Canınız ve malınız güven altında

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Cannes’da düzenlenen GYODER Uluslararası Yatırımcı Toplantısı’nda konuşuyor: “Bir problem mi yaşadınız… Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız. Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun. Mevzuatı da değiştiririz. Bu ülkeye yatırım yaparsanız malınız da canınız da güven altındadır.”

Bu mesajlar, esasen Türkiye’deki rejimin ne tür bir politik sistem olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bakan muhataplarına diyor ki, Türkiye’de biz hukuk falan takmayız. Bürokrasi, mevzuat falan zaten fiilen yok hükmündedir. Bize güvenin. Türkiye’de tek bir kişi var, o da otokrat liderimizdir. Ne mahkeme, ne yargıç, ne savcı, ne müsteşar, ne polis – bunların hiçbiri önemli değil. Bunları dert etmeyin. İş Erdoğan’da biter. Devlet odur. Rahat olun, keyfinize bakın. Bunları söylüyor. Ki bunları söylemek, devletin olmadığının, yani kalmadığının en üst seviyeden itirafıdır.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Yoksa birileri “bakanım, aldığımız istihbarata göre ecnebiler arasında Türkiye’ye yatırım hususunda şüphelenenler, hatta kendini güven altında hissetmeyenler, can güvenliği endişesi taşıyanlar varmış” mı dedi? Yahu ne oldu? Türkiye hukuk devleti değil mi? Anayasal demokrasi değil mi? Ülkede hukukun üstünlüğü yok mu? Tanzimat’tan beri özel mülkiyet korunmuyor mu? Anayasa varken kişilerin can güvenliğini sağlayacağımızı neden ifade edelim? Problem yaşandığında hukuksal veya bürokratik kanallar açık değil midir? Yabancı yatırımcıların kendilerini rahat ve güvende hissetmeleri için bunlar yeterli değil midir? Cumhurbaşkanı sadece seçilmiş bir karar alıcı, yani yürütme organının başındaki şahıs değil mi? Neden kural, kanun, prosedür, mevzuat, bürokrasi, memur, o-bu tanımaz, deler geçeriz, cumhurbaşkanı zaten arkamızda diyor? Neden beraber kavga edelim diyor? Ne kavgasıymış bu?

Ama Nebati’nin bir cümlesi var ki, öncekileri telaffuz etmemiş dahi olsa, tek o cümle bile zaten ayna gibi Türkiye gerçeğini ortaya koyardı. Adam cidden “canınız ve malınız da güven altında” diyor. Şimdi sormayalım mı, yahu Sayın Nebati bakan efendi hazretleri, hayırdır, neden böyle bir cümle kurma gereği hissettiniz? Soran mı oldu, “canımız emniyette midir ülkenizde?” veya “malımız güven altında mıdır?” diye?

Bakan Nebati bunları söylüyor. Kaş yapalım derken göz çıkartıyor. Tam bir siyasi Şaban gibi, saklamak, daha doğrusu örtbas etmek istediği Türkiye gerçeklerini bizzat itiraf ediyor. Yahu Fransa’da toplantıya katılmışsın, karşında potansiyel yatırımcılar var, onları ülkende yatırıma davet ediyorsun, onları ikna etmen gerekiyor, sen kalkmış canınız ve malınız garanti altındadır diyorsun! Ömer Seyfettin hikâyelerinden fırlamış modern bir Pembe İncili Kaftan olayıyla mı karşı karşıyayız? Milyarlarca dolarlık yatırım yapacak insanlara sen on altıncı yüzyılın, on yedinci yüzyılın mal ve can güvenliği mevzusunu yirmi birinci yüzyılda anlatır, “merak etmeyin, canınız ve malınız garanti altında olacak!” dersen, yatırım yapmaya karar verenler bile kararlarından vazgeçer. Hatta yatırımları bulunanlar bir an evvel şu bataktan nasıl çıksak derdine düşer. Şaban bakan kaptığı gafları, kırdığı potu, berbat ettiği bir çuval inciri falan görecek kapasitede değil, sırıtıyor, buram-buram yapaylık kokan bir özgüven rolüyle aklınca espriler yapıyor. Muhtemelen beş yıldızlı otel odasının aynası karşısında sabah tıraş olmadan evvel yaptığı prova esnasında kendi hoşuna giden cümleleri sıralıyor. Bu arada işin daha da trajik kısmı, okuduğu bir de metin olması. Yani bu saçma sapan şeyleri bir de yazıya dökmüş, oradan okuyor.

Devleti yıktılar. Tüm kurumları hallaç pamuğu gibi attılar. Kalifikasyonu yüksek kadroları tasfiye ettiler. Çapsız, niteliksiz, eğitimsiz, bilgisiz, seviyesiz, kifayetsiz, amatör, torpil-tanıdıkla bir yerlere gelmiş yandaş kadroları devlete pompaladılar. Balık baştan kokar misali, Türkiye’yi bir kleptokratik otokrasiye dönüştürdüler. İranlı uluslararası üçkâğıtçı Reza’nın önüne yatarak ve sabah akşam beşli çeteye çalışarak tecrübe kazanan kadrolar, çürümüşlüğü bir üst evreye taşıdı. Rüşvet ve komisyon olmadan iş yapılamayan, AKP’li İslamcıların sakal parasıyla sınıf atladığı, referanssız (tanıdığı olmadan) hizmetli kadrosuna bile atama yapılamayan bir bataklık yarattılar. Ayrıcalıklı aveneleri bu kleptokratik nepotizmin bereketli atmosferinde palazlandı, böylece zamanında öykündükleri ve kıskandıkları dünyalık ne varsa hepsini tatmin edebilen konuma geldiler. Mağdurken ve mazlumken zalim oldular, bey oldular, hâkim ve muktedir oldular. Şimdi anayasa ve yasayla değil, kendi varlıklarıyla insanların canını ve malını garanti eder hale geldikleri görülüyor.

Tabi bunda ne var ki de denebilir. Çünkü heyhat, bunlar değil mi ki anayasa-yasa, yönetmelik-teamül, evrensel hukuk ve etik falan takmaksızın önlerine gelenin en temel haklarını ihlal edenler? Diğer taraftan, “kır kapıyı, gir içeri, al getir!” türü emirlerle, hatta “karşı çıkan hâkim-savcı olursa onları da alırız!” denilen bir ülkede, cidden, bir bakanın can ve malınızı garanti ederiz demesi yadırganabilir mi? Bunu yapan bir Şaban karikatürü bile olsa, gülmek dışında ağlamamız da gerekmez mi?

Türkiye, tüm rejimsel boyutları bir tarafa, korkunç çapsız bir kadro tarafından yönetiliyor. Daha doğrusu yönetilemiyor. Sadece barbar ve gaddar değiller. Aynı zamanda inanılmaz düzeyde kifayetsizler. Ben 1980’lerin başından beri Türkiye siyasetini izliyorum, bunlar kadar niteliksiz, bulundukları makamları hak etmeyen, sorumluluklarının altında kalmak bir tarafa, bunun farkında bile olmayan, şark kurnazı, menfaatçi, vatan ve halk sevgisinden de, asgari ahlak ve erdemden de yoksun bir başka siyasi grup görmedim. Ne Özal, ne Demirel, ne Çiller veya Yılmaz, ne Erbakan veya Ecevit ile kadroları bunlar kadar zıvanadan çıkmış bir profildeydi. Bunun adını koymak lazım: bu bir siyasal çürümedir. Türkiye eğer bir organizmaysa, yaşanan kanserdir.

Normal koşullarda, adaletli bir meritokrasi olsa küçük işletmelerde müdürlük yapma yetisini haiz olmayan tipler bu rejimde cumhuriyetin bakanı, müsteşarı oldu. İhtirasta sınır tanımaz, yeterlilikte ise dipsiz seviyede bu kadro, abartmıyorum, ülkenin tüm maddi varlıklarını tüketiyor. Bu kifayetsiz muhterislerin bizzat fail ve sebep olduğu Türkiye’de yaşanan iç işgal, sadece maddi zarar boyutuyla da sınırlı değil. Maddi kayıpların ötesinde, ahlaki erozyon ve erime de sorunların diğer bir kısmı. Bu adamların hükümranlığını normal sanan otuz yaş ve altı geniş toplum kesimleri Türkiye tarihinde başka hiçbir dönemi yaşamadı. Bunu tek normal sanıyorlar.

Ürüne dadanan çekirgeler gibi, maddi-manevi doymak bilmeden yiyor, dejenere ediyor, yok ediyorlar. Ne yazık ki vatandaşın canı ve malı bile artık bu kadrodan sorulur olmuş. Bu kadronun inisiyatifine terk edilmiş. Eğer bunlardan tez elden kurtulunmazsa, ancak ülke bitince bunların talanı bitecek gibi görünüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Gözlerindeki ışıltı sönmüş anlaşılan.
    Yazıda her şey fevkalade yalnız bir kelime çıkarılsa anlam bütünlüğü bozulmazdı.
    Şaban…

  2. Hocam sizce o sözleri yatırımcılar için mi söyledi. Yatırımcının parasına hangi ülkede birşey oluyor ki türkiyede olsun. Filmde mafya babası şöyle diyor. Biz mafyamıyız, işadamıyız. Yatırımcı derken anlamanız gereken bu. Mafya, oligarklar, silah kaçakçıları, kadın satıcıları, uyuşturucu baronları. Onlara ne diyor, bu ülkede canınız malınız güvende gelin. Karaparaya hesap sormayız bürokrasiyi alaşağı ederiz cumhurbaşkanımız verdi zaten bu talimatı bana, ben kendi adıma konuşmuyorum diyor. Karaparanın merkezi isviçre tarafsızlığını bozmuşsa avrupada rus oligarkların servetlerinin peşine düşülmüşse devreye erdoğandan başka kim girebilir? Kaçırırmı bu fırsatı mafya babalarının babası tayyip.
    Bu açıdan bakın ozman herşey anlaşılır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin