Cinayeti kimin işlemesini isterdiniz?

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Kasabanın orta yerinde bir cinayet işleniyor, halk şaşkınlık ve infial içinde, sesler, tepkiler, uğultular bütün meydanı hatta kasabayı sarmış, herkes olayın failin ararken savcı olay yerine intikal ediyor. Etrafa şöyle bir nazar ediyor, notlar tutuyor, incelemelerde bulunuyor o esnada bölgenin ağası savcıyı çağırıp soruyor “Bulgularınız ne, cinayeti kim işlemiş?” diyor.

Savcı büyük bir pişkinlikle ağaya soruyor  “efendim kimin işlemesini isterdiniz?’’ Delillerin, belgelerin, hakikatin, adaletin ne dediğinin önemi yok. “Siz kimin işlemesini isterdiniz?”

İşte bu tam da Türkiye’nin hikayesidir. Bu ülkede olayın gerçeğinin ne olduğu önemli değildir, ağa kimin öldürmesini istiyorsa, cinayet hemen ona havale edilir. 

Tıpkı 15 Temmuz gibi, daha cinayet işlenmeden Ağa savcıyı çağırmış ve demiş ki  “15 Temmuz cinayetini filanlar işleyecek, ona göre!” Sonra ağanın tefcileri hep bir ağızdan kendilerine üfleneni hiç ara vermeksizin söylemişler, söylemişler, söylemişler. Madem ağanın isteği bu diyen savcılar da delile, belgeye, ispata hiç gerek duymadan suçluyu ilan edip yüzbinlerce kişiyi tutuklamış. Tutuklamakla kalmamış, mal varlıklarına el koymuş, işkencelerden geçirmiş, yakınlarını açlığa mahkum etmişler. 

Ama gel zaman git zaman tefcilerin sesi gerçekleri gizlemeye yetmiyor; cinayetin failinin kim olduğuyla ilgili gerçekler birer ikişer ortaya çıkıyor. Bununla da kalmıyor katilin ağanın kendisi ve adamları olduğuna yönelik çok güçlü deliller bulunuyor. Her şeyin tepeden tırnağa bir tezgah olduğu iyice ortalığa dökülüyor.  

Bu kadar belge ve bilginin saçılmasından sonra, dünyanın herhangi bir ülkesindeki adalet sağlayıcıları ne yapar? Yıllarca katil zanlısı diye tuttukladıklarımız masummuş diyerek en azından cinayeti işlemediği kesinleşenlerden özür dileyip özgürlüğüne kavuşturur değil mi? 

Adalet sağlayıcı derken sadece hakim ve savcıları kastetmiyorum. Bunlarla beraber kamuoyu oluşturanlar, gazeteciler, yazarlar, entelektüeller, kanaat önderleri, muhalif siyasetçiler de bir yönüyle adalet sağlayıcılarıdır ve adaletin sağlanması için harekete geçerler. 

Ama Türkiye’de ne oluyor? Gerçeği arayanlara ağız dolusu hakaret edip ‘ne yapıyorsunuz, bu faaliyetleriniz iftirayla içeri attıklarımızın aklanmasına neden oluyor. Konuşmayı ve bu tür eylemleri kesin, toplumsal illüzyonu bozmayı bırakın” diye ayağa kalkıyorlar. 

Evet şaka gibi ama değil, cinayetin gerçek failleri ortaya çıkacak, suçsuz yere yıllardır hapiste tuttuklarımız aklanacak diye küstahça kıyamet koparanların olduğu ülkedir Türkiye. 

Cevheri Güven 15 Temmuz’un ucundan azıcık tutan bir takım haberler yapınca muhalif görünümlü bir dünya adam ayağa kalktı ve ‘bu haberler cemaatin masum olduğunu ortaya çıkarıyor’ diye höykürüyor. 

Aslında konu sadece 15 Temmuz değil, mesele temelde bir adalet arayışının olmaması meselesidir.  

Buyurun Necip Hablemitoğlu cinayeti. O öldürüldüğünde yüzümüze cinayeti cemaatin işlediğini, yakında bütün belgeleriyle ortaya konulacağını söyleyen onlarca gazeteci olmuştu. Bu gazetecilerin hepsi de hala ortalarda gazeteciyim diye dolaşıyor. Aradan yıllar geçti, İzmir suikastı bile cemaate yamanmaya çalışıldı ama ortaya çıkacak denen belgelerin hiçbirisi ortaya çıkmadı. Olmayan şey ortaya çıkamaz. Cemaati terör örgütü ilan etmek için o cinayete ihtiyaç kalmayınca, bugünlerde ağanın başka bir oyunu için, ağanın isteğiyle cinayetin failleri değişti. 

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’un öldürüldüğü an, katil polisin cemaatten olduğunu şıp diye anladılar. Canlı yayında cinayeti işleyen polisin bilmem kaçıncı derece akrabasının dershanelerden birinin önünden geçtiğini gerekçe göstererek cinayeti üzerimize yıkmaya çabaladılar. Konjonktüre göre katili bulan Türkiye’de bugün o cinayeti ve faillerini konuşan bile yok. 

Ya Hrant Dink cinayetine ne demeli? Ergenekon’un en karakteristik cinayetlerinden birini de konjonktüre uygun şekle dönüştürdüler. Yıllardır onu cemaate yamayacak minnacık da olsa bir delil bulamadılar. Dink’i öldüren katil, hedef haline getiren gazete ve yazarı, onu İstanbul Valiliğine çağırıp açıkça tehdit eden bürokratlar, katilin organik ilişkide bulunduğu ayan beyan ortada olanlar… Hiç birisi konuşulmuyorken, olayı haber yapan Ercan Gün hapiste tutuluyor. 

Maalesef bu devletin hukuk sisteminin siyasetin köpeği olması yeni bir şey değil. Ülkenin ağaları bir cinayeti kimin işlemesini istiyorsa yargının işi cinayeti onun üzerine yıkmak, yıkılmasını sağlayacak delil üretmek. Adalet kimsenin umurunda değil.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Tetikçi yakalandı değil mi?

    Katilin bulunması çok önemli değil. Yakalanan katilin de gerçek olduğunu düşünmüyorum. Tetikçiyi yakaladılar güya. O çocuk cezaevinde evlendirildi. Hrant’ınki de aynı oldu ya. Evlendi. Nasıl oluyor anlamıyorum. Gerisinde kim var bu işlerin hala çözülmedi. Çözülse de ne olacak ki artık onu da bilmiyorum gerçi. Sürekli dinle ilgili tehdit aldığımız için hep ‘İran’ dedik, ‘Dinciler’ dedik. Çünkü ben Atatürkçü, orduyu seven, vatanperver bir kadınım. O yüzden daha devletime hiç kızmadım ben. Başka gerçeklerle yüzleşmek istemedim. O yüzden hep İran demek işime geldi sanırım. İran’ın yaptığına inanmak istedim.

    https://www.gazetevatan.com/gundem/ilk-kez-vatan-a-konustu-287294

  2. Cinayet işlenmiş ve herkes zamanla kimin işlediğini anlamaya başlamış. Ama şüphe odağındaki isim kasabanın valisi yada şerifi. İnsanlar korkuyor. Masumlar hukukun olmadığını farketmiş, kendilerini çaresizce savunmaya çalışıyor. Sanki kimse sesini duymuyor ve hayrete düşüyor. Benim sesimi kimse duymuyor mu diyor. İnsanlar gerçekten duymuyorlardı yada yalandan sağır olmuşlardı. Biz birşey duymuyoruz diyerek şerifin yanında olduklarını ve şerifin gazabından emin olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Bir tane mert insan yokmu diye insan yığınlarına çaresizce belki bakılıyordur. Bir kişi bile duymuyor mı? Sanki yalnızlığa mahkum edilmiş gibi. Ama yalnız insan bir ıssız adada hayatta kalma mücadelesi verir. Fakat insan yığınları içinde yalnızlık yaşayan insanın kafası karışır. Yaşıyor gibi görünen insanlar aslında ölü gibi davranıyorlardır. Ölü taklidi yapıyorlardır. Sesleri çıkmıyordur. Ama fetö deyince sesi çok gür çıkmakta ve erkeklik taslamaktadır.

    İnsanlar yaşarken ölmüştür. Bu sesini duyurmaya çalışan bir gerçek insan için hemence kabul edilebilecek birşey değildir. Çünkü iletişim halinde olan insanlara birden bire birşey olmuştur. Birden değiştiler. İnsanların topunu kontrol edebilen nasıl bir mekanizma şerif ve çetesi tarafından kullanılmaktadır? Temel aldatma noktaları yani çarpıtma noktaları şunlardır; şerif aslında çetedir fakat şerif amblemi, kıyafeti ve makamı onu çete olarak değil, şerif olarak kabul ettirmektedir. Yani yapılanlara insanlar adını koymadığı için, olup biten konuşulmadığı için şerifin yaptıkları ile makamı arasında ayırım yapılamamaktadır. Suçsuz insanlar ise cemaat ortak paydası kullanılarak hiçbir suçu olmadığı halde cemaat etiketini insanlara yapıştırarak ve cemaati de terör gibi gösterek terörize ediyorlar. Ayrıca darbe gibi gösterilen olay darbeci askerlerin üzerinde silah bulunduğu için bu sefer bu askerler darbeci olmaları gerekirken üzerlerindeki silahlara odaklanarak, aslında bir askerde silahın bulunması normal birşey, sokaktaki insanda silah bulunması anormal birşey iken, silah üzerinden ve darbe girişiminin bir darbeden çok terör saldırısı görüntüsü olduğundan ve bu saldırganların cemaat olduğu yargısına varıldığından, askerler cemaatçi olarak etiketlendi ve silahlı saldırıların bir terör saldırısına benzetildiğinden askerler terör örgütü oldular. Yani bir askerden hem cemaati çıkardılar hemde silahlı saldırıyı darbe yerine terör saldırısı olarak adlandırıldığından bir asker bünyesinden çıkardıkları hem cemaat hem terörist etiketlerini birleştirerek cemaat ve terörü birleştirmişlerdir. Yani saldırgan bir insanı ortaya çıkardılar. Sonra bu saldırganın cemaat olduğunu söylediler. Saldırgana cemaat etiketini yapıştırdıktan sonra saldırganın yaptığı eylemi bir terör eylemi olarak tanımladılar. Saldırgan cemaatti ve teröristti. Burada cemaat ile terör bir kişinin şahsında birleştirilir. Terör eylemini teröristler yapmıştır. Bir tanesinin kimliği cemaat olduğuna göre kopyala yapıştır ile yada bu cemaat kavramını genelleştirerek bir kişide ortaya konulan cemaat+terörist özelliğini sentezledikten sonra, bir cemaat mensubu terörist ise demek ki diğer cemaat üyeleri de ki üye diye birşey yok, teröristtir genellemesi yada çıkarımı yada tümdengelimden tümevarıma çıkarım yapılmıştır. Bu çekik gözlü diye çinli yerine koreliyi döven insanların o beyinlerindeki birbirinden kopuk sahnelerin sanki bütünmüş yada her çekik göz aynıdır tümevarım yöntemi ile benzerlikler göstermektir. Nasıl ki Çinli diye Koreliyi dövdüklerinde bu Türkler alaya alınmıştı yada gırgır geçilmişti. Demek ki insanlar aslında her çekik gözlünün çinli olmadığını gırgır geçtiklerine göre demek beyinleri bunu algılayabiliyor. Yani o sesi duymadığını sandığımız insanlar aslında işine gelince bu sapkınlığı çok iyi ayırt edebiliyor demek. Ama insanlar beyinlerini toparlamaktan korktukları için, bu durumda tümevarıma gidilemeyeceğini anladıkları zaman, beyinlerin toparlanmasına fırsat vermiyor. Bu sayede düzenli, tutarlı bir kafası olmadığı için ağzından doğrular da çıkmayacaktır. Çarpık beyin ile yaşamayı bu yüzden tercih eder çarpıklar. Çünkü bir Türk doğruyu söylediğinde kalp çarpıntısı artacak ve eyvah mahvoldum diyecek. Şerif beni o masumlara yaptığını yapar diyecek. O yüzden Türkler mantık, felsefe, hukuk, sorgulama, eleştirmeye kafa atarlar. Genelleme, yanılsama, öyle gibi göründü, böyle gibi göründü demeler, silah, kıyafet, makam konusunda kafa karışıklığı yaşama, suçun adını koyamama, isimsiz bir bebek gibi cinayetin adını koymama, cesedi ortalıkta bırakma, cesetle ne yapılacağını bilememe, bir çekik gözlü teröristten bütün çekik gözlülerin terörist olduğu sapıklığına varma gibi beyine ihanet etmeyi şerife ihanet etmeye tercih ederler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin