‘Doğru söylemiyor’ değil ‘yalan söylüyor’

YORUM | AHMET KURUCAN 

İki anekdot üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağım bu yazımda. İlki şöyle: Hala devam ettiğim seyahatimde uğradığım duraklardan birinde can ciğer dostlarımdan biriyle kısa bir müddet beraber oldum. Yıllardır beraber olamamıştık. Eskiler-yeniler, eşlerimiz-çocuklarımız hemen her şeyi konuştuk. İşlerini sordum. “Nasıl gidiyor?” dedim. Aldığım cevap şu oldu: “İyi giden işlerimiz var. İyi gitmesi gereken işlerimiz var.” İyi gidenleri anladık da iyi gitmesi gerekenler böyle mi ifade edilmeliydi? Sözün akışı içinde “İyi gitmeyen işlerimiz de var” demeli değil miydi? Hassasiyetine hayranım. Gıybetlere kapı açmamak için belki de böyle söyledi ama gerçek bütün çıplaklığı ile ortada, iyi gitmeyen işler de var.

İkincisi ise şu: Geçenlerde bir başka dostum ile konuşuyorum. Bir meseleden söz açıldı. Üçüncü bir şahsın o mesele hakkında dedikleri gündeme geldi. “Doğruyu söylemiyor” dedi ve sustu. Sorum şu oldu: “Doğruyu söylemiyorsa ne söylüyor?” Öyle değil mi söylediği doğru değil o zaman söylediği şeyin adı ne? Susmaya devam etti. Cevap vermemeyi tercih etti. Açık ve net, yalan söylüyordu ona göre. Ama bu dostum onun hakkında “Yalan söylüyor” demedi, diyemedi.

Üzerinde düşündüm neden böyle davranıyor diye. Ulaştığım sonuç şu oldu: Yalan söyleyene yalancı denir. İhtimal, yalancı demeyi ya ona yakıştıramadı ya da kendine. Halbuki ona göre yüzde yüz o kişi yalan söylüyor.

Bence doğru yapmıyoruz. Nevbahar dergisinde yeni yayınlanan birkaç yıl önce kaleme aldığım “Yalanı gerçek gibi yaşamak” başlıklı yazıda dediğim gibi, “Yalanların oluşturduğu sahte gerçekler dünyasında saraylarda yaşamaktansa, gerçeğin oluşturduğu hakikat dünyasında gecekondularda yaşamayı tercih etmeli Müslüman.”

Yalana yalan demeli. Kuyruklu ise o yalan, kuyruklu yalan demeli. Katmerli ise katmerli. Belki de bu yaklaşım muhatabın derinden derine düşünmesine neden olacak. Bir tokat gibi inecek suratına “Yalan söylüyorsun!” cümlesi. Üzerinde yürüdüğü yolu değiştirmesine neden olacak. Eğer bunu yapabilirse o kişi, bizim ona yalancı demesek de iki kelimelik mana yüklü “yalan söylüyorsun” cümlemizin açıkça belirttiği yalancı sıfatı onu kendine getirecek. Belki de halkımız arasındaki meşhur deyimle “Söyleyene değil söyletene bak” diyecek ve medyun u şükran olacak.

Şişmana şişman demekle yalan söyleyene yalancı denilmesi arasında bir fark görmüyorum şahsen. Evet, ikisi arasında dağlar kadar fark olduğunun bilinci içindeyim. Biri fiziki düzlemde bir hakikatin beyanı diğeri ahlaki ve dini bağlamda. İlki bedeniyle barışık insana hiçbir tesir etmezken diğeri onu toplum içine bile çıkarmayabilir. Herkesin kendisine yalancı gözüyle bakması onun yüzünü yere baktırır. Ama olsun. İradi varlık olmanın hakkını versin. Eğri otursun eğri konuşmasın aksine doğru oturup doğru konuşsun. Şems-i Tebrizi’den mülhem, sözünü süzsün de söylesin, gönülleri bulandırmasın. Sözünü dizsin de söylesin, kulaklara inci olsun. Ve sözünü yüze söylesin. Gıybet olup, yalan olup, iftira olup, itham olup onu utandırmasın. Eğer bunları yapmıyor ve hala yalan söylüyorsa varsın utansın, rezil kepaze olsun, insan içine çıkamasın.

Evet, bir taraftan yalanın dini inançtan bağımsız olarak gayri insani, gayri ahlaki ve gayri hukuki olduğunu söyleyeceğiz, öbür tarafta peynir ekmek yeme kolaylığı içinde yalan. Bir tarafta Müslümanız, müminiz, yalan söylemek haramdır, münafık sıfatıdır diyecek, ayet ve hadislerle bu davranışın yanlışlığını vurgulayacağız öbür tarafta yalanı söz dünyamızın merkezine koyacağız. Anadolu’da güzel bir deyim vardır. “Yalan ağzına yuva yapmış” derler ayaküstü yüz tane yalan söyleyenler için. Bakın isterseniz bu insanların hayatına; kim bilir yalan dünyasına yelken açtıkları zaman birileri ona yalancı deseydi belki de rotasını doğru bir istikamete çevirecek ve arkasına aldığı rüzgarın hızıyla doğru limanında demirleyecekti.  

Hasılı, “İyi gitmesi gereken işlerimiz var” değil “iyi gitmeyen işlerimiz var” ve “doğru söylemiyor” değil, “yalan söylüyor.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

10 YORUMLAR

  1. Herkes soz ve davranislariyla karekterini aksettirir.
    Merkezdeki bir derecelik farklilik muhitte buyuk sahalara tekabul eder. (Hani bu sozun diger versiyonundaki “sapma” kelimesi dahi olumsuz cagrisimlar yapabilir endisesiylemidir bilmem ama burada…)

    Sizin dusunce ve ifadelerinizde eksiye oranla bazi farkliliklar var gibi…

  2. Dogruyu soylemeyen veyahut soyleyemeyen herkes yalanci midir acaba? Bir seyi yanlis bilmek veya yanlis birsey soylemek yalan soylemek midir? Yalancilik midir? Bence yuzeysel bir analiz yapmissiniz. Bir insanin dogruyu soylemedigini soylemek Ile o insani yalancilikla itham etmis olmazsiniz, ama yalan soylediginden yuzde yuz emin olmadikca yalan soyluyor demeniz (ki yalan soylemek bilissel bir farkindaligida gerektirir ve bu yuzden birinin yanlisi soylemesi her zaman yalan soyledigi anlamina gelmez) o insana yeri geldiginde iftira hukmune bile gecebilir. Ayrica dusunsel bir analiz yazisida olsa bir camianin onde gelen bir bireyi olarak sirtiniza yuklenmis misyonu goz onunde bulundurarak vermis oldugunuz mesaji veyahut tavsiye ettiginiz davranis bicimini sadece kendi oznel yaklasinlariniza dayandirmanizi dogru bulmuyorum. Mesela bahsettiginiz iki arkadasiniz sizin vardiginiz sonucta tavsiye ettiginiz sekilde konusmus olsalardi ne degisecekti? Daha curretkar, acik sozlu ama yanlisa daha meyilli olmaktan baska dogru yaptiklari bir sey olacakmiy di? Sizin acik sozlu, her daim kendinden emin, curretkar olmamiz disinda bu tavsiyelerinize dayanak olusturan bir kaynak gormuyorum yazinizda.

  3. Değerli hocam,

    İki kişinin arasında geçen, ne olduğu, nasıl olduğu olayı bize neden anlattınız anlamadım. Birşey anlamadık. Ama yazınızdan, arkadaşınızın söylediği, “doğruyu söylemiyor” sözünü baştan doğru kabul ettiğniz anlaşılıyor.
    Olayı bilmiyorum, nasıl olduğunu da. Doğru kabul etmek bir karine orası da ayrı.

    Ama yeri gelmişken şu başlığı açmalıyız o zaman:

    “Gerçek sanılan yalanlar”

    Bende sizin gibi muğlak konuşayım.
    Etrafımda yerli insanlarda zaman zaman bu muhabbet tarzına yaklaşıyorum mesela. Türkiyeyle ilgili birşeyler anlatıyor, ama ne gitmiş, ne yaşamış, sadece birinden duymuş. Açmasını istiyorum, açamıyor, çünkü bir slogan gibi duyduğu, derinliği ayrıntısı yok.

    Doğrusu öyle değil oysa. Ama ne dersen de zihnine öyle kazınmış.

    Bazı şeyleri, bazen yakınında olan bile derinlemesine bilmezse yanılabiliyor. Bir olayın, durumun fiziken yakınında olmak dahi yeterli olmayabilir iç yüzünü bilmek için.

    Geriye elimizde tek şu kalıyor, getiren fasık değilse getirdiği bilgiyi doğru kabul etmek. Yılların dostuna güven elbette var.

    Lakin, anlatımınızda, yılların dostunun yılların dostu hakkında söylediği birşey varsa işte burada durun derim.

    İnsanlar, gerçeği eğip bükebiliyorlar, bir amaç için kullanabiliyorlar, araçsallaştırabiliyorlar, tartışma da, zihnindeki gtürmek istediği yerde ya da onu bir done olarak kullanabiliyor bağlamından kopararak vs vs vs.

    Münferit olayların genelleştirildiğini hizmetimizde üzülerek görüyorum.

    O nedenle, evet biri yalan söylüyor diye düşünülüyorsa, direkt o an yüzüne yalan söylediği söylenmeli. Bakalım gerçekten yalan mı söylüyormuş, değil mi. Belki yalan söylemiyordur o kişi.

    Mesela, sayın Kurucan, geçen bir dostum söyledi, samimi bir ortamda, Hocaefendinin etrafında ajanlar var ya hani dedi…

    Durdum, abi ne dedin sen şu an bir saniye, kimmiş bunlar, anlamadım, varmıymış hocaefendinin etrafnı saran ajanlar, kim bunlar mesela dedim, ne biliyorsun diye…

    Bunu dedim çünkü, ötesini getiremedi, abi deniyor ya hani dedi.

    Sayın Kurucan, diyeceğim şu ki, buradan bakınca siz sadece Amerika da olmayla Hocaefendinin etrafını çevreleyen insanlar arasında sayılabilirsiniz. Nice güzide insannların nasıl zan altında kaldığını siz düşünün. Zan altında bırakmak kolay, zan altında bırakan samimiyetle söyleyedebilirde bunu, ama yanılmadığını nereden bileceğiz.

    Yaşanan bir olayda, bir saf yalın gerçek vardır, birde onu çevreleyen anlatımlar. Yalın gerçeği bilen söylemeli, bilmiyorsa onu çevreleyen, tevatürleşen olaylarda kaynaklarını vermeli ki, ana kaynağa ulaşıp aslını öğrenebilelim.

    Yoksa hep böyle oluyor, iş artık, “hiçbirşey olmamışsa da kesin birşeyler olmuştur” noktasına geliyor.

    Sizin yazınızdan şunu çıkardım mesela,

    Bir dostunuz, başka bir dostunun yalan söylediğini söylüyor size nezaketlice. Ve sizde bunu peşinkabulle kabul ediyorsunuz.

    Diğeri fasık olmadığına göre, neden sadece o arkadaşınızın dediklerini itimat ediyorsunuz ki, belki iç yüzü öyle değildir.

    Bir hastalık seziyorum, o hastalıkta şu.

    İnsanlar kendilerine ilk ulaşanın söylediğine inanıyorlar, yahut çok sayıda tekrar edilen şeylere inanıyorlar.

    Mesela, size o cümleleri söyleyen dostunuz, o cümleleri söylemeden önce, aleyinde söylediği dostu size ulaşsa ve tam tersi şekilde diğer arkadaşın konuştuklarının doğru olmadığnı söylese, yine de o arkadaşın söylediğine inanır mısınız. Sanmıyorum o kadar derince inanmazsınız.

    Birileri, bu hizmetin “normalleriyle” oynuyor bilerek bilmeyerek. Yeni normalde artık, “hiçbirşey olmamışsa da kesin birşey olmuştur” noktasındayız.

    Fitne uykudadır, onu uyandırana veyl olsun…..ile……Gerçeği, hakkı tutma kaldırma….arasında kalıp duruyoruz bizlerde böyle.

    Fitne desek olmuyor, gerçek desek olmuyor. Çünkü böyle herşey artık muğlak, belirsiz oluyor.

    Gazeteciler bile 5n1K yapıyorlar değil mi.

    Bu nedenle, yazınızın sonundaki çıkarımlarınıza katılıyorum. Biri biryerde birşey mi dedi, diğeri “hayır, öyle değil böyle” demeli. Lüzumu gereken bir husus ise. Dolayısıyla, o olay öyle mi değil mi öğrenmiş olurduk.

    Yıllar önce, dağıtıcı hastalanınca, İstanbulda fahri olarak Zamanı ve Sızıntı dergisini dağıtmıştım bir süreliğine. Yeni adam bulunana kadar. O arada tahsilatlarda yapmıştım.

    Bazı bölgelerdeki aboneler, “kadeşim gazetem gelmedi, utanmadan birde para mı istiyorsun, siz böylesiniz parayı alır sonra kaybolursunuz” tarzı cümle de duydum. Sinirle aboneliğini iptal ettirmek isteyen, bana kızanda oldu. Dükkanından kovmaya getirende oldu.

    Şunu açıkça anladım ki, bazı abonelerde, “bunlar önce abone yapar, ama getirmezler, parasını da zorla isterler”

    Parasını zorla isterler dememin sebebi de, dağıtıcılar prim almak için, zorla para istiyorlarmış, önceki dağıtıcı dağıtmamış olsa da, çünkü gelirinin esas kısmını o oluşturuyor. Abonelere zorlamalar, beni ilgilendirmez, vermelisiniz vs diyende olmuş, dağıtıcılardan.

    Dağıtıcıların nasıl olduğunu biliorsunuzdur o dönem, pekte aklı başında birileri yapmazdı o işleri ozaman, değişik tipte umursamaz tipten bir sürü insan.

    İçerde hal böyleyken, fatura Zaman gazetesine, sızıntıya daha da ötesi Hizmete çıkıyordu.

    “Bunlar böyleler işte”.

    Evet, o insanların gözünde tek gördüğü hizmet insanı, “bunlar” dan kasıt dağıtıcıydı ve davranışıydı. Ama kendileri açısından doğruydu.

    Peki ya GERÇEK?

    İşte o gerçek değildi.

    Gazetedeki sorumlu dertlenen arkadaşa anlattığımda, dağıtıcıların dağıtmadığını, bazen çöpe attığını, bir aylığına girerim paramı alır giderim deyip umursamayan, öğlen dağıtan insanların çok olduğunu, ücretin düşük olması nedeniyle işi ciddiyetle yapanın bulunmadığını, elinden geleni yaptığını, gece gündüz bunla uğraştığını ama malesef bunların olduğunu söyledi.

    Samimiydi arkadaş.. Nitekim sorun bir süre sonra çözüldü. Merkür Medya vb dağıtım kuruldu ve daha profesyonel yapılmaya başlandı.

    Ama o gazetesi, dergisi ulaşmayıpta zorla para istenen insanlardaki imaj ise baki kaldı.

    “Bunlar böyledir zaten”

    Sayın Kurucan, “birilerinin öyle olması”, tüm hizmeti de zan altında bırakıp, ” bunlar öyleler” e evriliyor.

    Gerçeğin yansıttığı doğrular vardır, bazen sadece doğruya yönelmek gerçeği kaçırmamıza sebep verir.

    Güzide iki insanın,diğer güzide bir arkadaşı için “doğruyu söylemiyor” diyebildiği bir yerde, o duruma iten sistemin sorgulanması gerekir derim bu nedenle.

    Bununla birlikte, gerçeğin bir tane olduğunu, doğrunun da bu gerçeğe bağlı olarak sık sık değiştiğini bilmenizi de ayrıca istirham ederim.

    Herkes kendi şartları altında doğruları ortaya koyuyor,

    Ama gerçeğe bağlı doğruları unutuyoruz.

    Gerçeğe bağlı doğrulara ulaşmak dileğiyle.

  4. Evvela yalanın müeyyidesi ‘yalancısın’ demekle bitmez. Durumun vahametine göre ‘yalancısın’ dersin, durumu kurtarma ihtimaline binaen ‘doğru söylemiyorsun’ dersin. Buna herkes kendisi karar verir. Fakat önemli olan her halukarda yalancı olan insanlara karşı takınmamız gereken genel tavır ne olmalıdır. Hayatımızdan çıkaralım mı, düşkün mü ilan edelim, mahkemeye mi verelim, napalım bu önemli.

    Birinin bir başkası hakkında ‘o kişi yalancıdır’ demesini beklemek çok özensizce bir beklenti. Mehmet Celik bey bu beklentinin herkese önerilmesinin sakıncalarını gayet güzel tespit etmiş.

    Bence iç muhasebe bu şekilde ucundan-kıyısından, omuzdan toz parçası alır gibi, kravat düzeltir gibi yapılmaz. Ana hatlarıyla söylenebilecek çok şey var. Yalan bir kanser ve hizmet bedeninde başka hastalıklara da sebep veriyor hem de hiç fark ettirmeden.
    Mesele benim yalancı arkadaşımı nasıl tanımladığım değil, hizmetin yalancılara uyguladığı müeyyide.

  5. Düsünüyorum… Misal Mahmut Akpinar yazidaki yalanci kisinin arkadasi olsa ve bu arkadas Ahmet Kurucanin arkadasi hakkinda “hakkimda dogru olmayan ifadeler kullaniyormus” dese. Mahmut Akpinar da onu düzeltse ve “Düpedüz iftira etmis, böyle demeliyiz” dese, bizden de aynisini beklese…

    Bi de sunu düsünüyorum tabii.. Bu beklentilerle hareket ede ede nezaketi elden biraksak.. Adam ne güzel ben dilimi kirletmek istemiyorum, sen benim ne demek istedigimi anladin diyor. Biz bu güzel hasletten niye vaz gecelim?

    Sanirim tekrar etmek zorundayim: Biz bir cemiyet olamiyoruz. Olsak kendi icimizde kendi capinda özgür medya organlarimiz olur, daha seffaf bir havayi solurduk. Böyle iki-üc kisilik gruplar halinde birbirimizi cekistirmezdik.
    Not: Mahmut Akpinar bu yoruma misalen kondu. Konuyla bi alakasi yok. Aman haa!

  6. İlk defa Ahmet Kurucan hocadan böyle bir yazı okuyorum. Entellektüel seviyesine yakıştıramadım.
    Yalan ve doğru. Çocukluğumuzda yalan söylememe, hep doğruları söyle diye öğretilir. Ama biraz daha büyüdükçe dünyanın ve hayatın bu kadar basit olmadığını anlarız.
    Her doğru her yerde söylenmez diye bir söz var. Yalan da her zaman kötü değildir. Kontekst önemli, niyet önemli.
    Hasta doktora “Nasıl görünüyorum?” diye sorsa doktor ona gerçeği söyleyeceğim diye “Berbat görünüyorsun, artık iyileşmen zor” demez. Bunu böyle söylemesi yalana girmez. Veya biri bize “Nasılsın?” diye sorduğunda kendimizi kötü hissetsek de “Iyiyim” deriz. Bir kadın kocasına “Nasil görünüyorum?” diye sorduğunda koca “Kıyafet tercihlerin yakışmamış, ayrıca ilerleyen yıllar sende iz bırakmadan geçmemiş” dese sonucu düşünebiliyor musunuz? Bazı araştırmalara göre insanlar günde 200´e kadar varan yalan söylermiş.
    Diğer taraftan her doğru da doğru olmuyor. Bazılarından duymuştum. Adam iş vaktinde yemeğe veya başka bir özel ise gidiyor. Çıkmışken bir de camiye uğruyor. “Neredeydin?” diye sorma ihtimaline karşı. O da “Camiye uğradım” diyor. Bu söz bir bakıma doğru, camiye uğranılmış. Ama başka bir açıdan yalanın ta kendisi.
    Dolayısı ile, bazen yalan söylemek veya gerçeği söylememek doğru olabilir. Bazen de doğrunun kendisi adam kandırmaya yönelik olup yalanın ta kendisi olabilir.

  7. Hocam,
    Belli ki bu yazinin bir hedefi var! Bu biraz sifreli ve adrese teslim bir yazi gibi. Eger bu tezim dogruysa sizler de sucladiginiz seyi yapmis olmuyor musunuz? Yani, acikca kimse bu kisi, ona hitaben : “sen soylesin, boylesin; niye yalan konusuyorsun?” demeli degil misiniz? Eger yaniliyorsam, gecen haftaki toz pembe havadan sonra bu kara bulutlar ne is diye meraklandim dogrusu! Hani baska bir topluluk ve baska ahlaki bir altyapi olsa, asiri doz sonrasi yazarimiz ciddi bir cokuntu yasiyor bu hafta derdim, ama ihtimali yok. Sadece gece-gunduz gibi zit bir halet-i ruhiye sergilediginize dikkat cekmek istedim; tesbihte hata olmaz!

    Vardir bir hayir. Bir sonraki yazida aciklarsiniz umid ediyorum.

  8. Dogru! Yalan!
    Kime gore, neye gore?
    Kim karar veriyor? Herseyi zamana gore, isine, hosuna geldigince yorumlama heveslisi olanlara sormali. Belki ‘yalancilikla’ suclanan kendine gore bir yorumcu, fetvaci (bkz H. Karaman) bulmus ona gore konusuyordur🤔

    Hafife aldiginiz, zamani gecmis, eski pusku dediginiz imani, ahlaki kurallar, prensipler Ezeli bir Yaratici tarafindan, sonsuz bir ilimle bize gore 14 asir, O’na gore ise zamandan berî bir sekilde ortaya konmus ve O’nun muradi cercevesinde ilmek ilmek dokunmus. Kitaba, sunnete saygi icinde, kili kirk yararcasina konusan, yazan nice alimler, muctehidler nerde, bir hafta bulutlar ustu, bir hafta hafakanlar basan bir uslupta yazi yazan âlim(!) nerde? Sonra da bunlari yazinca bazilarina birseyler oluyor; zalim kesiliyorlar.

    • SIZINTI VE ZAMAN OKUMADIĞIM İÇİN….

      Zaman ve Sızıntı ya abone olanlara kıyasla elime geçtikçe bu neşriyatı okuduğumdan, üslubum diğer yorumcular gibi değil..

      Dini açıdan ahlakı seviyenin EN AŞAĞISINDA bulunan ve bütün yaşamı 85 milyonun gözü önünde bu şekilde devam edip giden insanlar çok çok büyük saygı ile saraylarda ağırlanıyor ve çoğunluk tarafından el üstünde tutuluyor… Kimse bunlara sen busun demiyor. O da/ onlarda yaptığının ali olduğunu sanıyor..
      Kim ve kimlerden bahsettiğimi biliyorsunuz. Hatta hizmet dahi bu tür Ahlaki seviyenin(dini açıdan) EN AŞAĞI seviyesinde bulunan ve bu durumu herkes tarafından bilinen-görülen insanları Türkçe Olimpiyatlarına davet edip en önede oturttu.

      Ben hep düşünmüşüm. Bunlara niçin kimse busunuz demiyor?

      Diyemiyor?

      Evet ben diyenlerdenim. Ama hepte kaybediyorum.
      Ortamda istenmeyen, sevilmeyen adam konumuna geçiyorsun..

      Mühendis bir adam vardı, kendisine çok saygı duyardım. Kendisinin yapılsın dediği bir şeyi, zarar görme ihtimalı olan bir ortamda benim bu işten haberim yok dedi ve bu yalanı ile beni öfke tufanına gark etti. Yahu dedim bütün bunlar yapılsın diyen sdn deöulmiydin? Utanmadan hem yalan ve hemde iftira attı. Bu adam 4000 usd maaş alıyordu.

      Yalana yalan demek gibi bir huyum var. Doğru söylemiyor gibi kibarcasını yapamıyorum…

      Amma sanki doğru söylemiyor demek revaçta ve doğru olanda bu GİBİ..

  9. Hizmetimizin en büyük hatalarindan biri de „girisken“ denerek agzi laf yapanlarin ve cahil cesareti olanlarin önünü acmakti. Amac tabii belli: Bu tipler iyi himmet topluyorlar!

    Sonuc söyle oldu. Bu adamlar

    acul bir sekilde dini literatüre vakif oldular ve bu yüzden ayet hadis ezberiyle farkli fikirleri susturdular

    yöneticilik vasiflari olmadigi icin mecbur otoriter takildilar, aksi takdirde birilerinin foyalarini ortaya cikarmasi an meselesiydi.

    Ve tabii konumlarini korumaliydilar- Burda da iste yalan onlari kurtarmis oldu. Himmetlerde mistik yalanlar, istisarelerde istatistik yalanlar yillarca sürdü.

    Bu yalanlarin bugünlere gelmemizde cok önemli rolü oldugunu düsünüyorum. Bu soruna nester burmak icin bize emsaller lazim. Hani böyle yalan konustugun icin öyle bir ceza yiyeceksin ki toplumun icine cikamayacaksin.

    Yoksa yalanciya yalanci diyelim falan bunlar top döndürmeceden baska bi sey degil.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin