Daha ne zamana kadar emir alacağız?*

*Javid Chaudhry – Express Gazetesi / 5 Ağustos 2016, Pakistan
Fethullah Gülen din âlimlerinin bol olduğu bir ailede yetişti. Ailesi Erzurum’a yakın Hasankale ilçesindeki Korucuk köyünde yaşamaktaydı. Havanın dokuz boyunca buz kestiği ve yağmurların eksik olmadığı, kemikleri donduracak rüzgârların estiği bir coğrafya…
Gülen ailesi çocuklarına ilk olarak dini eğitim verdi. Fethullah Gülen’i de medreseye kaydettirdiler. Gülen eğitim alırken Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini okumuş ve etkilenmiş. 1877 yılında doğan ve Mart 1960’da vefat eden Said Nursi; Celaleddin Rumi, İmam Gazali ve Müceddid-i Elfi Sani İmam-ı Rabbani hazretlerinden etkilenmiş bir âlimdi. Bu üç zat, dini ilimin yanı sıra dünyevi ilimin de olması gerektiğini vurgulamaktaydı.
Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinin yüzde sekseni dünyevi ilmin üzerinedir; ruhun ve bedenin dengeli olarak beslenmesini din olarak adlandırmaktadır.
İmam Gazali dünyanın dini ve dünyevi ilmi ayıran ilk âlimidir. Dünya da bu ayrımı kabul etmiştir. Dünyada bütçe adına ilk fikri veren âlim de İmam Gazali’dir. Devletin halka sunması gereken hizmetler arasında koruma, eğitim, sağlık, diyanet, sosyal kalk ınma vb. sayarak bunlara kaynak ayrılmasının şartlarını belirtmiştir. O da ilim konusunda bir dengenin olması gerektiğini vurguluyordu.
Müceddid-i Elfi Sani gibi bir zat bin yılda bir doğar. Diğer bir adı Şeyh Sirhindi de olan bu zat, dini hayata hayat kılmamış mutavassıfın mutavassıf olmadığını belirtmiştir. Mutavassıfı baştan çıkaran tasavvufun tasavvuf değil, zihni bir hastalık olduğunu söylemiştir.
Said Nursi yukarıdaki bu üç zattan etkilenmişti ve bu etki de Fethullah Gülen’e geçti. Medresede okumasına rağmen Gülen’in fizik, matematik, kimya ve biyoloji ile de alakası vardı. Aynı zamanda tasavvuf yolunu da takip etmiş olan Gülen’e Allah, etkili konuşma, sevgi ve tebliğ etme nimetlerini bahşetmiştir. Bu yüzden daha genç yaşlarında meşhur olan Fethullah Gülen, tasavvuf ile modern ilimleri öğrenirken bütün kâinatın hizmet için yaratıldığını düşünmüştür. Bütün kâinatın insanlığın hizmetini sunulduğunu vurgulayan Gülen, hizmetin dünyadaki en büyük ibadet olduğunu belirtmiştir.
Allah’ı tanıyan ve idrak eden bilim insanları insanlığa hizmet ettiklerinden dolayı Allah katında en yüksek ibadet edenler konumundadır. İşte Gülen’i yaşayan ve tatbik eden bir mutasavvıf kılan düşünce de budur. Böylelikle kendisini hizmete adamıştır ve “Siz hadim olun, böylelikle hizmetinizle Allah’a ulaşırsınız,” demiştir. Gülen bilim alanlarında araştırma yapmayı da ibadetin bir parçası saymaktadır.
Gülen’in çocukluğu ve gençliği zamanında Türkiye yüksek derecede laik bir ülkeydi: Ezan yasaklanmış, Kur’an’ın basılması ve okunması tahdit alına alınmış, Arapça yasaklanmış, namaz ve hicab da baskı altına alınmıştı. Öyle ki, “Selamün aleyküm” diyerek birbirini selamlamak bile yasaklanmıştı. Gülen hem radikal İslamdan hem de aşırı laiklikten hazzetmiyordu. İslam’ı bir denge dini olarak nitelendirerek, tasavvufla laiklik kisvesindeki din dışılıklara cevap verilebileceğini vurguladı.
1960’lardan itibaren şimdilerde Hizmet Hareketi olarak adlandırılan hareketin tohumlarını attı. Bizim “khidmat” diyerek kalın h ve kalın d ile telaffuz ettiğimiz ve insanlığın faydasına hizmeti anlatan bu kelimeye vurgu yapıyorum. Hizmet Hareketi yavaş yavaş aşırı laik hareketlere karşı olumlu projeler ortaya koydu.
Tasavvuf Türk halkının mayasında var. Atatürk’ün yaptığı reformların ardından bile tasavvuf düşüncesi Türklerin kanında dolaşadurdu. Gülen de bu gerçeğin farkında olarak Hizmet Hareketi’nde tasavvufi düşünceyi temellendirerek İslam’ı yaymaya devam etti. Gülen’in bu çalışmaları çok geçmeden göze battı ve 12 Mart 1971’de tutuklandı. Kısa süre sonra serbest bırakıldı.
1970’lerden 1990’lara kadar Hizmet Hareketi ve Gülen’in düşüncesi bütün Türkiye’ye yayıldı. Kitapları hızla satıldı ve farklı dillere tercüme edildi. Hizmet Hareketi ve Gülen’in düşünceleri başka ülkelerde de meşhur oldu. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasını Gülen korkunç bir olay olarak nitelendirdi. Dünyada bir bloku temsil eden bir yapının çökmesi ile bir zamanlar Hristiyanlık ve din düşüncesine karşı mücadele veren bu ülkeden doğan boşluğun İslam’a ve İslami ülkelere tehdit olarak döneceği endişesini dillendirdi. Bunu göz önünde bulundurarak, Hizmet Hareketi’nin amaçları olan eğitime, idrake ve dini açıdan iç gelişime daha fazla vurgu yaptı.
Bütün dünyadaki Türk işadamları Gülen’in düşüncelerine destek oldular. Önce Türkiye’de daha sonra bütün dünyada okullar açtılar. Bu modern okullarda yetişen öğrencilere modern eğitim verilmektedir. Türk devleti birçok kez bu okullarda öğretilen müfredatı inceledi ve her defasında onayladı. Bunun devam etmesine izin verdi. Bu okullar başarılı oldular.
Hizmet Hareketi Pakistan’da İslamabad’da Nisan 1995’de bir okul açtı. Bu okul yerli sponsorların da desteği ile açıldı. Başarılarına devam etti ve böylece bugün Pakistan sathında 28 PakTürk okulu bulunmakta. Öğrenci sayısı 11,000 ila 13,000 Pakistanlı çocuktan oluşan bu okullarda 1500 Pakistan öğretmen ve sadece 123 Türk öğretmen görev yapmakta. Okulların sponsorları Pakistanlı hayırseverler. Bu okullar ülke makamlarına kayıtlı ve Pakistan yasalarına göre vergi ödüyorlar.
Buna rağmen, kapatılmak üzereler. Neden? Çünkü Mian kardeşlerin dostu olan Tayyip Erdoğan bu okulların kapılarına kilit vurdurmak istiyor. Türkiye’deki 15 Temmuz darbesi sadece Türkiye’yi etkilemekle kalmadı, diğer İslam ülkelerinde de etkili oldu. Tayyip Erdoğan günden güne bir sivil diktatör olduğunu ispatlıyor. 1684 ordu mensubunu görevden aldı. Aralarında 149 generalin, 8000 polisin, 2745 hâkim ve savcının, yüzlerce bürokrat ve binlerce memurların da bulunduğu görevden uzaklaştırma ve kovma hareketine ek olarak üniversitelerden 1577 dekanın ve profesörün atılması, onlarca rektörün de hedefe konması Erdoğan’ın darbe sonrası davranışları arasında.
Yüzlerce gazetecinin ve medya kurumlarının da hedef alındığı hesaplaşmada, 3 haber ajansı, 45 gazete, 15 dergi, 16 televizyon kanalı, 23 radyo kanalı ve 29 yayın şirketine de el konuldu ve kapatıldı. Binlerce meslek sahibi, işadamı ve sermaye sahibi insanlar baskılardan etkilendiler. Üç gün önce Türkiye 55,000 vatandaşının pasaportlarını iptal etti. Türkiye’de turizm, sanayi, ordu, bürokrasi, adliye, eğitim kurumları ve halk felç durumda.
Buna rağmen, Tayyip Erdoğan intikam ateşiyle yanıp tutuşuyor. Öyle ki, 15 Temmuz gecesinde yaşananlara tanıklık eden ağaçları bile kesmek istiyor. Bu da Erdoğan’ın zihni durumunu gösterir zannederim. PakTürk okullarını kapattırmak için Türkiye Dışişleri Bakanı’nı Pakistan’a gönderdi. Bu dünyada yaşanan ilk örnektir: Bir dışişleri okulları kapatmak için gönderiliyor ve gittiği ülke de bu diploması dışı, etik değerler dışı ve kanun dışı isteğini kabul ediyor.
Biraz fazla olmuyor mu? Türkiye bizi ilgilendirmiyor. Bağımsız ve egemen bir ülke Türkiye; isterse generallerini dövsün, isterse öğretmenlerin boynuna boyunduruk geçirip hapsetsin, isterse Fethullah Gülen’i ülkenin en büyük düşünürü ilan etsin, isterse de ülkenin en gaddar ve hain kişisi olarak lanse etsin… İtirazımız yok. Bizim kendi ülkemize bakmamız lazım.
Biz sadece Türkiye’ye şunu söylemek istiyoruz: Eğer siz bağımsız ve egemen bir ülkeyseniz, biz de öyleyiz. Biz sizin diktatörlüğünüze hazır değiliz. Bu okullar bizim okullarımız. Pakistan’da kayıtlılar ve Pakistanlı öğretmenler bizim öğrencilerimizi eğitiyorlar. Okulların sponsorları da Pakistanlı hayırseverler… O yüzden, bu okulları birilerinin diktatörlüğü ile kapatmayacağız.
Bizim sonuç olarak, dünyaya egemen ve nükleer silah sahibi bir ülke olduğumuzu söylememiz lazım. Ne biz kimseye bir şeyler dikte ediyoruz, ne de herhangi bir dikte kabul edeceğiz.
Allah aşkına, bu Pakistanlılar için utanç verici bir şey değil mi? Bundan daha ağır bir muamele olabilir mi? Charlie Wilson bize emir verip Sovyetlere karşı ayaklandırıyor, bizse binlerce şehit veriyoruz. Richard Armitage bize bir telefon edip Taliban’a karşı savaştırıyor. 2016 yılına kadar şehit cenazeleri kaldırdık. Bazen Afganistan bize tehdit savuruyor; bazen İran, bazen de Hindistan… Şimdi de “Müslüman kardeş ülke” Türkiye de peşimize düştü. Okulları kapattırmak için dışişleri bakanını g önderdi.
Daha ne zamana kadar emir alacağız? Ne zaman uyanacağız? Dünyaya ne zaman cevap vereceğiz? Ne zaman bağımsız ve egemen bir ülke olduğumuzu anlayacağız?
Bugün bir Pakistanlı devletine bu soruları soruyor. Pakistan halkı sevgili liderimiz Mian Navaz Şerif’ten cevap almak istiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Tevafuka bakın ki az önce Kalem Süresi’ni okumuş idim. Aldığım notlar:

    Rabbinin hükmüne sabret.
    İtaat edilmeyecekler sıralanır ki aralarında zalimler ve yalancılar zikredilir.
    Mühletini bekleyenler münafıklardan bahsedilir.
    Kuran alemlere zikir için gönderilmiştir.

    Özetle Pakistanlı veTürkiyeli kardeşlerim, sabır ve Allah’a yalvarma ve havale zamanı şimdilik başka çare yok vesselam.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin