Çocuk istismarında hepimiz suçluyuz!

Yorum | Umut Vera Tuna

 

Leyla…

Adının geçtiği türküler daha bir yanık, şiirler daha bir hüzünlü…

Bütün gözyaşları birleşse söndüremeyecek bir yangın bıraktın yüreklere.

Sevinçle parlayan gözlerinden utandı insanlık.

Bu utancın da bir gün geçecek olması ayrı bir hüzün.

Yıllar önce kıyıya vuran Aylan bebeği aldığı gibi, bir dalga gelip senin de yaşadıklarını alıp götürecek zihnimizden.

Yine de, yüreğimizin incinmesi, seni hatırlatıkça hiç geçmeyecek, biz yaşadıkça sürecek ve sen hiç ölmeyeceksin.

***

Çocuğa cinsel istismar konusu, 4 yaşındaki Leyla’nın ve 8 yaşındaki Eylül’ün ölümleriyle yeniden gündeme geldi. İstismarın memleketi yok, Leyla Ağrı’lı, Eylül Ankara-Polatlı. Dünyada çocuk istismarının en çok olduğu ülkeler listesinde; Güney Afrika da var Amerika da, Hindistan da var İngiltere de.

Herkes, haklı olarak, çok öfkeli!

Küçücük, savunmasız çocuklara yapılan bu insanlık dışı hareketin en kötü şekilde cezalandırılmasını istiyor. Listenin başında idam ve kimyasal hadım var.

Bunlar suçlulara ceza olabilir ama cinsel istismara çözüm değil. Çünkü, vaka sadece mağdur ve sapkını değil, her iki tarafın da anne-babasını, öğretmenini, komşusunu, arkadaşını, ve içinde yetiştiği toplumu ilgilendiriyor. Her ne kadar verilen cezalar mevcut sapkınlar için caydırıcı olsa da, kapsamlı eğitim olmadığı takdirde istismarı önleme adına yetersiz kalacaktır.

Ayrıca hukuki cezalar, sadece taciz ve tecavüz vakaları için değil, kadına ve çocuğa yapılan her türlü şiddete karşı caydırıcı ve aşırı içki kullanımı gibi şiddete sebep olabilecek durumları da içine alacak kadar kapsayıcı olmalı.

Hukuki mücadele yanında bize düşenler ne?

Ebeveyne ve topluma bakan, önemli gördüğüm iki mesele var;

EBEVEYNLER NE YAPMALI?

İnsan kendine ait olanı korur. Bir çocuk kendi oyuncağını başkası almaya çalıştığında direniyor, izinsiz vermiyor veya kaçırıyorsa oyuncağın kendisine ait olduğunu biliyordur. Oyuncak için böyle savunmacı olan çocuğun kendine dokunmak isteyen kişiye karşı savunmasız olmasının bir sebebi de beden aidiyetinin tam öğretilmemesidir.

Bu bilinci kazandırmak, çocuğun bedenine saygı duymakla ve çocukta özsaygınlık inşa etmekle mümkün. Bunun bir yolu da evde “onay kültürü” oluşturmaktır.

Onay kültürü, çocuktan hususiyle bedenine ait meselelerde izin almaktır. Örneğin sarılmadan önce sormak, saçını kestirmek için danışmak, öpmeye zorlamamak ve bez değiştirmek gibi çocuğun mutlak faydası olan şeyleri yaparken bile rızasını almak. Buradaki önemli nokta, bunun herseferinde yapılacak olup olmaması değil, çocuğun bu farkındalığın olduğu evde büyümesidir.

En başta anne baba çocuğun bedenine saygı duyarsa, akrabaya tanıdığa veya adete an’aneye feda edilmeyecek ilke ve prensipler oluşturulmuş olur. Herhangi bir şahsa karşı kendini koruma nasihatına gerek kalmaz ve çocuk her şartta hangi şahıs olursa olsun sınırlarını koruyabilir. Böylelikle hem istismarcıların büyük oranda ailenin tanıdığı olma durumuna karşı önlem alınmış olur hem de herkese potansiyel sapkın paranoyası ile yaklaşılmamış olur ki bu, huzuru güvenle tesis eden toplumlarda çok mühim.

Onay kültürü evden okula, okuldan sokağa taşınmalı. Teması seven bir toplumuz ve dokunsallığı samimiyet olarak kodlamışız. Bu durum, bir kişinin hiç tanımadığı bir çocuğun yanağını ne tatlısın diye okşamayı normalleştiriyor!! Samimiyet kodumuzu değiştirip mesafe korunarak da çocuklarla iletişim kurmayı öğrenmeliyiz. Bu farkındalık hususiyle çocuklarla çalışan meslek grupları içinde de yaygınlaştırılmalı.

İSTİSMARA SEYİRCİ KALMA

Bakıcı tarafından fiziksel ve cinsel istismara uğrayan küçük bir çocuğun haberini hatırlıyorum.  Anne-baba ayrı ve çocuk babayla yaşıyor. Birşeylerin ters gittiğini anlayan babanın eve gizli kamera yerleştirmesiyle de, kan donduran gerçek ortaya çıkıyor ve bakıcı ceza alıyor. Bu haberde asıl dikkatimi komşular çekti. Muhabir komşulara olayı soruyor, hepsi ağız birliğiyle uzun süredir çocuğun ağlamalarını duyduklarını söylüyorlar, böyle birşeyi tahmin etmediklerini ve üzgün olduklarını ifade ediyorlar. Bu cümlelerin psikolojik çevirisi şu “1964’te, 28 yaşında Kitty Genoseve’nın tecavüze uğrayıp öldürülürken seyreden komşuları gibi, seyrettik. Uzun süredir çocuk dayak yiyordu, ağlayarak yardım talep ediyordu ama biz çok büyük birşey olduğunu düşünmedik, eğer büyük birşey olsa biri müdahele eder dedik, seyrettik, çünkü kolay olan buydu, hem istesek de elimizden ne gelirdi ki”.

Çocuk her gün bakıcı tarafından istismar edilirken, komşular duruma seyirci kaldı. İçlerinden sadece biri, “Birşey yapmalıyız” dese, duruma karşı harekete geçse, babayı haberdar ederek veya polise giderek, bu çocuğun hayatı kararmayabilirdi. Kendi vazifesi olmadığını düşündügü için olay sonunda bir pişmanlık da vicdan azabı da olmuyor. Toplumdaki nemelazımcılık virüsü tam da bu olsa gerek.

Toplum olarak şiddete karşı durmalıyız. İnternetten bir kaç satırlık istismarı lanetleyen tvit yazarak veya istismara uğrayana acıyıp, istismarcıya küfrederek değil, şiddete uğrayan biri gördüğümüzde duruma müdahele ederek, konfor alanımızdan sıyrılıp istismara karşı gelerek, seyretmeyip engelleyerek, sapkına, sapığa, şiddetsevere ve pedofile DUR demeliyiz. İhbar etmeliyiz!

Son iki yılda 155 Terör İhbar Hattını bütün vatandaşa ezberleten devlet, 183 Cinsel İstismar İhbar hattının varlığıyla alakalı bir çalışma yaptı mı acaba? Ensar Vakfındaki çocuklara tecavüz rezaletini örten, Araştırma Komisyonu reddeden devletten böyle bir beklentimin olmasını garipsediğinizi duyar gibiyim.

Ne yapalım, umut, fakirin ekmeği, keki.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin