Cemal Paşa Mısır’ı geri alabilir miydi?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU 

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordularının hedeflerinden birisi de Mısır’daki İngiliz işgalini sona erdirmek olmuştu. Bu amaçla Cemal Paşa komutasındaki IV. Ordu iki defa Kanal Seferi’ne çıkacaktır. 

MISIR’IN KAYBI

Yavuz Sultan Selim, Mercidabık Savaşı sonrasında Mısır’a yönelmiş ve Ridaniye Savaşı’nı kazanarak bölgeyi Osmanlı topraklarına katmıştı (1517). Böylece Mısır’da yüzyıllarca devam edecek Osmanlı egemenliği başlamıştı.

1798’de Napolyon, İngilizlerin Hindistan ticaretine darbe vurabilmek amacıyla yüzyıllardır devam eden Osmanlı Devleti-Fransa dostluğuna rağmen Mısır’ı işgale kalkıştıysa da geri çekilmek zorunda kaldı. 

1807’de de İngilizler Mısır’ı işgal için harekete geçtiler. Ancak Mehmet Ali’nin yerli beylerle işbirliği sonucunda başarılı olamadılar. Ancak bir süre sonra Kavalalı M. Ali Paşa, İstanbul’la karşı karşıya geldiği gibi “Mısır sorunu” da uluslararası bir meseleye dönüştü.

Avrupalı devletlerin müdahalesi sonucunda 1840 Londra Antlaşması ile Mısır’ın statüsü yeniden belirlendi. Buna göre Mısır’ın yönetimi, Osmanlı Devleti’ne bağlı olmak kaydıyla M. Ali Paşa hanedanına bırakılıyordu.

Fransızlar 1869’da Hidiv’in de desteğiyle Süveyş Kanalı’nı açarak Akdeniz’le Kızıldeniz’i birleştirdiler. Böylece Hindistan ticaretinin rotası değişiyor ve İngiliz menfaatlerine büyük bir darbe vuruluyordu. Ancak Hidiv İsmail Paşa’nın Mısır’ı düşürdüğü ekonomik durum nedeniyle Süveyş’teki hisselerini satmak istemesiyle yeni bir dönem başladı.

İngilizler, kanal hisselerinin büyük kısmını satın aldılar. Ardından da Urabi Paşa isyanını bahane ederek 1882’de Mısır’ı işgal ettiler. İngiltere böylece Hindistan yolunu da kontrol altına alıyordu. 

Dönemin padişahı Abdülhamit, İngilizlere Kıbrıs’ı üs olarak vermiş ancak 1882’de Mısır’ı işgallerine engel olamamıştı. 1881’de Fransızların Tunus’u işgaline de yeterli tepki veremeyen Abdülhamit, Mısır’ın işgali sonrasında da askeri müdahale yerine diplomatik çözümden yana bir politikayı tercih etti. Elbette bunda Osmanlı ordu ve donanmasının yetersizliği önemli bir faktördü.  

Abdülhamit uluslararası dengelerden yararlanmayı amaçlasa da bu gerçeklemedi. 1885’te yapılan bir anlaşmayla da Mısır’a Osmanlı Devleti’nin yanında İngiltere’nin de “yüksek komiser” tayin etmesi, işgali meşru hale getiriyordu.

İngiltere bir taraftan da Mısır’da Osmanlı egemenliğinin devam ettiğini vurguluyor, sömürgeleri arasına katmıyordu. Buna karşılık her bakanlıkta yer alan “İngiliz komiserler” Mısır’ın yönetiminde asıl söz sahibi durumundaydı. 

Tevfik Paşa’nın ölümü sonrasında yerine geçen Hidiv Abbas Hilmi Paşa (II) ise İngiliz egemenliğine karşı Abdülhamit’in desteğini almaya çalıştı. Ancak “tedbirli” bir siyaset izleyen Abdülhamit, psikolojik olarak Hidiv’in yanında olsa da askeri destek vermedi. Zaten Abbas Hilmi de İngilizlerin onayını almadan hiçbir şey yapamıyordu.

Bu sırada Mısır’da İngiliz işgaline karşı gelişen milliyetçilik hareketi giderek etkisini artırıyordu. Abbas Hilmi döneminde el-Hareketü’l-vataniyye” Mustafa Kâmil önderliğinde canlanarak geniş halk kitlelerine kadar ulaştı. Ancak İngilizler bu dönemde Mehdi isyanını bahane ederek Sudan’ı da ele geçirdiler.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Mısır hükümeti tarafsızlığını ilan etse de İngiliz baskısıyla İttifak devletlerine karşı savaş ilan etti. İngiltere,  Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden bir süre sonra da Osmanlı Devleti’nin Mısır’daki egemenlik haklarını tanımadığını ilan etti. İngilizler savaş başlangıcında İstanbul’da bulunan Abbas Hilmi’yi de görevden alarak yerine amcası Hüseyin Kamil’i “Mısır sultanı” ilan ettiler.  

AL BAYRAK KAHİRE ÜZERİNDE YÜKSELSİN!

Osmanlı Devleti’nin Almanya ile yaptığı ittifak sonrasında harekât planları yapılmaya başladı. Almanlar Osmanlı Devleti’nden asıl sonuç alacaklarını düşündükleri “Batı cephesinde” İngilizleri zayıflatmak için iki cephede savaş açmalarını istemişlerdi. Bunlar Ruslara karşı Kafkasya, İngilizlere karşı da Süveyş Kanalı cepheleriydi. 

İngiltere sömürgelerine ulaşmak ve buralardan insan ve lojistik destek alabilmek için Süveyş Kanalı’nı kullanmak zorundaydı. Bu desteği sona erdirmek için Osmanlı Devleti, Kanal’ı ele geçirmek ve Mısır’ı İngilizlerden geri almak için Kanal Seferlerini düzenledi. Plana göre önce Sina Çölü geçilecek sonra Süveyş ele geçirilecek, bu arada Mısır’da milliyetçilerin çıkaracağı isyanın yardımıyla İngiliz işgaline son verilecekti.

Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa da Almanların isteği doğrultusunda Kanal Seferi’ne karar verince IV. Ordu Kumandanlığına Cemal Paşa’yı tayin etti. Cemal Paşa bu görevle birlikte Bahriye Nazırlığını da devam ettirecekti.

Almanlar da seferin planlanması için Kress von Kressentein başkanlığında bir heyeti görevlendirdiler. Cemal Paşa Haydarpaşa’dan büyük bir törenle uğurlandı. Paşa kendisini “Mısır fatihi” olarak görüyor ve Haydarpaşa’da yaptığı konuşmada “muvaffak olamayıp cesetlerimizi kanala dökecek olursak arkada kalan vatanperverlerin Mısır’ı cesetlerin üzerinden geçerek kurtarmalarını” istiyordu. 

Aralık 1914’te Şam’a ulaşan Paşa resmi görevliler, belediye çalışanları, şeyhler, ulema, şairler ve binlerce kişi tarafından karşılandı. Burada Damaskus Oteli’ne yerleşti ve sefer hazırlıklarına başladı. Aynı dönemde Ruslara karşı Sarıkamış Harekâtı organize edildiğinden İngilizlere karşı da bu seferin bir an önce başlaması gerekiyordu.

Planlar çerçevesinde Binbaşı Mümtaz Bey’in emrindeki Arap gönüllü birliği El-Ariş’i ele geçirmiş, Teşkilat-ı Mahsusa kuvvetleri de Kal’atü’l Nahl’e yerleşmişti. Elbette seferin en önemli meselelerinden birisi lojistik meselesiydi.  Bu amaçla da Çöl Menzil Müfettişliği kuruldu. Aynı anda Ali Fuat Bey (Paşa-Cebesoy) kumandasındaki 25. Fırka da sürekli talimlerle sefere hazırlanmaktaydı.

Çölü aşmak için de “çöl tayını” adı verilen bir iaşe listesi hazırlandı. Buna göre çölde asker ve subaylara günlük sadece peksimet, hurma ve zeytinden oluşan bir kiloluk tayın verilecekti. Asker ve subaylar günlük olarak bir litre su tüketebileceklerdi. Ancak bu iaşeyi taşımak için bile 11.000 deveye ihtiyaç vardı.

Plana göre hazırlıklar tamamlandıktan sonra birliklerin Kanal’a ulaşmasıyla harekât başlayacak ve dört gün içinde kanal geçilecekti. En yakın tatlı su elli kilometrelik mesafede bulunduğundan ordu vaktinde geri dönemezse Cemal Paşa’nın ifadesiyle “meşhur Beni İsrail felaketinden daha müthiş bir felaket içinde mahv ve perişan olacaktı”.

ATASE Arşivi’ndeki kayıtlara göre IV. Ordu’nun mevcudu şu şekildeydi: Birinci kademede zabit sayısı; muharip: 271, gayrı muharip: 174, küçük zabit (astsubay); muharip: 96, gayrı muharip: 542, efrad (er) sayısı; muharip: 1854, gayrı muharip: 5454. İkinci kademede ise zabit sayısı; muharip: 700, gayrı muharip: 140, küçük zabit (astsubay); muharip: 104, gayrı muharip: 1005, efrad sayısı (er); muharip: 288, gayrı muharip: 30.910 (ATASE, BDHK, K. 162, D.: 714, F. 9-1).

Cemal Paşa hatıralarında “İngilizlerin resmi raporları, 1. Kanal Seferi esnasındaki kuvvetimizi 40.000 nefer raddesinde gösteriyorsa da 10. Fırka dahil olmak üzere bu kuvvet, katiyen 25.000’i aşmıyordu“ demektedir. Yukarıda belirttiğimiz arşiv bilgileri ise İngiliz raporlarını doğrulamaktadır. İngilizlerin de 30.000 savaşmaya hazır askerleri ve 40.000 civarında ihtiyat kuvvetleri bulunmaktaydı.

Cemal Paşa Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in de sefere iştirak etmesini istiyordu.  Bundaki amacın Arapların desteğini göstermek olduğu çok açıktır. Hüseyin de görünüşte olumlu cevap vermiş ve oğlu Şerif Ali’yi Hicaz Fırkası Kumandanı Vehip Bey’le birlikte Medine’ye göndermiştir. 

Hüseyin, hazırlık için ödenek talebinde bulunmuş ve para da almışsa da bu hazırlıklar hiçbir zaman bitmeyecektir. Zaten Şerif Ali de Medine’yi savunmayı bahane ederek orada kalacak ve sefere iştirak etmeyecektir.

Kanal Seferi 30 Ocak 1915’te seferi kuvvetin birinci kademesinin harekete geçmesiyle başladı. “Al bayrak Kahire üzerinde yükselsin” nidalarıyla başlayan seferde başlangıçta herkes ümitle doluydu. Kanal geçilecek, karşı sahile yerleşilecek ve Mısırlı vatanseverler de isyan ederek İngilizleri arkadan vuracaklardı.

Birlikler yokluk içinde ve zorluklarla dolu olsa da çölü geçtiler ve 2-3 Şubat gecesi İsmailiye üzerine harekât başladı. Hedef buranın alınması ve çıkacak bir isyanla Mısır’ın kurtarılmasıydı. 

Kuvvetlerin büyük bir kısmı kanalı geçseler de geç kalan 600 kişilik grubun fark edilmesi üzerine İngilizler saldırıya geçtiler. İngilizler taarruzda zırhlı ve kruvazörleri kullanırlarken IV. Ordu’nun topçu kuvveti yetersiz kaldı. Bunun üzerine de Cemal Paşa, emrindeki kuvvetlere geri çekilme emri verdi.

Sefer sonunda İngilizlere göre Osmanlı ordusu 2.400’ü şehit, 600’ü esir olmak üzere 3.000 kayıp vermiş; İngilizlerin kaybı ise 15 ölü, 58 esir olmak üzere 73 olmuştu. IV. Ordu’nun kayıtlarında ise kayıplar sadece 1.360 olarak gösterilmiştir.

KEŞİF SEFERİ Mİ?

Cemal Paşa verdiği geri çekilme kararıyla birkaç ay önce Sarıkamış faciasını yaşayan Enver Paşa’nın akıbetinden kurtulmuştu. Buna karşılık o, bu seferin bir “keşif harekâtı” olduğunu ve başarılı sayılması gerektiğini söylemiş ve asıl harekâtın daha sonra yapılacağını belirtmiştir.

Cemal Paşa’nın arzusunun tersine ikinci seferin yapılması uzun bir süre sonra gerçekleşti. Bunun nedeni, Çanakkale Muharebeleri nedeniyle büyük bir kuvvetin buraya ayrılması, Kafkas ve Irak cephelerine asker gönderilmesi ve Almanya’dan istenilen yardımın gelmemesiydi.  

Cemal Paşa ikinci harekâtın büyük bir kuvvetle yapılmasını istiyordu. Talebi sekiz tümen veya 100.000 kadar kuvvetin sefere ayrılmasıydı. Ancak bu talebin Çanakkale Harbi nedeniyle karşılanması mümkün değildi. 

Enver Paşa da bundan dolayı sadece taciz hareketleri yapılmasını istemişti. Sonrasında da Rusların Erzurum ve Trabzon’u almaları planları alt üst etmişti. Yine de İngilizlere karşı 3.000 kişilik bir kuvvetle Katya Savaşı denilen başarılı bir baskın seferi yapılmıştı. 

Cemal Paşa bir taraftan da Şam’dan itibaren “Hicaz Demiryolu Mısır şubesi” denilen bir demiryolu inşa ettirmekle uğraşıyordu. İlk sefer için Aralık-Ocak ayının seçilmesinin nedeni, bu ayların ılık ve yağmurlu olmasıydı. Buna karşılık ikinci sefer kuvvet sevkiyatındaki gecikme nedeniyle 1916 ağustosunda yapılabilmiştir.

Diğer cephelerdeki olumsuz şartlara rağmen Enver Paşa, İkinci Kanal Seferi’nin yapılmasını istedi. Bunun nedeni Almanların Avrupa cephelerinde zor durumda kalmalarıydı. İngilizler Batı cephesini Mısır’dan getirdikleri kuvvetlerle takviye ediyorlardı. Kanal Harekâtı ile bu kuvvetlerin sevki, en azından geciktirilecekti. 

Bu sırada 1916 Haziran’ında Mekke Emiri Şerif Hüseyin de Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmiş, Mekke ve Taif’i ele geçirmişti. İttihat ve Terakki Hükümeti ise Hüseyin’e karşı bir harekâtla Mekke’yi geri almak yerine Kanal’a yöneliyordu.

Osmanlı kuvvetleri İkinci Kanal Seferi’ni 16.000 kişilik kuvvetle yaptılar. Bu kuvvetler içinde 153 Alman subayı ve 2.500 Alman er bulunuyordu. 4 Ağustos 1916’da taarruza geçen Alman Kress komutasındaki kuvvetler başlangıçta başarılı olsa da İngiliz takviye kuvvetlerinin gelmesi üzerine geri çekilme kararı verildi.

İngiliz saldırılarının ertesi gün de devam etmesiyle Osmanlı kuvvetleri önce Ugratina’ya daha sonra da Birülabd’a çekildiler. Osmanlı kuvvetlerini takip eden İngilizler buraya saldırsalar da geri çekilmek zorunda kaldılar. Osmanlı ordusu da sekiz gün sekiz gece süren savaş sonrasında El Ariş’e çekildi.  

Tarihte daha çok “Romani Savaşı” adıyla bilinen bu savaşta Osmanlı ordusunun en büyük başarısı, imha olmaktan kurtulması ve geri çekilmeyi uyumlu bir şekilde başarabilmesiydi. Buna karşılık İngilizler 1.100-1.200 civarında kayıp verirken Osmanlı kayıpları 4.000 olmuştu. Almanlar ise bu seferin başarısızlığını, “yarım yamalak ve amacı belli olmadan yapılmasıyla” açıklamışlardır. 

Böylece Birinci Dünya Savaşı’nın başından itibaren ortaya çıkan “Mısır’ı geri alma ideali” sona eriyordu. Artık hedef, Filistin’den itibaren Osmanlı topraklarını korumak olsa da İngiliz ilerleyişi 30 Ekim 1918’e kadar devam edecektir. Bu başarısızlığın diğer etkisi de Şerif Hüseyin önderliğindeki Hicaz isyanının yayılmasına zemin hazırlaması oldu.  

Cemal Paşa kaleme aldığı hatıralarında “nihai bir zafere” ihtimal vermediğini ancak harekât sırasında askeri motive etmek için “yakın bir zaferden ve zaferin ulviyetinden” bahsettiğini yazmaktadır.

Paşa’ya göre amaç, İngilizleri Mısır’da rahat ettirmemek ve burada çok fazla kuvvet bulundurmalarını sağlamaktı. Bütün bunlar zaten asıl amacın Mısır’ı geri almak olmadığının bir göstergesidir. 

Paşa bu tezini daha da ileri götürecek ve “İngilizlerin Mısır’da 250.000 kuvvet bulundurmak zorunda kaldıklarını” belirterek Kanal seferlerinin başarılı sayılması gerektiğini söyleyecektir. Sonuçta savaşın sonuna kadar bir daha Mısır’ı geri alma düşüncesi gündeme gelmedi. 

Lozan Antlaşması’nın “Siyasi Hükümler” başlığının 17. Maddesindeki “Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hukuk ve müstenidatından feragatinin hükmü 5 Teşrinisani (Kasım) 1914 tarihinden muteberdir” hükmüyle de zaten fiilen 1882’den beri İngilizlerin elinde olan Mısır’ın ilhakı onaylandı. 

Seçilmiş Kaynakça: İ. Üzen, Birinci Dünya Savaşında Kanal Seferleri, İÜ SBE Doktora Tezi, İstanbul, 2007; “Kanal Harekâtı”, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti, İstanbul, Kitabevi, 2015;  S. M. Es-Seyyid, “Mısır (Osmanlı Dönemi”, DİA, C. 29; S. Kızıltoprak, “II. Abdülhamit ve Mısır’ın İngiliz İşgaline Karşı Bağımsızlık Mücadelesi”,  N. Artuç, “Birinci Kanal Seferi”, “İkinci Kanal Seferi”, Yeni Türkiye, 2016, S. 82-87

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc002/kanuntbmmc002/kanuntbmmc00200343.pdf (4.08.2023). 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin