü husus ise ‘iffet’tir. İffet, şehevânî yanları itibarıyla insanın elini, ayağını, dilini, dudağını, gözünü, kulağını günahlardan koruyarak haramlara girmemesi demektir. İnsan, büyük günahları genellikle ağız ve apış arası ile işler. Allah Resûlü bir hadîslerinde, ‘İki çene arası ile apış arası mevzuunda günaha girmeyeceğinize dair bana söz verin ben de cennete gireceğinize dair size söz vereyim.’ buyurarak ağız ile apış arasını aynı hat üzerinde bir araya getirmektedir. Elbette iffet sadece bundan ibaret değildir.

İffetin bir diğer anlamı ise dünyevi beklentiler için yaltaklanmalarda bulunmamak, dilencilik yapmamak ve başkalarına yüz suyu dökmemektir. Duada sayılan diğer kelimelerle birlikte ele alındığında, iffetin manasını böyle anlamak daha uygun olacaktır. Kur’an iffet sahibi yiğitleri anlatırken bu onurlu duruşu nazara verir: ‘Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşma imkânı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Ey Resûlüm, sen onları simalarından tanırsın. Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler. Hem hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.’ (Bakara, 2/273) Ayette bahsedilen hayatı yaşayanlardan birisi olan iffet âbidesi Ebû Hüreyre (ra) o dönemdeki durumunu şöyle nakleder: ‘İnsanlardan bir şey istemeye çok utanırdım. Çok defa açlıktan bayılırdım da beni saralı zannederlerdi; çocuklar gelir benimle eğlenirlerdi.’

Hakim b. Hizam da sahâbe-i kirâmın ileri gelenlerindendir. Bu sahâbi de Ebu Hüreyre gibi kimseden bir şey istememeyi ahlâk haline getirmişti. Efendimiz, Hakim b. Hizam’dan insanlardan bir şey istememe konusunda söz almıştı. O da ömrünün sonuna kadar bu sözünde durmuştu. Hatta kırbacı yere düşürdüğünde onu bile kimseden istememek için devesinden inip alır, yine devesine binerdi. Daha sonraları da Hakim b. Hizam’a sadaka ve teberru olarak hiçbir şey kabul ettirilememişti.

Gönül Zenginliği

Ashab efendilerimiz çok ciddi sıkıntılara da maruz kalmalarına rağmen kimseden bir şey istememiş ve hep afif yaşamışlardı. Efendimiz de ömrü boyunca afif yaşamış; hurma elyafından yapılmış, mübarek vücudunda derin izler bırakan bir hasır üzerinde yatmıştı. Bazı günler evinde hiç ocak yanmaz; O, aç sabahlar, aç akşamlardı. Fakat bütün bu sıkıntılara rağmen gerek Efendimiz, gerekse sahâbe-i kiram ‘Susuzum, bittim, bu insanlarda vefa yok, bize bakmıyorlar, biz hayatlarımızı bunların saadetlerine, mutluluğuna, hidâyetine vakfetmişiz, bu ne büyük bir vefasızlık..’ şeklinde, yarım kelimeyle dahi olsun bir sitemde bulunmamışlardı.

Duada iffetin hemen arkasından gelen ‘gınâ’ kelimesi de iffeti takviye eder mahiyettedir. ‘Gınâ’ ‘başkalarına el açtırmayacak kadar bir imkâna mâlik olma’ ve bir de ‘gönül zenginliği’ne sahip bulunma manalarına gelir.

Her ne kadar iffet güzel bir şey olsa da herkes buna dayanabilecek seviyede olmayabilir. O yüzden bir insan başkalarına muhtaç olmayacak şekilde Allah’tan zenginlik de isteyebilir/istemelidir. Helalinden böyle bir zenginliği arzu etmek, başkalarına muhtaç olmamak ve muhtaçlara kol kanat gerip sahip çıkmak adına önemlidir. Ayrıca ‘gönül zenginliği’ mânasına da gelen gınâ, çok ulvi bir pâyedir. Bu pâyeye ermiş birisi ne kazandığı şeyden memnun olur, ne kaybettiklerinden mahzun. Dünyayı kesben değil kalben terk eden böylesi insanlar, her dem şükürle oturur kalkarlar.

Ramazan’ın bütün nuraniyetiyle hayatımızı kuşattığı bu zaman diliminde yukarıdaki Nebî duasını dilimizden düşürmemeliyiz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin