Doğru bildiğimiz yanlışlar: Kimlik konusu

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Normalleşmenin başta gelen yollarından biri de, doğru bildiğimiz bazı yanlışları düzeltmeye başlamaktan geçiyor. Türkiye insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olacaksa, gömleğin yanlış iliklenen ilk düğmesi doğru iliklenmeli. Başta yapılan bazı hatalar telafi edilmeli, aksaklıklar onarılmalı. Bunların bazıları tekniktir, dolayısıyla bunların düzeltilmesi izafi olarak daha kolaydır. Bazılarıysa daha sosyolojiktir, bunların düzeltilmesi için daha uzun zaman gerekebilir. Her halükarda bir yerden başlamak gerek. İcrai bir pozisyonda olmayanlar, sadece bu yanlışlara dikkat çekebilir. Bu yazının mütevazı bir girişim olarak kaleme alınmasının amacı bu.

Doğru bilinen yanlışlar çok güçlü. Bunun nedeni, gerek eğitim sistemi, gerek devletin resmi anlatısı, yani “hikâyesi”, gerekse de 100 yıldan uzun süredir toplumun genel kabullerini, normalini ve değerlerini derinden etkileyen sosyalizasyon süreci. Toplum tarafından geniş kabul gören, insanların kişiliklerinde, hatta kendilerini tanımlamalarında başat rol oynaya gelen bu yanlışlar, inatçı olacak, gitmemekte ayak diretecek. Fakat bizlere düşen görev, bunları sorgulamak olmalı. Zararın neresinden dönülse kardır. Dokuz köyden kovulmak bedelini karşımıza da dikseler, doğruları açıklıkla konuşmak gerek. Duyguları bir kenara bırakıp bu adımı atmak biliyorum ki kolay olmayacak. Fakat bir yerden başlamalı. Gerçek bizi özgürleştirir diyerek başlayalım o halde.

Bu yazıda şunu tartışalım: Biz kimiz?

Bu surunun resmi tarihe göre yanıtı, en ciddi yanlışlardan biri ola geldi. Bu yanlışı İttihatçılar yaptı, cumhuriyetin kurucuları devam ettirdi. İlk düğme hep yanlış ilikli kaldı, ardından iliklenen tüm düğmeler de dolayısıyla yanlış iliklendi.

Osmanlı Devleti yıkılırken, devleti İslami aidiyetin de, Osmanlıcılığın da ayakta tutamayacağı anlaşılmıştı. Sınırları küçülen imparatorluğun çöküşünü engellemek, aidiyet sorununu çözmekten geçiyordu. Balkanlar ve diğer bölgeler, Avrupa’da türeyen teritoryal ulus devlet modeli nedeniyle ulusal bilince ulaşan ve Konstantiniye’ye isyan bayrağı çeken etnisitelerle doluydu. Balkanlar neredeyse tümden elden çıktı, Ortadoğu’da da yeni milliyetçilikler patladı. Kendisini çokuluslu ve kozmopolit olarak algılayan hanedanlık, ülkeyi bir arada tutamıyordu. Milliyetçilik virüsü bu ortamda kaçınılmaz olarak Memalik-i Osmanî’deki merkezi coğrafyalara de bulaşacaktı. Anadolu coğrafyası ve çevresinde bir avuç başka toprak nasıl elde tutulacaktı? İktidara gelen İttihatçılar, yeni palazlanmakta olan Türkçülük ideolojisini seçtiler. Üç Tarz-ı Siyaset’in üç alternatifi olan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük ideolojilerinden üçüncüsü tek alternatif durumundaydı. Çünkü İslamcılık Müslümanların imparatorluğa sadakatini sağlamaya yetmiyordu. Osmanlıcılık ise Hristiyanlara da Müslümanlara da gerekli aidiyet duygusunu aşılayamıyordu.

İşte bu ortamda, Türkçülük can simidi oldu. Devletin dili olan lisan-ı Osmanî, Türkçe ana gövdesine karşın Farsça, Arapça, Rumca, Ermenice ve diğer yerel dillerin etkisi altındaydı. Dış Türklerin (Rusya’daki Türkî halkların) etkisiyle, dilde sadeleşme, milli şuur, Türk tarihi yaratma, pan-Türkçü mefkûrenin (kızıl elmanın) mitleştirilmesi gibi elementler üzerinden Türkofon (Türkçe konuşan) ahali bilinçlendirildi. Okullarda bu Türkçü müfredat giderek daha fazla rol oynamaya başladı. On dokuzuncu yüzyıl sonlarına dek okullarında İslam tarihi okutulan imparatorlukta, artık Türk tarihi okutuluyordu. Türklerin Orta Asya’lı bir halk olması hasebiyle, bu tarihin merkezine Orta Asya’dan göç miti yerleştirildi. Anadolu’nun “Türkleşmesi” linguistik ve kültürel değil, ırksal bir süreç olarak okutuldu. Anadolu’ya kitlesel göçle gelen Türklerin Anadolu yerlilerine göre demografik üstünlük kurdukları tezi, bu tarihin ana varsayımlarından biriydi. Bu tarih anlayışı Anadolu yerlisi kültürler ve halklarla Türkofon (Türkçe konuşan) nüfus arasında bir set oldu. Roma, Yunan, Bizans, Ermeniler, kadim Anadolu yerlileri (mesela Hititler, Frigler vs.) ulusal tarihten tümüyle dışlandı. Bu tarihlere yabancıların tarihi olarak bakıldı. Her şey Türk tarihine endekslendi.

Cumhuriyetin kurucuları bu ekipten geliyordu. Hepsi de bu tarihi benimsemiş durumdaydı. Orta Asya’dan göç miti, Türklüğü ırki bir topluluk olarak tasavvur etmeyi zorunlu kılıyordu. Oysa linguistik gerçeği dışlamayan kültürel bir ulus konseptiyle, Anadolu yerlilerinin tarihini de müfredata entegre ederek okutmak olanaklıydı. Bunu seçmediler. Böylece Selçuklular ve Osmanlılar öncesi Anadolu uygarlıkları ötekileştirildi. Türk varlığını fetih olgusu üzerine oturttular. Sentez yerine ikame tezini (replasman varsayımını) benimsediler. Bu model, Anadolu’da “tüm ötekilerin” imhası politikasını da doğrudan destekler nitelikteydi. Böylece Ermeni ve Rum soykırımları, mübadele, gayrimüslimlerin eritilmesi, tek tip ırksal ulus, Kürtlerin asimilasyonu, Aleviliğin bitirilmesi gibi politikalara ideolojik dayanak sağlandı.

Hâlbuki Türkofonlar Anadolu yerlisi Greko-Romenlerin ve kadim Anadolu halklarının torunlarıydı. Türkçe konuşan yönetici elitin ve ona sadık askeri sınıfın devlet kurucusu olma durumu nedeniyle, tıpkı Bulgarların Slavlaşması veya Güney Amerika yerlilerinin Hristiyanlaşarak İspanyol ve Portekiz diline ve kültürüne asimile olmaları gibi, İslam’a ve Türk diline asimile olmuştu. Gerek ciddi tarih çalışmalarının, gerekse de modern genetik biliminin verileri, bu tezi doğruluyordu.

Tarih tezine coğrafi aidiyet ve modern demokratik politik değerler ekseninde düzeltme yapılarak civic bir aidiyet oluşturulabilirdi. Bu aidiyet, tıpkı Britanya’da Britanyalılık aidiyeti üzerinden İngilizleri, İskoçları, Gallerlileri ve kısmen İrlandalıları birleştirdiği gibi, Anadolu’da da Anadoluluk aidiyeti üzerinden Türkofonları (kendini Türk kabul edenleri), Kürtleri ve diğer etnik-mezhepsel grupları birleştirebilirdi.

Bugün mülteci/sığınmacı karşıtı aşırı sağ ırkçı eğilimler çok gündemde. Türkiye’de inanılmaz boyutlarda bir ırkçı potansiyel var. Bu ırkçılık Suriyelilere ve Afganlara yönelik çok vahim ve endişe verici bir nefreti ve tepkisel-saldırgan ırkçılığı tetikliyor. Bu soruna 2010’larda başlayan göç dalgasının neden olduğunu varsaymak sığ bir yaklaşım olur. Kemalist-Türk-İslam sentezci milliyetçiliğin endoktrinizasyonundan geçen toplum gerçeğini görmezden gelebilir miyiz? Türk devletinin kuruluşundan bu yana ırkçı bir etnik milliyetçiliği pompaladığını görmezden mi gelelim? Kürtlerin 100 yıldır uğradıkları sistematik asimilasyon karşısında başımızı öte yana mı çevirelim? Yok edilen Ermenileri ve Rumları es mi geçelim? Sünnileşmeye tabi tutulan ama inatla kimliklerini koruma dirayeti gösteren Alevileri dikkate almayalım mı? Varlık Vergisi ve 6/7 Eylül olaylarını sümenaltı mı edelim? Dersim katliamı, Maraş katliamı, Sivas katliamı, onlarca sınır ötesi işgal gibi korkunç olayları hesaba katmayalım mı? Bugün sığınmacılara yönelik nefret, temelleri İttihatçılarca atılan, inşası Kemalist devletçe tamamlanan, gelişimi Türk-İslam sentezi ideolojisiyle sağlanan, doruğa ise Tayyipçi İslamcılık ve Avrasyacı militaristler üzerinden ulaşan bilinçli politikaların sonucudur.

Kimliğimizi yanlış biliyoruz. Bunu düzeltmek, kimlik reddini gerektirmiyor. Bazıları yanlış anlıyor. Sanki düzeltmek ancak Türk olmayı retle mümkündür gibi bir izlenime kapılıyor. Oysa önemli olan ırkçı temelde dizayn edilen kimliği civic temellere oturtmak. Pekâlâ dil ve kültür üzerine, Anadolu yerlisi uygarlıkları da içeren ve kapsayan, sentezci bir kimlik benimsenebilir. Böylece ırkçılık törpülenir, yaşanılan coğrafyayla arada bağ kurulur, tarihsel uzamda işgalci olma durumu son bulur. Anadolu’nun tüm uygarlıklarının mirasçısı olarak, ayakları daha sağlam yere basan, özgüvenli, barışçıl bir toplum oluşur. Kürtler ve Aleviler için daha üst bir kimlik oluşturulmuş olur ve bu kimlik daha bütünleştirici bir rol oynayabilir. Çevredeki komşu halklarla, başta Yunanlılar ve Ermeniler olmak üzere, çok daha derin, kültürel ve etnik akrabalıklara atıfta bulunan bir ilişkiler sistemi kurulabilir.

100 yıllık resmi tarih miadını doldurdu. Artık modern bilimsel verilerle örtüşen, gerçeklerden korkmayan, kapsayıcı bir tarih tezini kabul etme zamanı geldi. Toplumda açılan yaraları tedavi etmek, habis ve patolojik ideolojilere set çekmek, demokratik çoğulcu çok kültürlü ve kozmopolit bir topluma kapıyı aralamak için modern tarih tezi önemli bir rol oynayacak.

Hepimiz Anadolu yerlilerinin, Greko-Romen, Ermen, Süryani, Hitit, Lidya vs. uygarlıkların torunlarıyız. Bu topluluk ve kültürlerle Orta Asya Türklüğüyle mevcut cüzi etnik bağdan çok daha güçlü etno-genetik bağlarımız var. Ana vatan Anadolu’dur. Anadolu’daki tüm uygarlıklar bizimdir. Biz onların çocuklarıyız. Vatan sevgisinin temelleri Anadolu insanında fazlasıyla mevcut! Önemli olan doğru bilinen yanlışlardan vazgeçmek ve gerçeklerle yüzleşmek!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

10 YORUMLAR

  1. Türkler başlarına gelmesinden korktukları şeyleri kendileri yaptılar. Anadoludan türklüğün atılmasından korktuklarından anadoluda türk olmayanları attılar. Yani hezeyan sözkonusu. Gittikçe küçülünce bu beraberinde küçülüyorum, yok olacağım korkusunu getiriyor. Bu korku birlikte düşman algısı oluşturuyor yani kötülük görme sanrısı. Elbette herşeyi sanrıya bağlamak doğru değil. Gerçekten de birileri türkleri anadoludan tamamen yok etmek istemiştir. Zaten yunanlıların anadoluyu işgal etmesi bunun en büyük kanıtı. Yada ermeni ve rum çetelerin türkleri ait oldukları coğrafyadan kaçırtmaya çalışmaları da bunun işareti. Ama kötülük görme sanrısı ile düşmanlığı ayırt etmek gerekir. Bu sanrı onlar beni atmadan ben onları atayım düşüncesi getirmektedir. Olayın bu yüzüne bakacak olursak türklerde yok olma korkusu o günün karmaşasında yaşanan duygulardan birisiydi. Tek başına korku yaşanmadı ama korku da bu olup bitenleri açıklamakta göz önüne bulundurulmalıdır. Korku ve kötülük görme sanrısı insanı harekete geçirir. Ama o ortamda artık medeniyetten bahsetmek imkansızdır. Yani resim çizen bir şehirli yerine köyden kente göç eden bir insanın hayata tutunma çabası var artık. Tuhaf bir şekilde son döneme kadar mimari işler devam etmiştir. Demek ki o günün insanları bizim buradan gördüğümüz şeyleri göremiyorlardı. Yani biz 10 sene sonra yıkılacaksınız derken onlar 10 sene sonrasını göremiyorlardı. Mimari şaheserler yaptırmaya devam ediyorlardı. Bu da önlerini o dönemde göremediklerini göstermektedir. Bence türkçüler olayı en gerçekçi realize eden kesimdi. Hem paranoyalarını giderdiler hem de bir sınır çizdiler bir şekil verdiler. Sizin bahsettiğiniz alevi, kürt, hititler gibi kavramlarla bütünleşme çok uluslu osmanlı kimliğin bir parçası aslında. Ama adamlar zaten çoktan küçülüyoruz biteceğiz, bizi yok edecekler gerçek ve paranoid düşüncelere kapılmışlar. Hemde bu duygu ve düşünceleri bir iki kişi yaşamıyor. Çok büyük kesimler belli ki yaşıyor. Hatta bu düşünce osmanlıcılık, islamcılıktan da ağır basıyor. Önce türklük ön plana konuldu. O zaman ki insanların tutumu bu. Bu ortamda, psikolojide bir medeniyet inşası gösteremez insan. Var olma savaşı veriyordur. Çocuğuna süt bulma çabası veriyor. Bu insandan alevileri, kürtleri, hititleri de düşünen çok uluslu, çok kültürlü, çok mezhepli bir medeni yaklaşım bekleyemezsiniz. Mesela islamcılık ancak türkçülükten kaç sene sonra iktidara gelmiştir. Çünkü öncelik neslini yani ırkını korumaktır. Belki yunan esaretinde yaşayacaktık. Ama insanlar uygurlar gibi türklüğünü korumak için direnecekti. Kendilerini bu psikolojiye hazırlıyorlardı. Yunanlar neredeyse ankarayı işgal edeceklerdi. Belki artık sizin dediğiniz medeniyet algımızı güçlendirme zamanıdır diyecem ama maalesef pkk üzerinden kürtlerin tanınmasını engelliyorlar. Chp nin uygulamaları üzerinden alevi barışı tam sağlanamıyor. Medeniyeti nasıl kuracaksınız? Biz hala yüz sene önceki korkuları yaşıyoruz. Ve birileri biz olduğumuz yerde yerimizde sayalım diye aynı korkuların devam ettiğini pkk, chp üzerinden sürekli bize pompalıyor. Şu anda yaşadığımız korkular bence iyi analiz edilirse yunan işgalinde yaşanılan kaygıdan hiç farkı yok. Demek ki yol katedemiyoruz. İlerleyemiyoruz. Bizim şu anda normalde alevilerle, kürtlerle birlikte resim sergileri açmamız gerekirdi. Biz hala çocuğumuza süt bulma psikolojisindeyiz. Hala yok edecekler, bölecekler psikolojisindeyiz. Ve bu konuda ilerleme kat etmek işimize gelmediğinden yani böyle geldik böyle gideceğiz dediğimizden devletin pkk yı büyüttüğünü ona süt verdiğini görmezden gelerek başımızda bir pkk sorunu ile yaşayarak hezeyanlarımıza haklı gerekçeler bulmaya çalışıyoruz. İşte hezeyan dememin nedeni de buydu zaten. Evet gerçekten bölmek isteyenler var ama biz kendi düşmanlıklarımızı hezeyanımızın içine, pkk nın içine gizleyerek kürtlere haklarını teslim etmiyoruz, alevilerin inancına saygı duymuyoruz, hititlerin devamı olduğumuzu kabul etmiyor ve sanki bütün türkiyenin ortaasyadan geldiğini kabul ediyoruz. Eğer bütün anadolu ortasayadan geldiyse demek ki alevi, kürt, hitit yok demektir. Bu zaten bizim hezeyanımızda. Ya türk olacak ya türk gidecek üzerine kurulu bir düşüncede eğer türk varsa anadoluda demek ki diğerleri yoktur. Tanımama, adını koymama, yok sayma savunma mekanizmaları en ilkel savunmalardır ve bunları kötülük görme , küçülme sanrılarımızla birlikte düşünebiliriz. Ve bu travmalı düşünce yüz sene olduğu gibi bugünde aynı dozda bize yaşatılmaktadır. Sanki bir sinema gittik ve korku dolu bir film izlyoruz gibi. Ama bu filmi bize 100 senedir izlettiklerini düşünün. Artık bu devleti insan kabulleniyor. Çünkü o devleti tanıyor ve devlet kendi korkularını insanlara aktarıyor. Ve sahiplenme başlıyor devlet ile ilgilş. Devletin korkularını kabul etme ve içselleştirme başlıyor. İnsanlar devletin hezeyanlarını hoşgörüyor ve bu hezeyanın bir parçası olmasını kabul ediyor. Çünkü devlet hezeyanda türklüğün yok olacağını anlatıyor. Yani buradan anladığımız şey demek türklüğe önem veriyor. Mesela kürtlük yok olacak diye bir hezeyan yaşamıyor yada alevilik yok olacak fiye bir hezeyan yaşamıyor. Ama din elden gidecek diye bir hezeyan yaşanıyor ama bu türklük kadar devlet düzeyinde kabul gören bir şey değil. Sadece müslüman türkler devlete sahip çıktıklarından atıyorum bir ermeni, yunan gibi devleti yıkmaya çalışmadığından, devlet giderse dinde gider derler ve türklüğün yanında dinin de elden gidebileceği korkusu yaşanır. Dolayısıyla türklük ve din önem verilen konular olduğundan türkler ve müslümanlar kendilerini bu devletin esas sahibi görebilirler. Bu da onları şımartmaktadır. Bu şımarıklık diğer din ve ırklara karşı hezeyanın beslenmesine olanak verir. Çünkü bu hikaye yada hezeyan senaryosu onları hakim, üstün kılmaktadır.

    • Bi takım doğru bilgilerle çıkarımlar yapmak elbette mümkün. Fakat ben Türklerin tam olarak ne yapmak istedikleri konusunda fikir sahibi olduklarını da düşünmüyorum. Yok olma korkusu, paranoya, çocuğuna süt alma telaşı evet hepsi mantıklı.
      Durum böyleyken 50li yılların başlarında kasabaların ve şehirlerin eşraf, ağa dediğimiz kesimi neden fevc fevc İstanbula, Ankaraya taşındı. O koca ovalardan müteşekkil tarlalarını satıp savıp neden tarımdan anlamayan köylünün bin yıllık cehaletine terk etti?
      Bunun çok daha traji-komik versiyonunu bugün Kürt illeri dediğimiz yerlerde yaşadık. Bugünün Kürt illerinin şehirlerinde her bakımdan, ister nüfus olsun, ister zenginlik, kültürel hayat olsun, çoğunluğu teşkil eden Türkler meydanı neden kırsal kesimde varlık gösteren Kürtlere bıraktı? Onları büyükşehirlere çeken neydi?
      Türkiye’de maalesef hiçbir şey kendi doğal kanalında akmıyor. Doğal olan o insanların orada kalması, zaman içinde medeni dünyaya intibak etmesi ve Kürtleri de o dünyaya entegre etmesiydi.
      Bu şekilde Kürtler ve Türkler, ister ayrı bir devlet, ister Türkiye’ye bağlı özerk devlet yahut eyalette eşit vatandaşlar olarak yaşayabilirlerdi. Hatta üniterlik çok önemliyse o da olabilirdi ve biz bugün sağından- solundan, üstünden-altından, neresinden bakarsak bakalım kendi içinde MHP’den, Vatan Partisinden veya Saadet Partisinden farkı olmayan fraksiyonlardan ibaret bir HDP ile uğraşmazdık.
      Bence biz Türkler olarak naptığımızın pek farkında değiliz. Bence biz Hizmet olarak da ne yaptığımızın farkında değiliz.
      Çok maalesef ki, bizim sağdan, soldan, dini çevrelerinden, Kürt çevrelerinden, Alevi çevrelerinden nerden olursa olsun, takıp edeceğimiz evrensel kurama sahip büyük kafalarımız yok. Olsaydı, kim baskın gelirse gelsin, bir miktar düze çıkardık. Büyük kafa yok, olsa da bedel ödemez. Büyük kafa dediğin zaten kalbim var, damarlarım tıkanık demez, asacaksanız asın ulan der. Bütün bir yükü sütünün peşinde olan düz vatandaşa yüklemek o kadar kolay ki.

  2. Kapsayisi tarih tezi dedigin senin gönlünden gecen tez degildir. Onun ayaklarinin yere basmasi lazim. Türkiyede yasayan insanlara Hititlerden, Lidyalilardan kimlik bicemezsin öyle. Ermenilerden, Rumlardan, Süryanilerden de bicemezsin.

    Oturmus bir kimlik vardi aslinda. Anadoluda yasayan Türkler Osmanliydilar, tipki sonradan Yunanca konusmaya baslayan ama Roma döneminie ait olduklari icin Rum kimligini edinen Anadolunun kimi yerli halklari gibi. Bu insanlar Yunanli degildiler. YUnanca sayesinde Rum oldular.

    Nasil ki Türkiyeye mübadele ile Türkce konusan Arnavutlar, Makedonyalilar geldi, aynen öyle de Yunanistana Yunanca konusan Hititler, Lidyalilar falanlar filanlar gitti. Giderken de aslinda Osmanli olmuslardi, tipki Ermeniler gibi.

    Bugün tabii ne Türklere, ne der Ermenilere sen Osmanlisin dedirtebiliriz. Ama senin köklerin Lidyalilara, Süryanilere dayaniyor da dedirtemezsiniz. Baslarim etnik genetik bilmem neyinize. Sen bugün Türkiyeye 1 milyon Ermeni, 1 milyon Yunanli getirsen,ki keske bu olsa, onlara bizim gecmisimizde Türkler de var, Lidyalilar da var dedirtemezsin. Sizin bu sacma sapan tezleriniz insanlari artik kendi etnik kökenine coktan cekmis durumda zaten. Daha fazla saga sola sündürmenin alemi yok.

    Türkiye akrabasi bol bir ülke, Orta Asyadakilerle oldugu kadar Kuzey Iraktakilerle de, Suriyedekilerle de, Gürcistandakilerle de akraba. Hepsine de esit yaklasmasi lazim ve bunun icin de öncelikle güclü ve adil bir ülke olmasi lazim. Adalet duygusu her seyi cözer.
    Tabiatin akisini da unutmamak lazim, nehri tersine yüzmek akil kari degildir. Bu ülkede bir Gürcü bile öncelikli olarak Türk diline, etimolojisine ilgi duyar, bu onu Gürcistandan önce Azerbaycana, Uygurlara yakinlastirir. Sonra bu ülkenin Gürcüsü müslüman bi kere.

    Ha sen dilini ögrenmek isteyenin devlet olarak hakkini verirsin, adam Gürcüce ögrenir, Gürcüce tonla roman yazar, bu dili bir deger haline getirir, bakarsin bir gün Gürcüce Türkceyi gecer, ortak dil olur. Bu Kürtce icin de, Arapca icin de gecerli.

    Ülkemizde etnik ve kültürel düzeyde hak isteyenler öncelikle meseleye bu acidan bakmali, sermayelerini buraya akitmalidir. Sonra bi bakmissin Izmirli Kürtce ögrenmek icin can atiyor. Olsa nolur, dünyanin sonu degil, Mesele öncelikle insan olmakta. Kirintisi kalmamis Lidyalidan soy-sop, temel, direk ummak, o kadar sacma ki.

  3. en temel kimligimiz “insan” (human – homo-sapiens), geri kimlikler teferrurat…onemli olan temel insani hak ve adalet olculerinin toplumun en az 2/3’u tarafinan esas alinmasi ve uygulanmasi…harici kaos…

  4. Efe hocayı dikkate almıyorsanız, belki Nurettin Topçu’yu dikkate alırsınız diye tahmin ediyorum. Bu açıdan, ‘Yarınki Türkiye’, ‘Devlet ve Demokrasi’ ve ‘Kültür ve Medeniyet’ incelenebilir.

    Insanların soylarının filânlara dayanması ile gurur duymalarını ve mahcubiyet yaşamalarını anlamıyorum. Bu zihniyete sahip olanlar dünyaya bir mesaj sunma iddiasıyla ortaya atılmasın, gitsin otursun evinde.
    Arkadaş sen nesin, nerede duruyorsun? Sen hak, adalet, insanlık adına ne yaptın onu anlat bana, ‘başlatma geçmişinden’.

  5. Sayin Zeliha Koc.
    Cok isabetli tespitinize, az-oz yorumunuza katilmamak mumkun degil…..

    Muhterem Mehmet Efe Çaman Hocam.
    Elinize saglik, kaleminiz her daim keskin ve yolu acik olsun….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin