Devlete sadakat ve vatanseverlik üzerine

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Vatanseverlik ve vatan hainliği gibi nitelemelerin sıklıkla kötüye kullanıldığı dönemlerden geçiyoruz. Güç ve iktidarla zayıf konumda olan, ezilen, hatta zulüm görenler arasındaki ilişki dinamiğinde, sıklıkla vatanseverlik ve vatan hainliğine atıfta bulunuluyor. Devlet, bu tartışmanın merkezinde!

Devlete sadakat, birçok ülkede vatanseverlik ve vatan hainliği arasındaki spektrumda insanları konumlandırmada önemli bir kıstas olarak görülüyor. Yani devlete sadakat, önemli bir ölçüt! Fakat sadık olunması beklenilen devlet, nasıl bir devlet olmalı? Öyle ya, devletler kadar birbirinden farklı siyasi rejimler var. Diğer bir ifadeyle, devlet diye tekil bir kategoriden söz etmek olanaklı değil. Her ne kadar işlevleri gereği devlet adını verdiğimiz bir politik birim varsa da, bu birim son derece genel niteliklere dayanıyor.

Mesela bir toprak parçası üzerinde egemen, merkezi ve tekil otorite olması ve bu toprak parçası üzerindeki insanlar için meşru güç olması gibi koşullar var. Yine, diğer bir özellik olarak bahsi geçen toprak parçasının somut ve diğer devletlerce tanınan sınırları olması, diğer bir özellik olarak sayılabilir.

Dikkat ettiyseniz, bunlar son derece genel kıstaslar. İçeriğe girmiyoruz, bu kıstaslara göre devlet olmanın ne demek olduğunu tanımlarken.

Bu kıstaslara göre, örneğin demokratik İskandinav devletleriyle Kuzey Kore’deki totaliter devlet arasında hiçbir fark yok. Suudi Arabistan da bir devlet, Fransa da, Nijerya da, Birleşik Krallık da, Venezüella da, Rusya da, İran da! Oysa bu saydığımız “devletler” arasında niteliksel çok somut farklar var! Evet, hepsi de devlet ve yukarıdaki tanıma hepsi de uyuyor. Ama vatandaş ve devlet arasındaki alana ilişkin farklılıklar çok fazla göze batıyor.

Sadakat, devletlerin vatandaşlarından bekledikleri bir özellik! Devletin egemenliğini ve otoritesini (meşru güç kullanma hakkını) kabul etmek, vergi vermek veya zorunlu askerlik hizmeti gibi, vatandaşından beklediği görevleri yerine getirmek, devlete bağlı olmak, onu saymak ve benimsemek, onunla gurur duymak, onu aidiyetinizin ve kimliğinizin bir parçası olarak konumlandırmak, onu ülke dediğimiz kavramın önemli taşıyıcılarından biri addetmek gibi birçok şey sayılabilir sadakate dair.

Fakat vatandaşların devlete sadakatindeki makul ölçü nedir? Vatandaşlar hangi koşullarda devletine sadık olur? Hangi koşullarda sadık olmaz veya olamaz? Sadık olmanın ölçüsü nedir? Sadakat otomatikman devletin beklediği bir şey midir, yoksa devletin hak etmesi gereken bir şey mi? Sadık olmanın şartlarını yerine getirmeyen devletlerle vatandaşları arasındaki ilişkide sadakat ölçütünü kullanmak ne derece adildir? Mesela Hitler döneminde Yahudilerin Alman devletine sadık olmalarını beklemeli mi?

Yahudileri hain olarak niteleyebilir miyiz?

Yahudileri hain olarak niteleyebilir miyiz, NAZİ Almanya’sından bahsederken? Ya da Stalin’in Sovyetler Birliği’nde Stalin rejimine itiraz eden ve bu nedenle sürgüne Kazakistan’a gönderilen savaş kahramanı ve Sovyet üstün hizmet madalyası sahibi bir Tatar’ı, Sovyet devletine sadık olmamakla suçlayabilir miyiz?

Osmanlı Devleti’nde ailesi zorunlu göçe maruz bırakılan ve karısına tecavüz edilen, çocukları Müslüman ailelere evlatlık verilen veya zorla evlendirilen bir Ermeni’nin, Türk devletine sadık olmasını beklemek ne derece mantıklıdır?

Rahatsız edici sorular. Ama benim kendime biçtiğim sorumluluk ve ödev, siz okurları rahatlatmak, konfor sağlamak, pembe bir dünya sergilemek olmamalı. Aksine, sormalı ve sorgulamalıyız.

Devam edelim mi? Size hain denildiğinde, size hain diyenleri boş verip, her şeye karşın Türk milliyetçiliği veya İslam üzerinden devlet güzellemesi yapmak ne derece doğrudur?

Devlet sizi sudan gerekçelerle ve fabrikasyon “kanıtlarla” olağan şüpheli ilan edecek ve hapse atacak veyahut Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gibi hukuken bomboş bir keyfi ve ceberut uygulamayla işinizden atacak, sizi fişleyecek, sizin başka bir işe de girmenize engel olacak, sizin yurt dışına çıkmanızı engellemek için sizin ve ailenizin pasaportlarını hukuksuzca iptal edecek ve siz hala devlet güzellemesi yapacaksınız!

Vatansever olmak, devletle alakalı bir boyut içerir. Vatan sadece taş-toprak değildir. Vatan, o taş-toprak üzerine inşa edilmiş olan politik çatıdır, anayasa ve yasalardır, bürokrasidir, uygulanan müktesebattır. Vatan devletsiz düşünülemez.

Öyle olsaydı, herkes doğup büyüdüğü bölge veya kent-kasaba-köy çerçevesinde bir vatanseverliğe sahip olurdu. “Gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüzdür” oysa vatan denilince. Ve bu, devleti (belli sınırlar içindeki en üst toplumsal organizasyonu) zorunlu kılar!

Bu nedenle, Nazi Almanya’sında Yahudiler ve rejim muhalifleri vatansever olamaz. Çünkü vatanseverlik, vatanınız uğruna gerekirse kendi varlığınızı riske atmayı gerektirir. Oysa o vatanın kimin tarafından kontrol edildiği ve hangi siyasi ideallere göre idare edildiği kilit bir konudur.

Öyle ya, ABD’de kölelik sistemi varken, Afrika kökenli Amerikalılar en basit vatandaşlık haklarından (özgürlüklerinden) bile mahrumken, onlardan “vatanlarına sadakat” beklemek, ne derece makuldür? Soruyorum, düşünelim hep beraber!

Sadakat, zorla sağlanamaz

Normal şartlarda devlete sadakatin koşulu, devletin kendi hukukuyla bir bütün oluşturmasıdır. Devlet, kanun koyucu ve uygulayıcı olarak, kendi de kanunlara uygun hareket etmek zorundadır.

Devleti organize suç örgütünden ayıran tek nitelik budur. Devlet, kendi kanunları çerçevesinde hesap veren, hesaba çekilebilen, uygulamalarının tümü yasal çerçeveyle uyumlu olmak durumunda olan bir organizasyondur.

Devletin keyfi uygulama yapması (kendi kanunlarının dışında işlem uygulama) devletin varlık sebebini ortadan kaldırır, bir meşruiyet sorunsalına neden olur.

Devlet, uygulamalarında tutarlı ve adil olmak durumundadır. Bir vatandaşa uyguladığı kriteri diğerine uygulamıyor, keyfi olarak uygulama standartlarından sapan tutum ve fiil içine giriyorsa, devlet organize bir suç örgütüne dönüşür. Bu tür yapılara sadakat beklenemez.

Elbette fiiliyatta vatandaşlar kanunsuzluğa sapan ve organize suç örgütüne dönüşen bir yapıya sadık olmaya devam ederler. Ama bu sadakatin vatanseverliğe değil korkuya dayandığı açıktır. Almanlar Hitler rejimi sırasında Almanya’ya sadık olmaya büyük oranda devam ettiler. Bu, Almanların Hitler rejimine sadık oldukları anlamına gelmez.

Sizi rehin alan ve size silah doğrultmuş bulunan birinin dediklerini yapmanız, tabiidir. Bu, o kişiyi saydığınız veya sevdiğiniz anlamına gelmez. Ya da, çocuklarına kötü muamele eden bir babaya çocuklarının boyun eğmeleri, babanın haklı oluşundan değil, uyguladığı şiddetten çocuklarının (ve eşinin) korkuyor olmasındandır. Şiddet kapasitesi sona erdiğinde, babanın otoritesi de sona erer. Çünkü çocukları (ve eşi) ona artık sadık olamaz. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, sadakat, zorla sağlanamaz. Vatanseverlik de fiiliyatta devlete sadakati içerir.

Türkiye deyince kimse sadece güzel kumsalları veya harika bir mutfağı düşünmez. Türkiye’den bahsederken aklımıza sadece misafirperver insanlar da gelmez. Türkiye söz konusu olduğunda ilk akla gelen, Türkiye’nin devletine ilişkin mevzulardır: Özgürlükler, haklar, güvenlik endişeleri gibi.

Türkiye’ye giden bir turist için, kaldığı otelin fiyatından bile önce, bu konular gelir. Yaşamınız, sahip olduğunuz en önemli maddi varlığınızdır çünkü! Turistler için bile geçerli olan bu basit denklem, neden vatandaşlar söz konusu olunca değişsin?

Örneğin, sizin mülkünüze hukuksuzca el koyan bir devlete karşı sadakat içinde olmanız kadar tuhaf ne olabilir? Ya da babanızı hukuksuzca hapse atan bir devlete yurtsever hislerle bağlı olmak nedir?

Selahattin Demirtaş’ın ailesi, Türkiye devletine ne kadar bağlı olabilir? Soruyorum sadece! Size dilinizi konuşturtmayan bir devlet, ya da sizi bir bankada hesap açtınız diye hapse atan bir devlet, ne derece sadakati hak eder? Bu tür koşulların olduğu yerde, vatanseverlik yeşerir mi? Bu eşyanın tabiatına uygun mu?

Bugün itibarıyla yüz binlerce insan, Türkiye’de “vatan haini” olarak damgalanmış durumdadır. Anayasa, yasa ve yönetmeliklere açıkça aykırı uygulamalar sonucunda, yüz binlerce “vatan haini” hapse atıldı, KHK’lar temelinde işinden oldu ve açlık-sefilliğe terk edildi.

Bu insanların aile bireyleri, akıl-izan-mantık gibi herkeste ortak olan evrensel ölçütlere aykırı olarak, anne babalarının veya eşlerinin “suçlarından” (!) dolayı takibata alındı, haklarında işlem ve fişleme yapıldı, pasaportlarına el kondu ve seyahat özgürlükleri engellendi.

İnsanlar en ağır koşullarda, anayasalarının onlara sağladığı haklardan mahrum bırakıldı, bırakılıyor. Hayatını kaybeden veya sağlığından olan insanlar o kadar çok ki! Halen memleketin üçüncü en çok oy almış partisinin onlarca milletvekili ve yüzlerce seçimle iş başına gelmiş yerel yöneticisi hapiste.

Hapishanedeki yazar, gazeteci, akademisyen oranlarında tüm dünyanın en berbat rakam ve yüzdelerine sahip bu utanç Türkiye’sinde, bu sistemi kabullenen ve kötülük rejiminin ana diskurunu kabullenen sanatçı ve gazetecileri bile artık takibata alınıyor. Bu koşullar Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası ve uluslarüstü örgütlerce de genel kabul görüyor. Dahası, birçok uluslararası sivil toplum kuruluşu bu koşulları belgeliyor, raporluyor, dünyaya ilan ediyor.

Benim meselem, bunların olması değil. Çünkü bu rejimi eleştirmek dışında bir şey yapamam. Dahası, bu tür ceberut, faşizan, otoriteryan rejimlerin “normalinin bu olduğunu” biliyorum. Benim anlamadığım, tüm bu koşullara rağmen, bu rejimin mağdurlarının hala “devletlû” ve “milliyetçi” bir duruş sergilemeleri.

Hala yazılarını okuduğum ve sosyal medyada takip ettiğim birçok yazarın Osmanlı ve yerleşik İslami sosyoloji güzellemeleri yaparak, kendilerini kandırmaları.

Kendilerini kandırmaları beni ilgilendirmez. Ama toplumu kandırmaları beni ilgilendirir. İdealize edilen Türk milliyetçiliği, vatanseverlik, Osmanlı geçmişi, İslami sosyoloji gibi mitler üzerinden, günümüzdeki rejimin bu bahsi geçen “değerlerle” ilintisini görmezden gelen ve yüzeye odaklanan okumalar yapanların, rejimin kendini yeniden üretmesine katkıda bulunduğunu düşünüyorum.

Bunun bir tür “ütopik vatanseverlik” veya “gurbet acısındaki diaspora duygusallığı” olduğu kanısındayım. “Vatanı seviyoruz tabii, çünkü rejimle bu ayrı şeyler” ya da “halkın ne suçu var, bunu yapan iktidar” türü okumaların, son derece fahiş bir değerlendirme olduğu düşüncesindeyim.

Hain ilan edilenlerin, hala kendilerini hain ilan edenlere ve onların adaletsizliğini kolayca kabullenen ve alkışlayan büyük topluluğa yaranmaya çalıştıkları, hala “bir gün herkesin yapılan hatayı görecek nasılsa” türü beklentilere girdiğini üzülerek izliyorum.

Oysa biliyorum ki, bu toplumsal soykırımcı kabullenişi üreten siyaset değil, bilakis bu siyaseti üreten, sosyoloji! Toplumsal yapı ve koşullar, bugünkü zemini hazırlıyor. Aynen Hitler Almanya’sındaki muhalif Almanlar gibi, Türkiye’de de muhalifler çok küçük bir yüzdeyi oluşturuyor.

Büyük bir sistemik değişim ardından on yıllarca süren demokratik eğitim olmadan, Almanya’daki gibi bir dönüşüm beklenemez Türkiye’de. Entnazifizierung (Nazizm’den ve Nazilerden arındırma) olmasaydı, demokratik bir Alman toplumu olamazdı. Türkiye’de İslamofaşizm (İslamcılık ve nasyonalizm) sonlandırılmadan, kimse size hain demeyi bırakmaz!

Devlet kendi anayasal çerçevesini terk etti

Bu koşullarda hain ilan edilenlerin itibarlarının iade edilmesi olasılığı yok. Esasen faşizmin hain ilan ettiği insanlar, bu “vatan hainliği” karalamasını bir madalya veya berat olarak kabul etmeli!

Tarihin doğru yerinde olmak, demokrasi ve insan haklarından, hukukun üstünlüğünden, eşitlik ve barıştan yana olmak, mazlumun hakkını savunmak ve zalime “zalimsin” demek, sizi belki bu rejimin nazarında hain ilan eder – ama tarih de dünya da insanlık da bilir ki, esas ihaneti yapanlar, sizi hain ilan edenlerdir. Onlar ülkelerinin geleceğine, insanlarına ve insanlığa ihanet ettiler. Maalesef bu işledikleri büyük suça çok büyük bir toplumsal çoğunluk kolektif onay verdi ve suçun ortağı oldu!

Bu şartlarda “vatansever” kalmanın tek yolu, o vatana gerçek ihaneti yapanlardan kendinizi duygusal olarak kopartmaktan geçiyor. Sizi hain ilan edene hain olmadığınızı ispata kalkışmanız ne kadar anlamsızsa, onların anayasasız ve bu nedenle de kendi içinde tutarsız devletine “vatanseverlik” bağı ile bağlı olmaya çabalamak o kadar manasız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Vatan hainligi de, vatanperverlik de nedense insanda kusku uyandiran kavramlar.

    Sanki gucu elinde tutanlar bu sozlerle garibanlari atese atiyor gibime geliyor.

    Guclulerin evlatlari nedense vatanseverlikten pek nasip almiyor.

    Sozumona hicbir yetkili milliyetcinin evladi, sozumona, PKK karsisinda dehit!!! olmadi.

    Ben mi hatirlamiyorum?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin