FARUK AKSU | YORUM
Deizmin cevapsız ve izahsız kaldığı sorular ve hususlara devam ediyoruz…
İlk yazımızda, deizmin bir 18. Yüzyıl ‘Aydınlanma Çağı’ düşüncesi olarak ‘semavi ve tarihi dinlere’ rakip ve alternatif olma iddiasında görünse de çıkmaz sokakları ve açmazlarının çok olduğunu örnekleriyle anlatmıştık. “Deizmde ‘eskatoloji’ yani insanın ve dünyanın sonu ve ölüm sonrası izahları yoktur. Keza deizmde soterioloji yani kurtuluş ve selamete erme yolları da yoktur.” dedikten sonra deizmin sükût ettiği ve açıklayamadığı hayati ve esansiyel soruları ele almıştık… Bu yazıda kaldığımız yerden devam edelim…
9- Evren her daim oluş içindedir. Yaratıcı etkinlik bir an bile durmuyor. Bu oluşlar, hareketler ve sükûnlar ise her dem yaratan, müdahil ve etkin bir yaratıcıyı gerektirir. Artık tek evren (univers) yok, evrenler (plurivers) var. Mevcut evrenlerde nice başlangıçlar ve nice sonlar, hareketler ve duruşlar var. Deizm’in “ilk sebep”i (Etre Supreme) ve yaratıp bırakan ve artık karışmayan durağan Tanrı konsepsiyonu (Deus Otiosus) bu tabloyu açıklayamıyor.
10- Hiçbir şeye karışmayan ve yaratıp bırakan bir varlığa, “Tanrı” olarak inanmanın veya iman etmenin insan için fiilî ve pragmatik bir anlamı yoktur. İnsanlar böyle durağan bir Tanrı’ya umut, huşû ve sevgiyle bağlanamazlar, imanla sığınamazlar, dinsel bir duygu hissedemezler. Korkmazlar ve saygı duymazlar. Hiçbir şeye karışmayan (Deus Otiosus) bir “Tanrı”ya inanmak ve bağlanmak insanlar için lüzumsuz ve akla aykırı olacaktır.
İnsanlar kaçınılmaz olarak şu muhakemeyi yaparlar: “Madem tanrı insanları ve evrenleri yaratıp çekilmiş ve artık karışmıyor, ona iman etmem neden gereksin? İyiliğin mükâfatı, kötülüğün cezası yok. Günah yok, sevap yok, o halde neyin iyi neyin kötü olduğunu ben belirlerim. Doğru olan her şeye rağmen dünyadan, sadece haz ve zevk almaktır. Başkalarının iyiliği, hakları ve acıları beni ilgilendirmez. Her şey ben ve menfaatlerimden ibarettir. Başkalarının acı çekip gözyaşı dökmesine sebep olsa da hatta ölümlerine sebep olsa da ben mutlu olmalıyım…”
Şu halde durum anarşist Max Stirner’in “Biricik ve Mülkiyeti” eserindeki gibidir:
“Tanrı’nın işi, insanlığın işi, gerçeğin işi, iyinin işi, doğrunun işi, özgürlüğün işi ve daha niceleri. Bunların hiçbiri benim işim değildir, benim işim sadece benim olandır ve o genel değil, biriciktir, benim gibi.
Benim meselem, ne tanrısaldır ne insani; hakikat, iyilik, adalet, özgürlük vs. de değildir, sadece ve sadece Benim olandır ve genel olmayıp, tıpkı benim biricik olduğum gibi, o da biriciktir. Benim için Benden daha önemlisi yoktur!
Hiçbir şey benden üstün değildir!”
Kaçınılmaz sonuç budur.
Bu durumda moral değerler ve ahlak normları toplumlarda hiç tutunamaz. Bugün olduğu gibi aile, ana, baba, çocuk, erdem, iyi ve kötü kavramları çöker.
11- Deistlere göre Tanrı’nın evrene müdahalesini kabul etmek onun eksik ya da hatalı yaratıldığını ileri sürmek demektir. Onlara göre bu durum Tanrı’nın mükemmelliği için sorun teşkil eder. Bu hatalı bakış açısıyla başlangıçta evrenin ve elemlerle dolu insan yaşamlarının yaratılışı da Tanrının kemali içi sorun teşkil eder.
O halde Tanrı ilgilenmeyeceği bir varlık âlemini neden yaratsın?
Ve insanı her an frenleyen, düşünce ve kaygılara sevkeden akıl neden yaratıldı?
Akıl, neden hiçbir dinde hiçbir şeyden mesul tutulmayan hayvanlar yerine insanlara verildi?
12- İnandığınız supranatural varlığın “Tanrı” olduğunu nereden biliyorsunuz? Ona neden “Tanrı” diyorsunuz?
Semavi dinlerde peygamberler ve kutsal kitaplarla “Tanrı” kendini yarattıklarına tanıtır, varoluşun ve yaratılanların anlamını insanlara bildirir. İyi ve kötünün ne olduğu tanımlanır. Böylece ahlak normları tezahür eder. İnsanlar da ancak bu şekilde yaşamlarından ve yaptıklarından yargılanıp mesul tutulur.
13- Deizm’in durağan ve yarattıklarına artık karışmayan Tanrısı bütün varlık âlemini neden düzenli, ahenkli, kurallı ve amaçlı yarattı?
14- Deizm’in ‘durağan ve artık yarattıklarına karışmayan’ Tanrısı, artık karışmayacaksa, yarattığı canlıları neden sınırlı, sonlu ve ölümlü yarattı?
Deizmin izahsız bataklıkları daha çoktur. Bunlar yalnız ilk bakışta görülenler.
“”11-”
Faruk bey, 11. maddeyi kabul eden DEİST ler varsa eğer iş aslında daha da kolaylaşıyor, çünkü diğer maddelerdeki varsayımları kabul etmemiş sayabiliyoruz. Geriye şu kalıyor ozaman tartışılacak:
Evrenin Tanrının müdühalesi olmadan ayakta duramayacağı kısmı..
Evrenin işleyişini en azından günümüzün ulaşılan keşifleri, verileri seviyesinde anlayanların bu kısmı söyleme ihtimali çok düşük.
Ünlü bir felsefeci, sosyolog vb de olsa, eğer derinlemesine evrenin işleyişini bilmiyorsa, geçmiş bir descartes den, bir David Hume dan farkı kalmıyor.
Geçmiş felsefecilerin düşünürlerin yaratılış bağlamında ortaya koymaları bir çeşit tarihi analoji niteliğinde, zihin jimnastiği niteliğinde olabilir ancak bu günlerde. Onlar bilmedikleri bir şey hakkında düşünce geliştiren, kafa yoran dimağlar. Bugün James Web teleskobumuz, Hubble ın getirdiği ve temel düzeyde analiz edilmiş veriler, 100 yıllık bir maddenin özüne dair yeni kavrayış, rölativite, görecelilik… Klasik fiziğin o kısırlığını aşacak nitelikte bir bilgi seviyesine sahibiz.
Bu nedenle, DEİST ler derken, onları en üst perdeden temsil edenlerin fikirlerini ele almamız gerektiğini düşünüyorm.
Bu nedenle de, o yukarda alıntalıdığım cümleye geri dönmek istiyorum.
“”Deistlere göre Tanrı’nın evrene müdahalesini kabul etmek onun eksik ya da hatalı yaratıldığını ileri sürmek demektir. Onlara göre bu durum Tanrı’nın mükemmelliği için sorun teşkil eder.””
Bu yukardaki cümleyi kuran bir Deistin evrene dair bilinen bilgileri, inasnlığın ulaştığı kavrayışı bilmediklerini baştan varsaymalıyız. Özetle bir bilgi eksiklikleri ile konuyu anlattıklarını varsaymalıyız. Tekrar edersem, bu kişiler dünyaca ünlü bir sosyolog, sosyal teorisyen, felsefeci olabilir, günümüzde yaşayan. Savlarının kendisi ir yanlışı içeriyor.
Evrene müdahale kavramını yanlış algıladıkarını düşünüyorum özetle.
Tanrıyı çekince Evren kalmaz, Ancak Evreni çekince hiçbirşey kendinden eksik olmadan Allah yine aynıyla sonsuz haliyle ve Zatı ile aynen var olmaya devam eder.
Tanrısız bir evren olamaz, ancak evrensiz bir Tanrı olabilir. Evrenin var olma şartı bir yaratıcısının olmasıdır.
Birşeyi yaratmak ile yapmak aynı şey değildir.
Örneğin, bir araba yaptığını düşünen bir mühendis, o arabayı yaparken kullandığı metal için, demir çelik için madene ihtiyacı vardır, airodinamiği için havanın yapısına, fırlayıp gitmemesi için yerçekimine.
Dolayısı ile bir arabayı yapan kişi, var olan bir sistem içinde, bir dönüştürme ile bir ürün çıkarmış olabilir ama bunu yaratmamıştır.
Varlığı, daha öncekilerin varlığına bağlı bir oluşum, yaratım olmaz.
Böyle bir zinciri kurduğumuzda, havanın, yerçekiminin, gezegenin, ve hatta aklın var olması gerektiğine gitmemiz , onların varlığı içinde onların İLK ZAMANLARINA yani yaratımına gitmemiz gerekir.
Bu nedenle, bir şey yapan, icadda bulunan yaratım yapmış olmaz, var olan sistemin kurallarını çözerek onda değişim meydana getirir.
Nitekim termodinamik 2. yasası açısından hiçbir değişim olmaz. Tek değişim entropi düzeyinde olur ki, buda evrenin işleyişinin bir parçası.
Dolayısı ile, Allahın evrene müdahalesinde hatalı nokta felsefik olarak, insanın yaptığı bir şey ile olan ilişkisine benzetilmesi ve oradan kıyas yapılması.
Bir arabayı yapan adam ile araba ilişkisi gibi net bir durum olsa idi olurdu. Adamı kaldırdığımızda araba var olduğuna göre, burada araba ile adamı eşit birer konuma getirmiş olucaktık.
Oysa, Tanrnıyı kaldırdığımızda evren olmuycaksa, ona sürekli müdahale etmesi gerektiği cephesinden bir bakışta ki, o iki taraflılık mantık dışı olucaktır.
Yukardaki şey bir çerçeve. Farkındaysanız, bir felsefik yaklaşıma, başka bir mantıksal çerçeve ile karşılık verdim.
Ama bunları söyleyip bırakmak değil amacım. Tersine şu.
Her yaratıcı ile yaratalın arasındaki ilişki bu. Varlığının devam etmesi yaratıcısının VAR olmasına bağlı.
Evrende mükemmel ölçüler var.
En önemlilerinden biri örneğin, KOZMOLOJİK SABİTE.
Nedir kozmolojik sabit:
Evrenin yapısında, boşlukta bile var olan gizemli bir enerji türünün (karanlık enerji) sebep olduğu uzay-zamanın genişleme hızını etkileyen sabittir.
Geleceği görmeden geçmişte bu sonucu doğurabilecek bir sabiteyi yakalamak için big bang patlama gücünü ve sayısız olasılığın bir arada olabilmesi gerek, yoksa bu hesaplamayı yapamayız. Yapabiliyorsa, geleceği görebilecek bir yetiye sahip olması gerekir. Yahut bugünden geleceği tüm herşeyiyle görebilecek o olağanüstü bilgiye.
Her iki halde de, 0 noktası diye bir kavram olmamış olur.
Entropi sıfır, bilgi sıfır, hareket sıfır, kinetik enerji sıfır.. vb..
Ancak, şunu biliyoruz ki, bugün var olabilmesi için evrenin, o günkü o bilgiye sahip olması demekti.
0 NOKTASINDA, big bang de evrenin bunu biliyor olması demek ona Tanrı vasfı vermek olur zaten. Çünkü daha tüm sondaki bilgiyi o sıfır noktasında biliyor olması gerek. Bu ise bir tohum gibi olması demek.
Tohum dendiği zaman da zaten, 0 noktası kavramı ortadan kalkıyor.
Bir winzip li dosyaya tıkladığınızda açılınca çıkan dosyaları görmeden onu boş görmek gibi olur bu.
0 noktasını da yanlış kavrıyoruz o nedenle.
Bir plank sabiti, bir Hubble sabiti, ince yapı sabiti, schwardschild yarı çapı, gravitasyonel elektromanyetik oran, kütle çekimi.. bunların bugün var olmasının sebebi o 0 NOKTASINDAKİ POTANSİYLE BİLGİNİN VARLIĞI.
Dolayısı ile, Evreni eksik görme olayına da ayrıca bir eleştirme getirmek istiyorum.
Bu nokta da, ikinci bir hususa değineyim.
Mantık, sağduyu noktasına.
Sağduyu dediğimiz şey, bizim boyutlarımızda bir gerçeklik.
Determinizm olarak çıkıyor hatta klasik fizikte karşımıza.
Determinizm ilkesi olarak.
Ama determinizm ilkesi atom altı dünya da çöker.
Yani atom altında determinizm yoktur, onun yerine olasılık bir ilkedir.
Atom altı dünyanın sağduyusu olasılıklardır.
Ve şu da gözden çıkarılmamalı ki, olasılıklar üzerine inşa edilmiş bir atom altı dünya olmasa, bugünkü determinist evren olamazdı.
Dolayısı ile, MANTIKSAL YAKLAŞIM ın kendisinin BİLİMSEL OLMAMASI.
Bugün determinist anlayış, atom altı dünyayı izah edemiyor, cevabı fenomen olarak veriyor.
Oysa, veriler bize şunu gösteriyor, fenomen olsa da, doğasını anlayamasak da, kanunun kendi anti-determinist. Olasılık üzerine kurulu.
İşte Allah ile evren arasındaki ilişki de evreni eksik olarak görenlerin kurduğu mantıkta kullandığı s istematiğin kendisi determinist. Kaldı ki hatalı, yukarda kısaca olsa da değindim, ancak kendi mantığı ile anlama çabası, BİLİMSEL değil. Zira karşımızda birbiri ile çelişen iki gerçeklik var. Bilimselliği tekbir boyuta indirgeyemeyiz.
Kuantum mekaniğine götürüyor bu nedenle işler bizi yine.
Bu nedenle, muhatap kim ise karşımızda, DEİST savunmasını yapanlar, bunu en ÜST BİLGECE seviyeden yapmak zorundalar.
Sorularının cevabı verilmiş oluyor çünkü.
En üst seviyeden deizmi savunanlar da, Allahın evreni yaratıp kenara çekilmesi hususunu tam olarak yukarda ucundan gösterilen bilgiler birer örnek, eldeki verileri kanıt göstererek, onları da analizlerine sokarak söylemeliler.
Yoksa söylediğm gibi, bilimsel gelişmelerin eksik olduğu geçmiş dönemin düşünürleri gibi bir çeşit analoji kıvamında olurlar.
En zirve seviyede savunmaları gerekir, deizmi savunanlar.
O da dönüp dolaşıp, kuantum mekaniği dinamiklerini izah etme de kilitleniyor.
Ve dikkat edin, işin o tarafına girmiyorlar.
Deizm sanki klasik fiziğin arkasına saklanılarak yapılan bir son kale gibi.
Deizmin Sokaklarına Girdim…
Ve koşmaya başladım..
Arkama bakmadan..
Bayağı yol gittim….
Sonra oturup deistlerle sohbet ettim..
Hani; DİNSİZ-İMANSIZ insanlar deniliyor ya..
İmanlı ama Dinsiz…
İşte bunlarla oturdum..
Hepsinin zihin derinliklerinde sefih bir yaşam var..
Bunlar sanki günah bataklığına girmiş ve bundan aldıkları tuaf hazır lezzetden ayrılmak, kopmak istemiyorlar ve bu yaşamlarının hesaba çekilmesini istemiyorlar… Uyarıcıları kabul etmedikleri gibi düşmanlıkda besliyorlar..
Yahu insan kendisini bir uçurumdan haberdar eden insanlara düşman olur mu?
Oluyor işte…
Çünkü ayağına paten giymiş kafasına gaflet kaskı ile son surat mahşere doğru kayıyor..
Bunlardan birinden patenleri ödünç aldım, hızla Deizm sokaklarından ışıklı islam caddelerine geri döndüm…
Zarara rızası ile girenede acımıyorum…
Allah kulunun kendisini tanımasını/bilmesini ister ve kulun bile bazen duyamadığı/bilemediği şekilde iletişir… insan ,varlığının gerçek anlamda farkına vardığı gůn dünyadaki yaşantısında kendisi gibi ŏlümlü ademoğlunu artık hiç mi hiç önemsemez. Bildirilen mutlak sona kendisini yavaş yavaş hazırlamak zorunda olduğunu hazmetme evresine geçer.Ve kul için biricik /mutlak olan sohbetten başkasına meyletmeme dönemi başlar. Yaratıcı ,yarattığının kendini tanımasını bilmesini arzu eder.Topraktan yarattığı canın Yaratıcısına sadakatini gösterdiğinde topraktan yaratılanın ateşten yaratılana üstünlüğü ispat edilir….topraktan yaratılan toprak olduğunda ateşten yaratılanı yok etmiştir….. Ezeli isyan cevaplanmış olur ve ezeli yemin pes etmek için yaratıcının önünde boyun eğmek zorundadır. Deizm ateşten yaratılanın oyunudur.Topraktan yaratılanın bu oyunu okuyup nasıl davranması gerektiğini seçme cüzi iradesi vardır.