Devlet, İshak Alaton’un babasını nasıl hayata küstürdü? [KEMAL AY]

Önce gazetelerde şöyle haberler çıkmaya başladı:

“Üç Yahudi’nin marifeti. Limon tuzu yerine sıhhate zararlı maddeler satıyormuş.”, “İstifçi iki Yahudi yakalndı.”, “Bilinen Yahudi tüccarı Simon Brod dün tutuklandı.”, “Açıkgöz bir Yahudi filit yerine renkli su satıyormuş.”, “Eroin satan bir Yahudi!”, “Kiraların artmasına Yahudiler sebep olmuş.”

Yaşanan ekonomik buhran karşısında bir “günah keçisi” arayan yöneticiler, gayrimüslimleri gözüne kestirmişti. Ünlü şair Orhan Seyfi Orhon şöyle yazmıştı mesela köşesinde:

“Kelle İstiyorum! Ben ki bir tavuk bile kesilirken bakamam; karıncaları, sinekleri öldüremem, kelle istiyorum. Yumruklarım sıkılmış, dişlerim kısılmış, at meydanında kazan kaldıran yeniçeriden daha hiddetli bir sesle kelle istiyorum, vurguncunun kellesini!”

‘Vurguncu’ o zamanki İstanbul, İzmir Yahudileri için sıkça kullanılan bir tabir hâline geldi. Bu sıfatı ‘hak eden’ Ermeniler, Rumlar da vardı.

‘Sosyal adalet’ içinmiş!

9 Temmuz 1942 günü, Şükrü Saraçoğlu CHP’den hükümeti kurmakla görevlendirildi. Saraçoğlu, ‘Türkçü’ olarak bilinen cenahtandı. O dönem Avrupa’yı kasıp kavuran milliyetçilik dalgasının etkisindeydi. Savaş zamanı halkın bir bölümünü, özellikle de gayrimüslimleri, zengin ettiği gerekçesiyle ‘nefret edilen’ Refik Saydam’ın ani ölümüyle başbakan oldu.

Varlık Vergisi, bu ‘savaş zenginleri’ denen zümreye karşılık bir çeşit “zenginden alıp fakire verme” operasyonu gibi sunuldu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Varlık Vergisi’ni savunduğu konuşmasında, “Biz ne Adam Smith’in talebesi ne de Karl Marks’ın çırağıyız.” diyerek yasanın ‘yerli ve milli’ dayanağını ortaya koymuştu. Yasayı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de önemsiyordu.

Ödenemeyecek ağırlıkta vergiler

Kanun, 11 Temmuz 1942’de Meclis’te hiç tartışılmadan kabul edildi. Hem de oybirliğiyle. Yasa o kadar ‘kesin’di ki, herhangi bir itiraz ya da temyiz imkânı dâhi tanınmamıştı. Ne de olsa ‘Olağanüstü Hal’ zamanlarıydı. Yasa çıktıktan sonra “Servet Tespit Komisyonları” kuruldu. Kimin ne kadar vergi ödemesi gerektiği yönündeki bilgiler, Milli Emniyet (MİT) kanalıyla toplanıyordu.

Toplam 114 bin 368 kişi tespit edildi, devlet bunlardan 314,9 milyon lira topladı. 1 milyonun üzerinde vergi ödemesi kararlaştırılan 11 kişiden 9’u gayrimüslim, 2’si ise ‘dönme’ olarak fişlenenlerdendi. Toplam vergilerin yüzde 87’si gayrimüslimlerden, yüzde 7’si Türklerdendi. Aralık 1942 ile Ocak 1944 arasındaki uygulama sürecinde, binlerce mülk, ev ve işyeri haczedildi. Bazı zenginlere, yüzde 100’ü aşacak oranda vergi çıkarıldığı olmuştu.

‘Milli mutabakat’ operasyonu

Vergiyi ödeyebilmek için evini barkını yok pahasına tanıdığı Müslüman Türklere satanlar da oldu. Bazıları güvenerek işletmesini bir Türk’e devretmiş gibi gösteriyordu. Bunlardan çok azı işyerini geri alabildi, çoğu alamadı… El değiştiren mülkün yüzde 67’si Türklere, yüzde 30’u ise devlete aktarıldı.

Bir gazetede konuyla ilgili ‘halkın hissiyatı’ aktarılırken şu cümleler yayınlanmıştı: “Bu kanunun mucip sebepleri de bir noktada toplanıyordu. Sekiz milyonun selameti için bin sekiz yüz kişi feda edilebilir. Bu kanun ve bin sekiz yüz üzerinde reyler ittifakla verildi.” (Aka Gündüz, Yeni Sabah).

Verginin son ödeme günü geçtiğinde, ödemeyi yapamayanlara verilecek ceza bahis mevzu olunca, “Çalışma Kampları” gündeme geldi. Toplamda bin 400 gayrimüslim vatandaş bu kamplara gönderildi. Erzurum Aşkale’ye gönderilenlerden 21’i, burada hayatını kaybetti.

Hayata küstürülenler

İşte İshak Alaton’un babası Hayim Alaton da, Haydarpaşa Garı’ndan Aşkale’ye yollanan bin 229 kişiden biriydi. Alaton, babasının ruh hâlini şöyle anlatmıştı, olayın 70. yılında: “Babam o darbeyi yediği günden sonra bir daha kendine gelemedi. Yaşadığı müddetçe bu olayı kendisine yapılmış bir ihanet olarak gördü.”

Halbuki Hayim Alaton, siyasî çevrelere yakın bir işadamıydı. CHP üyesiydi. Atatürk ölmese, siyasete de girecekti. Ancak İsmet İnönü’yle anlaşamamıştı. Nihayet Varlık Vergisi’nin hedeflerinden birisi olmuş ve Aşkale’ye gönderilmişti o da.

1944’te verginin kaldırılma sebebi, ABD’den gelen baskılar ve Nazilerin yenileceğinin anlaşılmasıydı muhtemelen. Tarihçiler, Varlık Vergisi’nin asıl amacının “sermayeyi Türkleştirmek” olduğunu yazıyor. Bunun yanında, ‘buhran’ dönemlerinde her şeyin nasıl da herkesin gözünde ‘meşru’ göründüğünü de gösteriyor bize.

Halktan tepki gelmedi, hem de yıllarca

Varlık Vergisi’ne siyasetten gelmediği gibi, halktan da bir tepki gelmemişti. Öyle ki, bu konuda yazılan tek kitap uzunca bir süre boyunca, dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin “Varlık Vergisi Faciası” isimli kitabıydı.

Sonraki yıllarda Rıfat Bali gibi araştırmacılar bu meseleyi konu edindi. Prof. Ayhan Aktar, bu konuda çalışmalar yaptı. 1990’da roman olarak, 1999’da film olarak gördüğümüz Salkım Hanımın Taneleri, bu meseleyi anlatan nadir kaynaklardan birisi oldu.

‘Peki devlet bana ihanet ederse?’

2012’de, İshak Alaton ve üç arkadaşı, Haydarpaşa Garı’nda, Aşkale’ye buradan gönderilen babalarının anısına, “Devletten özür talep ettiklerini” de belirten bir açıklama yaptı. Şöyle diyordu Alaton:

“Ben çocuktum ve anlama imkânına sahip değildim. Babam bana çok uzun yıllar sonra şöyle izah etti. Dedi ki, ‘Ben devletime ihanet etmiş olsaydım, beni mahkemede asarlardı. Peki devlet bana ihanet ederse ne olur?’ diye sordu bana, ben cevap veremedim. Dedi ki, ‘Hiç bir şey olmuyor, farkında bile değil devlet. Seni bir kağıt parçası gibi buruşturup kenara atıyor ve gene bildiğini okuyor. Devlet kendisi için var olan bir canavardır. Beni düşündüren o kadar yıl sonra hiçbir şeyin değişmemiş olması.”

NOTLAR:

1. Varlık Vergisi’ne dair tanıklıkları okumak için tıklayınız.

2. Varlık Vergisi’nin tarihçesi için tıklayınız.

3. Kanunun uygulayıcılarından Cahit Kayra, ölümünden kısa süre önce ODATV’ye bir röportaj vererek, vergiyi savunmuştu. Onun görüşleri için tıklayınız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin