Dört duvar arasından hak mücadelesi dersi

Image

YORUM | TUĞBA DEMİR*

Acı acı çığlıklar geliyor kulaklarıma; her gün çoğalan, bir türlü azalmayan. Değişiyor çığlık sahipleri, neredeyse her gün her dakika. Bazen bir savaş filminde gibi hissediyorum kendimi, elimde tek bir ilaç. Kime koşmalı, kimin yarasına merhem olmalı. Her biri öyle değerli ki, bir yaralıya diğeri feda edilmemeli, gözden kaçmamalı.

Bir süredir bu çığlık bir meslektaşımdan yükseliyor. Babası gibi kendisi de hukukçu, daha yirmilerinde bir genç kız babasının sesini bir başına duyurmaya çalışıyor. Onun yaşında gençler aşktan sevgiden bahsetmeli değil miydi? Maalesef öyle olmuyor. Bu ülkede genç olmak başka ülkelerde genç olmaya hiç benzemiyor. Buradan cesedin çıkacak deniyor, darp ediliyor 25 yıllık hukukçu Hüsamettin Uğur. 5,5 yıl hücrede tutuluyor. Bu  bir insanın hücrede tutulması için yasalara göre çok çok uzun bir süre, ama maalesef yasalar gücün ayakları altında paspas ediliyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Kendimi hayal ediyorum orada, içim daralıyor. Şu an çocuğuyla orada kalan arkadaşlarım çıkmıyor aklımdan. Aklıma takılıyor sonra, tüm bunlar   başka bir ülkede olsaydı neler olurdu diye! Yer yerinden oynamalı, insan hakları kurumları ayaklanmalı, savcılar derhal soruşturma başlatmalı diyorum sessizce… Ama olmuyor, bir tüy dahi kıpırdamıyor!

Meşhurdur Türkiye’de herkesin sadece kendi mahallesinin derdiyle dertlenmesi. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi bencilce sözler bunun dışavurumu sadece. Bir kesim diğerlerine hunharca işkence ediyor, hayatlarının altını üstüne getiriyor, zulmediyor… Diğer bir kesim elleri patlarcasına alkışlıyor olan biteni… Başka bir kesim ise sadece susuyor bu ülkenin evlatları ölürken. Kimi sandalyede, (c)ezaevinde can veriyor, kimi hakkını ararken tedavisi engellenerek göçüp gidiyor bu dünyadan. Ahmetler ölüyor bu ülkede daha varmadan yaşı ona!

Kadın hakları deyince mangalda kül bırakmayanlar dahi kapatıyor gözlerini, Ayşe Hanım’ın herkesin gözü önünde can verişine. Herkes kendi mahallesinin türkülerini söylüyor, ağıtlarını yakıyor. Söze gelince Hindistan’daki kast sistemine küfreden sözde hak savunucuları, kimi berber kimi bakkal kimi benim gibi çerçi çocuğu olanların “kast” değiştirip öğretmen, hakim, savcı, doktor olmasını, bu ülkede söz sahibi olmasını istemiyor. Ölmelerini, ağır işkenceye tabi tutulmalarını, kaçırılmalarını  önemsemiyor. Söze gelince mangalda kül bırakmayan merhamet sahipleri! şarkılara hüngür hüngür ağlayan sanatçılar cezaevlerinde büyüyen, soğuk betonlarda emekleyen onlarca çocuğa gözlerini kapatıyor. Büyük bir kıyım yaşanıyor, insanlarla birlikte insanlık da öldürülüyor. En acısı ise buna bir avuç insandan başka kimse ses vermiyor.

Çok karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Bunun sadece şimdinin görünen tasviri olduğunu, tarihe bırakmak istediğim bir fotoğraf olduğunu  söylemeden geçmek istemiyorum. İnsan haklarının, hukukun  ne denli önemli olduğunu, ağır bedeller ödeyerek anlamış bir nesiliz biz. Hayalleri umutları yerle bir edilen bir nesiliz. 1,5 milyon insan terör soruşturmasına maruz bırakıldı bu ülkede, çocuklar anasız babasız büyürken anneler evlatlarına hasret kaldı. Ama devleti kutsayan anlayışla büyüyen, şeriatın kestiği parmak acımaz diye büyütülen bizler bütün bu acılarla yeni bir şey  öğrendik: Mücadele etmek!

Zulüm devletten de gelse boyun büküp razı olmamak! Başkalarının  acılarına da üzülebilmek, bambaşka mahallelerin türkülerini söyleyebilmek. Tolstoy’un “Acı duyabiliyorsan canlısın, başkasının acısını duyabiliyorsan insansın!” sözünü şiar edinmek. Dile kolay 25 yıldan fazla süredir evlatlarının cesetlerini arayan, bari mezarı olsun yavrumun diyen, Cumartesi annelerinin çeyrek asırlık acısını hissedebilmek kalbimizin en derinlerinde… Ama acılarımıza aşık olmadan, bizi pasifleştiren bu ağdan kurtularak silkelenip yeniden kalkmalıyız. Bizler hukuka aykırı çıkarılmış KHK’larla hayatları mahvedilen, Ege’de can veren, Meriç’te boğulan, hapislerde dört duvar arasına hukuksuza konulan insanlar olarak hakkımızı  talep etmek zorundayız.

Hz. Yusuf (a.s.) gibi atılsak da kör kuyulara, satılsak da köle pazarlarında hakkımızı aramaya devam etmek zorundayız, yeniden umutlar taşımalı yüreğimiz, gözlerimiz kaybettiği ışığı yeniden bulmalı. Ve hakkını arıyor, hakim kürsüsünden zorla indirilerek sanık kürsüsüne oturtulan Hüsamettin Uğur. Bir mesaj veriyor bizlere kahraman beklemeden! Sizden korkmuyorum, sizinle hukukî mücadelem devam edecek diyor. Hücresinden bize ışık tutuyor, yol gösteriyor. Haklı olmanın verdiği güçle herkese bir ders veriyor. Bu sese karşılık vermek, hakkımızı savunmak, doğruyu talep etmek zorundayız. Yaşanılanların ağır yükü binmiş de olsa sırtımıza bu hepimizin görevi!

* İhraç hâkim, Cross Border Jurists Yönetim Kurulu üyesi

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin