Denetimli serbestliğinizi nasıl alırdınız?

YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY

15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde konuya herkesten farklı bir yerden bakmakta fayda var. Düzmece mi, tiyatro mu, gerçek bir darbe girişimi mi, yoksa bastırılmış bir darbe mi? Bu soruların çokça sorulup cevaplarını bulacağınız hayli araştırma okuyacaksınız.

Benim gibi daha dün denilecek kadar yakın bir zamanda dört duvar arasından çıkan birinden hiçbir okuyucum 15 Temmuz üzerine derin araştırma yapıp yayınlamamı beklemez. Yıllarını içeride geçirmiş biri olarak ben ancak içeride günler nasıl geçiyordu onu paylaşabilirim.

Bir defa yıllar süren hapishane yolculuğu, 15 Temmuz 2016’nın hemen arkasından başladı. Gözaltına alındığımda pek çok kişinin aksine ben hemen ifademin alınıp bırakılmayacağımı biliyordum. Tutuklanacağımdan emindim. Suçum büyüktü. İktidara muhalif idim.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Savcı sorgulamasının ardından sevk edildiğim tek kişilik mahkemede hakim kararını bir dakikadan kısa sürede verdi. Bana da “Suçlamaları kabul ediyor musun?” anlamında bir soru sordu.

“İddiaların hiç birini kabul etmiyorum” cümlem daha bitmemişti. Eliyle yeter artık sus anlamına gelen bir işaret yaptı. Ben bir soru soracağını düşünerek sustum. “Tutuklanmasına” diye başlayan cümleyi okudu.

Dışarı çıkarıldım ve ellerim kelepçelendi. Suçum hafif değildi. Terör örgütü üyesi, üstelik de silahlı terör örgütü üyesi idim. Kollarıma beni getiren iki polis girdi ve ilgili cezaevine beni teslim ettiler.

İçeride kimlerin yanına konulacağımı bilmiyorum. Silahlı terör örgütü üyesi olduğuma göre bu kategoriye alınan ne kadar tutuklu varsa onlardan birilerinin arasına konulacağımı sandım.

Demir kapı gıcırtı ile açılıp ben içeri bırakıldıktan sonra aynı gürültü ile kapatıldı. Elimde küçük siyah bir çantam vardı. Evden almaya geldiklerinde küçük siyah bir çantanın içine birkaç iç çamaşırı, mevsime uygun birkaç dış kıyafet koymama izin vermişlerdi.

Kapının yanında ürkek çekingen durdum ve içeridekilere “Merhaba” dedim. Aynı zamanda da kafamla selam vermiştim. Sesimi duymayanlara beden dilimin yardımcı olmasını istemiştim.

Buyur ettiler. Bir köşeye kıvrılıp oturdum. Ben insanların gözlerine pek bakmıyordum ama herkesin gözünün benim üzerimde olduğumdan emindim.

Tanıştıkça öğrendim ki içerisi entelektüel harmanı gibi imiş. Düşünen, sorgulayan, bu da yetmemiş düşündüklerini, sorguladıklarını kitaba döken insanlar vardı. Profesörden doktora, mühendisten emniyet müdürüne kadar her kesimden insanlardı bunlar.

Oranın geçici koğuş olduğunu üç gün sonra öğrendim. Beni ve bazı arkadaşları başka cezaevine naklettiler. Gönderildiğim yerde dört yılım geçti.

12 metrekarelik odada 3 kişi ile 4 yıl birlikte olmanın ne demek olduğunu anlatmak hayli zor. Bu birliktelik aynı evi paylaşmaya falan benzemiyor. Aynı koğuşu paylaştığın kişi ile hiçbir ortak geçmişin yok. Benim ilk kez gördüğüm kişilerdi. Onlar için de ben ilk kez gördükleri biri idim.

Bu öyle bir birliktelik ki gece gündüz, haftanın yedi günü. Cumartesi pazarı olmadığı gibi bayramı tatili de yok. Cezaevinin en zor taraflarından birisi dört duvar arasında kalmaktan çok, başkaları ile yukarıda anlatmaya çalıştığım şartlarda bir arada bulunmak.

Herkes kendini bir şeyle meşgul etmeye çalışıyor. Kimi kendini yazmaya, kimi okumaya, kimi televizyon izlemeye, kimi arkadaşı ile sohbete veriyor. Ben okumaya veren grupta idim.

İÇERİDEKİNE HER GÜN OKUMA GÜNÜ

En büyük sıkıntı okumak istediğimiz kitaplara ulaşamamak. Bu bazen içerideki kütüphaneden temin etmek istediğin kitabı yakalayamamak oluyor. Üç yıla yakın süre ile her hafta iki kez isteyip de ulaşamadığım kitaplar vardı.

İlgilendiğim alana ilişkin kitap isimlerini haftalık 10 dakikalık telefon konuşmasında eşim veya çocuklarıma, yazdırıyordum. Onlar da sağ olsunlar bir şekilde temin edip getiriyorlardı.

Dedim ya ben kendimi okumaya verenlerden idim. Bazı arkadaşlar saatler boyu yazıyorlardı. Bazıları televizyon kanallarında program kaçırmama çabasında idi.

Kimi 10 saat televizyon seyrettiği gibi benim gibiler de günde 10 saatten az olmamak üzere kitap okuyup not alıyordu.

Okuyanlar için en ilginç tarafı, Cumartesi-Pazar, bayram seyran demeden okuma imkanı oluyordu. “Deliye her gün bayram” derler ya benim gibiler için de her gün okuma günü idi. Dışarıda bir ayda ancak bitirebildiğim kitaplar gün içinde bitebiliyordu.

Aylar yıllar böyle gelip geçti. Başka ayrıntıları yeri gelir başka bir yazıda aktarırım belki.

Sonra bir akşam sayıma gelen gardiyanlardan biri yüksek sesle “Ahmet Karabay” dedi. Benim bir şey dememe fırsat bırakmadan “Tahliye!” diye yüksek sesle söyledi.

O güne kadar duyduğum en güzel kelime imiş gibi geldi bana. O gözüme cehennem zebanileri gibi görünen gardiyanlar, birden munis birer arkadaş gibi geldi bana.

“10 dakika içinde hazır olup kapıda bekle!” diye ilave etti. Aynı koğuşu paylaştığım arkadaşlarla kucaklaşırken karmaşık duyguları aynı anda yaşadım. Daha önce birkaç koğuş arkadaşımın tahliyesine tanık olmuştum.

Tahliye olan arkadaşım adına müthiş sevinirken, bir taraftan da acaba ben bu mutluluğu ne zaman yaşarım diye içimden geçirirdim.

Bu kez aynı sevinci ben yaşıyordum. Koğuştan çıktıktan sonra kapıya bırakılma işlemi yaklaşık iki buçuk saat sürmüştü.

Ailelerimiz ile karşılaşmamız ise dünyaya değer bir an idi. O ilk kucaklaşma anının bitmesini hiç istemiyorsunuz. Yakınını yılların hasreti ile kucaklıyorsun. Bir daha hiçbir şekilde ayrılmamak isteğiyle.

NİTELİKLİ DOLANDIRICI HALİME ÇOK ACIMIŞTI

Bir defasında bir rahatsızlığımdan dolayı hastanede röntgen çekilmem gerekti. Röntgen önünde beklerken, yanımdaki jandarmanın hemen öbür tarafında oturan biri benimle konuşmak için can atar gibiydi.

Dışarıda iken ne iş yaptığımı, kaç yıldır yattığımı sorduktan sonra esas kendisinin konuşup anlatacakları olduğunu fark ettim. Adını söylediğinde unutmam diye düşünmüştüm ama maalesef unuttum.

Nitelikli dolandırıcılıktan içeride idi. Benim “Bu nasıl bir şey” dememe fırsat vermeden kendisi başladı anlatmaya. Telefon edeceği kişiyi önceden belirleyip onunla ilgili bilgi topluyormuş.

Arayacağı kişi sıradan biri olmazmış elbette. Çok bilinen değil ama az çok kendi çevresinde tanınan birileri olurmuş bunlar.

Kendini savcı olarak tanıtırmış. Anlattığına göre, kendisi daha genel ifadelerle konuşmaya başladığında muhatabı korkusundan hangi konu ile ilgili savcının kendisini aradığını anlarmış.

Nitelikli dolandırıcı çoğu zaman sorunlu konunun ne olduğunu bu panik sırasında karşı taraftan öğrenirmiş. Sorunlu konunun ne olduğunu kesin öğrendikten sonra gerisi “çorap söküğü gibi” geliyormuş.

Saf saf. “Nasıl ya!? Suçunun ne olduğunu adamdan mı alıyordun?” diye sorduğumda. “Bu ülkede iş hayatı içinde olup da hukuk dışına çıkmamış kişi bulmak mümkün mü?” diye karşılık verdi. Kendimi daha fazla saf yerine koyup aklıma takılan öteki soruları sormaya çekindim.

Adam, bu sayede dört kuzeninin üzerine birer daire yapmış. Birinci derecede yakını olsa yakalandığında el koyarlar diye kuzenlerinin üzerine tapuluyormuş. Bakışımdan “Peki onlar yarın sana vermek istemezlerse ne yapacaksın?” diye aklımdan geçirdiğimi anlamış gibi cevap verdi: “Sadece tapu yapıp arkamı dönecek kadar alnımda enayi mi yazıyor?”

Onlara evin beşte biri değeri kadar para veriyormuş. Bu onların hakkı imiş. Onlardan da evin değeri kadar açık tarihli senet alıyormuş.

Kimleri nasıl dolandırdığını, evlerden elde ettiği aylık kira gelirlerini, yeni planlarını yarım saati aşkın sürede anlattı. Sonunda yüzüme acıyarak baktı. “Biliyor musun Ahmet Amca. Ben yakında tahliye olup gideceğim. Sen benden sonra kim bilir kaç yıl daha yatacaksın?” diye acı bir ses tonu ile söylendi.

Bizim nitelikli dolandırıcı, daha 7 ayı dolmadan infaz indiriminden yararlanıp çıkıp gitti. Ben onun dediği tarihten sonra iki yılı aşkın süre daha dört duvar arasında kaldım.

SORUYA EVET DESEN DE ‘TERÖRİSTSİN’ HAYIR DESEN DE…

Bilindiği gibi ceza süresinin son bir yılını denetimli serbestlikle geçirebiliyorsunuz. Zaten içeride benim gibi silahlı terör örgütü üyesi dışında kimse kalmamıştı dense yanlış olmaz. Askerde bile asteğmen olarak silah taşımadığım için oda hapsi alan benim gibi birisi silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan 4-5 yıl içeride yattı.

Yasaların tanıdığı infazı bile vermek istemeyen cezaevi yönetimi, bunu insanlar için yeni bir pişmanlık ortamına dönüştürme gayreti içine giriyor.

Size artık topluma uyumlu bir hayat sürmek isteyip istemediğinize dair bir sorular yumağı yöneltiyorlar. İşin özeti sizi iki şıktan birini tercih edeceğiniz bir labirente sokuyorlar. Esas istedikleri cevap, “Ben artık topluma yararlı bir insan olacağım. Yaptıklarımdan pişmanım” demeniz isteniyor.

Bu cevabı verdiğinizde silahlı terör örgütü üyesi olduğunuzu kabul etmiş oluyorsunuz. Dolayısıyla mahkemelerde onlarca duruşma boyunca “Benim silahlı terör örgütü ile alakam yok” tezinizi 6 ay ya da bir yıl önce çıkmak uğruna onca yıl yattıktan bir tarafa atmış oluyorsunuz.

Eğer “Hayır. Ben hiçbir zaman silahlı terör örgütü üyesi olmadım. Elime kuru sıkı silah bile almadım” gibi bir cevap verirseniz bu durumu örgütsel bir reddediş sayıp size denetimli serbestlik yolunu açmıyorlar.

Böyle olunca onlara göre henüz denetimli serbestliği hak etmemiş oluyorsunuz.

Bir ülke için adaletin, ekmekten daha önde gelen bir değer olduğunu hayat bazen çok acımasızca öğretiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin