Demokrat Parti 1950’de beyaz devrimi nasıl gerçekleştirdi?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Türkiye yirmi yedi yıl tek parti yönetiminde kaldıktan sonra 1946’da çok partili hayata geçildi. 

1946’daki erkene alınan belediye seçimlerine katılmayan DP, “hileli seçimler” olarak tarihe geçen genel seçimlerde ise başarılı olamamıştı. 

Buna rağmen Celal Bayar ve arkadaşları, 1946-1950 arasında takip ettikleri akıllı siyasetle 14 Mayıs 1950’de tek parti iktidarına son vererek beyaz devrimi gerçekleştirdiler. 

TÜRKİYE’DE SEÇİMLER

Türkiye’de seçimler Birinci Meşrutiyet devrinde başlamış ve 1946’ya kadar iki dereceli seçim yöntemi uygulanmıştı. Bu yöntemde seçmenler önce “müntehib-i sani” denilen ikinci seçmenleri seçmekte onlar da mebus seçimleri için oy kullanmaktaydı. 

Birinci Meşrutiyet devrinde siyasi partiler yoktu. İkinci Meşrutiyet devrinde siyasi partilerin kurulmasıyla birden fazla partinin katılımı mümkün olmuş ancak bu sefer de “seçimlere hile karıştırıldığı” iddiaları ayyuka çıkmıştı. Hatta 1912 seçimleri İttihat ve Terakki’nin baskıları nedeniyle tarihe “sopalı seçimler” olarak geçmişti. 

Cumhuriyet devrinde de iki dereceli sistem devam etti. 1923 seçimlerinde partiler yer almadığı gibi sadece M. Kemal Paşa’nın onay verdiği adayların seçilmesi sağlanmıştı. Buna karşılık 1924’te kurulan muhalefet partisi Terakkiperver Fırka seçimlere katılamadan kapatılmıştı.

12 Ağustos 1930’da M. Kemal’in isteğiyle Fethi Bey (Okyar) başkanlığında kurulan Serbest Fırka ise yalnızca “hile iddialarının” ayyuka çıktığı belediye seçimlerine katılabilmişti. Seçim sonrasında seçimlerdeki hile iddiaları büyük tartışmalara neden olunca da Fethi Bey partisini feshetmişti.

Tek parti devrinde listeler Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı Atatürk’ün onayıyla belirlenmekteydi. Bağımsızlara kontenjan ayrılması veya aday sayısının milletvekili sayısından daha fazla gösterilmesi gibi seçmenlere tercih şansı verilse de seçimlerin sadece sembolik bir değeri vardı. Bu durum katılımın da düşük olmasına neden oluyordu. Örneğin 1927 seçimlerinde katılım %23 olmuştu.

HİLELİ 1946 SEÇİMLERİ

Tek Parti devri seçimleri sadece adayların ikinci seçmenlere onaylatılması gibi bir anlam taşımaktaydı. Buna karşılık muhalefet partisi Serbest Fırka’nın katıldığı belediye seçimlerinde devlet partisi CHP, antidemokratik uygulamalarıyla seçimlere hile karıştırmış hatta SCF’den kazanan belediye başkanları bile istifa ettirilmişti. Bu durum çok partili hayata geçişte devlet partisinin sürecin mutlak belirleyicisi olacağını göstermekteydi.

Gerçekten de DP’nin 7 Ocak’ta gerçekleşen resmi kuruluşu sonrasında CHP, önce belediye sonra da milletvekili seçimlerini erkene alarak DP’nin örgütlenmesine ve seçimlere hazırlanmasına fırsat vermedi. DP ise durumu protesto ederek belediye seçimlerine katılmadıysa da “partinin kapatılacağı korkusuyla” milletvekili seçimlerine katılma kararı aldı. 

DP’nin seçimlerde başarılı olabilmesi için ülke genelinde örgütlenme dışında başka engeller de bulunmaktaydı. Bunların başında yıllardır devam eden tek partinin devletle bütünleşmiş olması gelmekteydi. Örneğin valiler, partinin il başkanı olarak görev yapmaktaydı. 

İkinci engel “Milli Şef” Cumhurbaşkanı İnönü’nün aynı zamanda CHP genel başkanı olmasıydı. Nitekim DP, bunu gündeme getirse de İnönü geri atmadı. Ancak sonradan parti genel başkanlığına bir vekil tayin etti.

Aslında ülke genelinde örgütlenmesini bile tamamlayamayan DP’nin başarılı olma şansı yoktu. Buna karşılık 1946 seçimleri tecrübesi, 1950’ye kadar geçen zaman zarfında DP’yi iktidara taşıyacak adımların atılmasına imkân sağlayacaktır. 

YETER SÖZ MİLLETİN!

Seçimlerin ardından iktidar-muhalefet ilişkileri iyice gerginleşmiş, seçimlere hile karıştırıldığı iddiaları TBMM’de çok sert tartışmalara neden olmuştu. Özellikle seçimlerden sonra İnönü’nün iktidarın “şahin kanadının” önde gelenlerinden Recep Peker’i başbakanlığa atamasıyla gerginlik daha da artmıştı.

DP, iktidarı  “otoriterlik, diktatörlük ve totaliterlikle” suçlamakta ve devletin bir polis devleti olduğunu iddia etmekteydi. CHP ise DP’yi dönemin konjonktürüne uygun olarak komünistlikle itham etmekteydi. Başbakan Peker daha da ileri giderek DP’yi kapatmakla tehdit edecektir. 

Gerginliğin zirvede olduğu bir sırada DP, 1947’de 1. Büyük Kongresi’ni topladı. Kongrede yine tek parti yönetimine eleştiriler yapılmış ve bu rejimin hala devam ettiği belirtilmiştir. Özellikle seçimlerin adil bir şekilde yapılması temel gündemlerden birisi olmuş, seçim kanununun değiştirilmesi ve seçimlerin yargı denetiminde yapılması istenmiştir. Hatta DP’liler kongrede meclisten çekilerek “sine-i millete dönmeyi” bile gündeme getirmişlerdir.

Kongrede kabul edilen Hürriyet Misakı’nda cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrılması, anayasaya aykırı kanunların yürürlükten kaldırılması, antidemokratik seçim kanunu yerine yeni kanun yapılması ve idarenin tarafsızlığı isteniyordu. Eğer bunlar gerçekleşmezse DP, meclisten çekilecekti. 

İktidar partisinin kongredeki eleştirilere ve Hürriyet Misakı’na tepkisi çok sert oldu. Başbakan Peker, “İstiklal Mahkemelerinin hala yürürlükte olduğunu” söyleyerek DP’lileri açıkça tehdit etti.

DP ile iktidar partisi arasındaki gerginliğin azaltılması için başlayan diyaloglar, İnönü’nün 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayınlamasıyla sonuçlandı. Radyodan yayınlanan beyannamede İnönü, meşru ve kanuni siyasi partilere karşı eşit davranılması gerektiğini belirtiyordu. 

Ayrıca iki partiye de eşit mesafede olduğunu vurguluyor ve “Muhalefet teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezme niyetinde olmadığından emin olacaktır. İktidar da muhalefetin kanuni haklarından başka bir şey düşünmediğinden emin olacaktır” diyordu. 

Bu gelişmelerin ilk yansıması, aşırı görüşleriyle öne çıkan ve ortamı gerginleştiren Başbakan Recep Peker’in istifa etmesi oldu. İktidar partisinde muhalifler de Peker’i “totaliter olmakla ve demokrasinin gelişmesinin önemini idrak edememekle” suçluyorlardı. Peker’in istifası, DP’nin iktidar partisine karşı ilk büyük zaferi olarak değerlendirilebilir. 

İnönü, bir yıl kadar görevde kalabilen Peker’in yerine “ılımlı” görüşleriyle bilinen Hasan Saka’yı başbakanlığa atadı. Saka’nın yerine de 1949’da “bir zamanların İslamcısı” Prof. Şemsettin Günaltay’ı tayin edecek ve 1950 seçimlerine onun başbakanlığında gidilecektir.

DP’nin eleştirileri, 1947 Kasım’ında toplanan CHP Kurultay’ında ciddi bir şekilde geçmişteki uygulamalara dönük eleştiriler yapılmasına neden oldu. CHP’liler “halka önem verilmediğini, merkezi diktanın hâkim olduğunu, parti kadrolarının hep aynı kişilerden ve onların hısım ve akrabalarından oluştuğunu ve halkı anlayamadıklarını” söylüyorlar, ilk defa karşılarına çıkan muhalefet partisiyle de gerçekler açıkça ortaya çıktığından halkın başka partilere sempati duyduğunu ifade ediyorlardı. 

DP’nin muhalefeti, iktidarın çok partili rejimin ruhuna uygun düzenlemeler yapmasını zorunlu hale getirmişti. Kurultayda; “gizli oy, açık tasnif” usulüyle yapılan oylama sonucunda “Değişmez Genel Başkanlığın kaldırılması, parti genel başkanının cumhurbaşkanı olması durumunda bütün yetkilerini genel başkan vekiline bırakması, valilerin aynı zamanda parti il başkanı olmasından vazgeçilmesi”  kararları alındı. 

Böylece DP’nin 1946 seçimlerinde tenkit ettiği parti-devlet bütünleşmesi nedeniyle bütün askeri ve sivil bürokrasinin iktidar partisinin kazanması için çalıştığı sistemin demokratik bir yapıya dönmesi yolunda önemli bir adım atılıyordu. Bu değişiklikler de Peker’in istifa ettirilmesinden sonra DP’nin ülkeyi yıllardır yöneten partiye karşı büyük bir zaferiydi.

Bu dönemde dikkat çeken diğer husus, DP’nin “seçim sisteminin demokrasiyle uygun olmadığı” gerekçesiyle ara seçimlere katılmamasıdır. DP bu yolla seçimlerin meşruiyetini “tartışmalı” hale getirmiştir. 

ZAFERİN SIRRI

İktidar partisi, DP’nin sürekli olarak dile getirdiği tenkitler çerçevesinde 1947 Aralık’ında sıkıyönetimi tamamen kaldırmış, idari amirlerin şüphelileri üç aya kadar nezarette tutma uygulamasından vazgeçilmişti. Yine önemli bir gelişme de yıllardır yürürlükte olan ve muhaliflerin üzerinde büyük bir tehdit unsuru olan İstiklal Mahkemelerinin 1949’da kaldırılması olmuştu. 

Kuşkusuz en önemli adım ise, yeni bir seçim kanunu yapılmasıdır. Bu kanunda, tek dereceli seçim sistemi esas olduğu gibi ayrıca “açık oy, gizli tasnif” yerine “gizli oy, açık tasnif” uygulamasına geçilmesi yer alıyordu. 

Bunun anlamı seçimlerde seçmenlerin oylarını gizli bir şekilde kullanmaları, oyların ise açık bir şekilde tasnif edilmesiydi. Böylece iktidarı elinde tutan zümrenin seçimlere müdahalesinin önlenmesi amaçlanmıştı.

Kanunun sağladığı diğer önemli gelişme ise Yüksek Seçim Kurulu’nun kurulmasıydı. Ayrıca il ve ilçelerde “Seçim Kurulları” oluşturulmuş, seçimler hâkim teminatı altına alınmıştır. Düzenleme ile memurların, askerlerin ve milletvekillerinin seçim kurullarında olmamaları ve siyasi parti ve bağımsızların sandıklarda gözlemci bulundurmaları da sağlanmıştı.

Kanunda ayrıca seçim güvenliği için oyların kapalı yerde verilmesi, seçim sonuçlarının hemen açıklanması ve oy pusulalarının Sulh Hukuk Mahkemelerinde korunması yer almıştı.

Bayar ve arkadaşları, 1946 seçimlerinden sonra izledikleri akıllı politikayla yıllardır Türkiye’yi yöneten iktidar partisini adım adım demokratik düzenlemeler yapmaya zorlamışlardır. İktidar da mecburen yeni düzenlemeler yapma ihtiyacı duymuş ve böylece tek parti rejiminin demokratik bir görünüm altında devam etmesi engellenmiştir.

Bu sürecin en önemli sonuçlarından birisi DP’nin daha önceki Terakkiperver Fırka ve Serbest Fırka akıbetlerinden kurtularak varlığını devam ettirme imkânı bulmasıdır. Bu durum halka da yeni parti için güven vermiştir. 

Diğer taraftan DP’nin demokratik hayat adına dile getirdiği eleştirilerin aşama aşama yerine getirilmesi, DP’nin yeni oluşan siyasi hayattaki vazgeçilmezliğini ortaya koymuştur. İnönü’nün “aşırı” Peker’i feda etmesi de DP’nin etkili muhalefetinin önemli bir göstergesidir. 

Özellikle yapılan düzenlemelerle başta “gizli oy, açık tasnif” esası, “seçimlerde hâkim teminatı” ve partilerin sandıklarda gözlemci bulundurma hakkını elde etmeleri, askeri ve sivil bürokrasinin iktidar partisinin kazanması için seferber olduğu 1946 seçimlerinin aksine 1950 seçimlerinin demokratik bir ortamda yapılmasını sağlamıştır.

Bütün bunların sonucunda halk, eğilimini sandıklara “memur, jandarma, mülki amir korkusu olmadan” yansıtma imkânı buldu ve DP, %52,7 oy oranıyla 408 milletvekilliği kazanarak 14 Mayıs 1950 seçimlerinden birinci parti olarak çıktı.

Böylece yirmi yedi yıldır devam eden tek parti iktidarı “kansız” bir şekilde el değiştiriyor ve Türkiye’de bir “beyaz devrim” gerçekleşiyordu. 

Kaynaklar:  O. Kağan, “DP’nin Birinci Kongresi”, Akademik Hassasiyetler, 2021, S. 15; F. Akın, “12 Temmuz Beyannamesi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”, Sosyal Bilimler Dergisi, 2021, S. 23; C. Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 1990, İmge, İstanbul. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Demokrasi, halkın kendini yönetecekleri seçmesi değil; devleti yöneten iradenin halka, halkı yönetenin yine halk tarafından seçildiğini hissettirmesidir…

  2. güzel yazı. ama bu seçimde de aynı şey olacak diye yorumlanmamsli. ne bu seçim ne bu siyaset ne konjonktür diğer zamanlara benziyor. hiç birisi. kaldı ki suanki zalim ve münafık sisteme yeter diyecek evsafta millet te yok muhalefette. dolayısıyla çok extradan şartlarla devrilecek .

  3. Hocam burada gorunuyor ki eger Inonu demokratiklesmeyi irade etmis olmasaydi, bu basari gerceklesmeyecekt…Biliyoruz ki Inonuyu buna iten sebep de soguk savasta Rus tehdidine karsi Amerikanin kanatlari altina girme istegi idi..
    gunumuzde de benzer bir soguk savas ortami baslamis durumda ama o gunkunden farkli olarak bugun Reis, korkunc br yolsuzluk bataginda oldugu icin, memleketin kaderi onun hic ilgilendirmiyor, Roma’yi yakmaktan cekonmeyecek biri var basta, Allahin ozel bir merhameti disinda bir cikis yolu gorunmuyor gibi..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin