Demokrasiler nasıl yaşar?

YORUM | YAVUZ ALTUN 

Yale Üniversitesi’nden meşhur siyaset bilimci Ian Shapiro’ya göre, bir ülkede demokrasinin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi, hayatta kalabilmesi için bir takım evrensel kaideler var.

Evvela kişi başına düşen geliriniz en az 14,300 dolar civarında olacak. Ekonominiz petrol gibi tek bir sektöre bağlı olmayacak. Orta sınıfınızın yaşam standardı ve gelir durumu olarak aşağıya kaymamasına dikkat edeceksiniz. Son olarak demokrasi tarihinizde askerî darbeler ya da devrimler çok sık görülmeyecek. Çünkü bir kez darbe olmuşsa, bir daha olmaması için fazla bir sebep yok.

Elbette bunlar kültürel faktörlerden arındırılmış nesnel kriterler ve bireylerin çıkarlarına göre hareket ettiği bir dünyayı baz alıyor. Demokrasi endekslerinde basın özgürlüğü, eğitim durumu, mülkiyetin korunması, gelir dağılımı eşitliği gibi daha çeşitli kaideler de görebilirsiniz.

Ancak bu dört madde, Türkiye’nin AKP hükümetleri döneminde nasıl demokrasiden otoriterliğe savrulduğunun genel bir çerçevesini çizmesi adına önemli göründü gözüme.

Öncelikle kişi başına düşen gelire bakalım.

Araştırmacı Nezih Onur Kuru’nun Twitter adresinden

Grafikte de görebileceğiniz gibi 2013’e kadar yükselen ve Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye dönüşmesi için umut veren bir trend var. IMF istatistiklerine göre 12 bin 489 dolara kadar çıkan kişi başına düşen gelir, o tarihten itibaren istikrarlı bir biçimde azalıyor ve tahminlere göre 8 bin doların da altına iniyor.

Ekonominin bir anda bu şekilde geriye sarmasının tek sebebi demokratik teamüllerin ortadan kaldırılması değil. Bolluk döneminde yapılan hatalar da var. Bunlardan en fenası, ekonomide inşaat sektörünün ağırlığını arttırmak ve diğer sektörleri boşlamak.

Zaten bu da bizi diğer maddeye götürüyor. Ekonominin tek bir sektöre aşırı bağımlılığı, gücü elinde tutanın buradan ekonomik çıkar da sağlamasına yol açıyor. Genelde petrol ülkelerinde görülen ve “petrol laneti” diye adlandırılan bu durum, Türkiye’de inşaat sektörünün devlet tarafından orantısız şekilde desteklenmesi ve Rusya’daki oligarklara benzer hükümete bağımlı yeni ultra-zenginler türetilmesiyle yaşandı.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bunlara “beşli çete” diyor malumunuz.

Eğer bir sektörün ekonomideki payı giderek büyüyor ve devlet de bu sektöre fazlasıyla müdahale edebiliyorsa, orada yolsuzluk ve yozlaşmadan kaçış maalesef mümkün değil. İktidar sayesinde zenginleşen aktörler, hiçbir surette iktidarı bırakıp bir yere gitmek istemezler.

Ian Shapiro bu noktada ABD örneğini veriyor. 2000 yılına seçimi George W. Bush’a kaybeden Demokrat Partili Al Gore, o tarihten bu yana servetini 250 milyon dolara çıkarmış. Eğer, diyor Shapiro, başkanlık yapsa bu kadar para kazanamayabilirdi. Nitekim Beyaz Saray’da oturmanın ABD başkanlarına ekonomik faydaları olmadığı malum. Bilakis, başkanlık sonrası yazdıkları kitaplarla daha çok para kazanıyorlar.

Mesele de biraz bu. Siyaset adeta yukarı yönlü sınıf atlamanın bir basamağı hâline gelmişse, orayı fırsatçılar işgal edecektir. Türkiye’de durumun geldiği noktada artık ortalama bir hayat sürmek için bile belirli bir siyasî partiye angaje olmak gerekiyor. Bu da, demokrasinin boğulup gideceği toksik bir ortamı işaret ediyor.

Yolsuzluk düzeninin toplumu getirdiği bir diğer mevki, orta sınıfın erimesi, iyi eğitimli, şehirli ve iş güç sahibi insanların da artık eski yaşam standardına sahip olmaması. Kötü ekonominin topluma birincil etkisi fiyat istikrarının bozulmasıdır. Böylece tasarruf yapamaz, geleceği öngöremez hâle gelirsiniz. Tasarruf yapamayınca eğitime, kültüre ve benzeri alanlara yönelik girişimler de kurur.

Bu durum yalnızca demokrasiyi etkilemez. Otoriter rejimlerde bile huzursuzluk ve istikrarsızlık sebebidir. Nitekim Ian Shapiro, 2011’de başlayan Arap Baharı’nda sokağa çıkan gençlerin önemli bir kısmının bundan yakındığını vurguluyor. Hatırlarsanız, o gençlerin çoğu iyi eğitimliydi ve evrensel demokratik ilkeleri savunuyorlardı. Çünkü uzun vadeli çıkışın buradan olacağını düşünüyorlardı.

Son bir yıl içinde Şili’den Lübnan’a, Belarus’tan Tayland’a, İran’dan Bulgaristan’a birçok ülkede fiyat artışlarına isyan eden sokak protestoları oldu. Hâlihazırda yoksulluk içinde yaşayan kesimlerin değil giderek yoksullaşan ve ekonomik çöküntü sebebiyle derin bir yoksullaşma yaşayanların isyanıydı bir nevi.

Türkiye’de de bu isyanı en çok sosyal medyada görmek mümkün. Sokağa adım atan herkesin kriminalize edildiği, marjinalleştirildiği ve muhalefet tarafından da yalnız bırakıldığını düşünürsek, başka da çare kalmamış görünüyor.

2019 yerel seçimleri, bu öfkenin bir şekilde sandıkta değişimlere yol açtığını gösterdi. Büyük şehirlerde belediyelerin el değiştirmesi sağlandı. Bu sebeple de muhalefet liderleri, bir sonraki seçimde iktidarın el değiştireceğini öngörüyor. Ancak bu yetmez, yoksullaşan kesimlere umut vermeleri de gerekli.

Son olarak, demokratik rejimin sıklıkla inkıtaa uğratılması meselesine gelelim. Türkiye bir darbeler ülkesi. Çok partili rejime geçtiği hâlde bir demokrasi inşa edememesinin en büyük sebebi buydu. 15 Temmuz’da güya bir darbe girişimi engellendi ancak yerine inşa edilen rejim demokrasiyi otoriter kıskaca alan ve toplumu değil devleti önceleyen bir yönetim anlayışı oldu.

Devleti öncelediğinizde, AKP iktidarının propagandasının aksine, toplumun da kendi ifadesini bulduğu sembolik bir kimliği yüceltmiş olmuyorsunuz. Devlet onu oluşturan unsurların ortasındaki bir boşluktur, Karl Marx’a göre. Eğer sağlıklı bir demokrasiyseniz, o unsurlar toplumun inşa ettiği kurumlardır. Değilseniz, şahıslardır. Şahısların çıkarı için çalışırsınız.

Bu sebeple de şu anda belirli aktörlerin kendilerini öncelediği, “Millet aç, kuru ekmek yiyor” dediğinizde, “Demek ki aç değiller” diyen iktidar milletvekillerinin olduğu bir rejimdeyiz. (Akabinde AKP milletvekili Şahin Tin, kendini hazır yazılı bir metni acemice okuyarak savundu.)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin