Çanakkale’nin sonrası da var

Yorum | Levent Kenez

Çanakkale bir destandır.

Hem de bugün kutuplaşmış ülkenin, ölümüne kamplaşmış her kesiminin kendisini içinde gördüğü ve aidiyet hissettiği bir destan.

Çanakkale, tarafların çok ağır kayıplar verdiği, düşmanın Osmanlı savunma hattını geçip ilerleyemediği ve 1915’in Aralık ayında çekilerek bölgeyi terk ettiği bir savaş.

Peki sonra ne olmuştur?

Üç yıl sonra aynı kuvvetler bu kez tek bir mermi atmadan İstanbul’a gelmiş, donanmalarını Saray’ın karşısına demirlemişlerdir.

1. Dünya Savaşı’nın değişen dengesi, İttfak yapılan başta Almanya olmak üzere diğer ülkelerle beraber cephelerde alınan yenilgiler ve bozgunlar neticesinde Çanakkale sonrası işler pek de iyi gitmemiştir.

İstanbul’un ilk işgalinden iki yıl sonra da bu sefer askeri güçleri ile İstanbul’u tamamen işgal ederek şehrin bütün idari ve askeri komuta merkezlerini teslim almışlardır.

TSK’nın Afrin’e 18 Mart’ta girmesi ile beraber çokça zikredilen Çanakkale zaferi güdümünde yeni bir zafer edebiyatı ilk dönem Cumhuriyet elitlerinin ürettiği tarih yazımına paralel bir görüntü sergiliyor.

Yedi düvele karşı kazanılmış bir zafer olarak okuduğumuz Kurtuluş Savaşı’nda yine dünyada değişen dengelerden, İtilaf ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklardan, ülkelerin iç siyasetteki krizlerinden çok bahsedilmez. İşgalci Fransız ve İtalyanlar Anadolu’dan çekilmiş, İngilizler, Yunanlılar üzerinden sürdükleri savaşın sonunda Yunanlıların yenilmesi ile beraber Boğazlar üzerinde ileride kağıt altına alacakları garantileri görüşerek çekilmişlerdir. Kurtuluş Savaşı aslında bir Türk-Yunan savaşıdır. Başından sonuna kadar yedi düvelle filan savaşılmamıştır.

Devlet aklının olmadığı Türkiye, yine aynı argümanlarla cephede. Devlet aklının olmadığını şuradan görüyoruz girdikleri şehirde hükümet binasına Türk bayrağı asmak, çapulcu sürüsünün yağmasına engel olmamak, şehir halkının kültürel kodlarında yer alan sembolleri yakıp, yıkmak gibi… Bizim medyanın yazamadığı ama bütün dünyada bu olay meşru bir operasyon olarak değil bir işgal olarak görülmekte. İfrat tefrit arasında gittiklerinden, şimdi de makarna, kömür dağıttıkları seçmenleri gibi Afrin’lilere de ilk seçimde oy verecekler muamelesi yapıyorlar.

İran’ın savaşın başından beri Suriye’de olmasına, binlerce savaşçı göndermiş olmasına rağmen ki bu sayının 70 bin milis civarında olduğu tahmin ediliyor, kendisini bağlayan bu görüntülerden ısrarla kaçınıyor.

Türkiye “soft power”ı ile bölgede güçlü devlet olma şansını kaçırdıktan sonra şimdi “hard power” olarak da kaybedeceği bir savaşın içinde.

İç kamuoyunu istediği gibi yönlendirdiği için kahramanlık edebiyatı, Afrin zaferi, bayrak fetişizmi ve dini sembollerin kullanılarak istenilen havanın estirilmesi mümkün. AKP’nin taban olarak gördüğü ve buna MHP tabanını da dahil edersek insanların oldukça hoşlarına gidecek görüntülerin bir faturasının olacağını söyleyen de yok.

En kötüsü bu zafer türkülerinin yeni çılgınlıklara kapı açıyor olması. Bir gece Sincar, diğer gece Munbiç ertesi gün Kandil diye devam eden bu Enver Paşalık, stratejik fiyasko Davutoğlu’nu bile aratır hale getirecek.

İktidarın kalemşörleri ve memurları, aslında Afrin’de ABD’nin yenildiğini ve Türkiye’nin Amerikalıları ve Avrupalıları dize getirdiğini söylüyor. Uzun bir süredir İran ve Rusya aleyhine bir şey yazamayan iktidar kalemlerinin bir gün de Rusya’yı ve İran’ı da tuş ettiğimizi de yazsalar keşke. Görmedikleri Türkiye’yi Suriye bataklığına tamamen çekenlerin ellerini nasıl ovuşturdukları.

Bugünkü dünya konjonktüründe Türkiye’nin bir yeri işgal edip oraya bayrağını çekmesinden mutlu olacak ya da bunu onaylayacak bir güç yok. Bugün “gel gel” yapanların varlığını görüp yarın oradan nasıl çıkacağımız ile ilgili bir çıkış planımızın olması gerekiyor.

Bugün ÖSO denen yağmacıların yarın “Türkiye sizi sattı” dendiğinde neler yapacağını şimdiden kestirmek zor değil. Kısa bir süre öce Salih Müslim’e kırmızı halılar seren bugün ise düşman-terörist başı ilan eden hükümetin devamlı değişen müttefik algısı her şeye kapı açmaya müsait.

Cömert derler maldan ederler, cesur derler candan ederler… Şimdi bütün ülkeyi egemenliği altına alan “ver mehteri” dalgası ve pehlivan hikayeleri var. Afrin merkezinde hiçbir direnişin olmamasının ne anlama geldiğini bile şu an için bilmiyoruz. Belki de Güneydoğu’da ordunun şehirlere nasıl girdiğini bildikleri için şehri korudular ya da ileri de yapılacak gerilla savaşı için güçlerinin kaybını önlediler. Bunu ima eden ifadeler var.

Türkiye kendi topraklarındaki Kürtlerin yani kendi vatandaşlarının akrabaları ile savaşıyor. Kuzey Irak’ın bağımsızlık referandumunun fiyasko ile sonuçlanması, Afrin’deki Türkiye’nin şovenist görüntüleri ve bunun devam edeceğine yönelik sinyaller ileride patlayacak kazanın kapağı gibi duruyor.

Ha PKK ha YPG ha PYD derken Türkiye içindeki PKK’nın sessizliğini görmek lazım. Sadece PKK’nın derin devlet ile paslaşması diye kesip atarsak yanılırız. Hazır devlet kendi eli ile bazı kadroları yok ederken, Cemaati bitirirken Ankara’yı çok da fazla meşgul etmiyorlar. Seçilmiş politikacıların karga tulumba derdest edilmesine ses çıkarmayan, bundan 2-3 yıl önce “Belediyelere kayyum atanırsa kayyumları vururuz” diyen PKK’nın neredeyse Demirtaş’ın Kışanak’ın arkasından davul zurna çalmasını doğru okumak lazım. PKK, TSK’nın ne kadar güç kaybettiğini görüyor ve ortaya çıkarak bu gidişatı bozmuyor. Ayrıca Suriye’nin kuzeyinde lehine gelişen konjonktüre güveniyordu. Şimdi Kuzey Suriye’de planlar  değişmeye başladığına göre sahada yeni gelişmeler beklenebilir. Türkiye’nin kendi topraklarında eylemlere başlamış bir PKK ile nasıl mücadele edeceği belirsiz.

Bir yeri silahla zapt edebilir ama silahla yönetemezsiniz. Türkiye yönetemeyeceği, ayrıldıktan sonra kendi çizgisinde yönetecek idareciler bırakamayacağı ancak ve ancak devamlı elinde tuttuğu takdirde bir anlamı olan maliyetli ve akılsız işlere girişti. Gücünüz vardır, güvenliğiniz için uluslararası baskı ve hukuka rağmen işgal eder, elinizde tutar varlığınızı devam ettirebilirsiniz ancak ne demografik grafik yapı, ne ordu yapınız, ne imajınız ne de dünya buna müsait değil. Türkiye, Rusya ve İran’ın gözetiminde Esed rejiminin lehine mıntıka temizliği yapıyor. İleride karşısına çıkacak savaş suçlarına da fail ve ortak oluyor.

Çanakkale bir destandı sonrasında hezimet geldi. Birilerinin ihtirası için vatan evlatları yine hayatını kaybediyor.

Bizimkilerin çakma destanı Afrin’in de sonunun benzer olmaması için hangi görüşten olursak olalım çok dua etmemiz lazım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Tesbitleriniz çok önemli ve güzel. Ayrıca şunuda ilave etmek gerekiyor. Kürtler her ideolojiye sahib iktidarlardan tokat yedi. 30 yıldır inancından dolayı marksist Leninist düşünceye sahib pkk ye hiç bir zaman tam destek vermedi. Pkk nın en önemli propaganda söylemlerinden biride Türk devletinin Kürtlere ihanet ettiğini ve islamiyetide kullanarak kürtleri sömürmeye ve asimile etmeye devam ettiği idi. Kürtlerin kahir ekseriyeti buna ehemmiyet vermiyordu. İslam kardeşliğine inanıyordu. Fakat son bir kaç yıldır islamcı iktidardan TOKAT ile beraber Tekmede yediğinden artık Türk devletinin hiçbir ideolojik iktidarından merhamet beklemiyor. Güven doygusu maalesef sıfırlandı. Hiçbir kürdün Türk devletine güveni kalmamıştır. Kemalistinden tutunda, Leninist Perinçekine kadar vede islamcılarının tümüne güveni kalmamıştır. En çok güvendiği islamcısında tokat ile beraber tekme ve tükürükde yemiştir. Gururun kırıntısına sahib kürt artık türke asla güvenmez. Afrin pkk yerine islamcı bir kürt partisinin kurduğu bir kanton olmuş olsaydıda Türk devletinin gazabından kurtulamazdı. Kürtler kanları pahasına bunu öğrendi. Akp ye oy veren kürtlerin yüzde kaçı acaba Afrin halkının maruz kaldığı zülmü normal görüyor ve içine sindiriyor? KÜRTLER İLE TÜRKLER ARASINDA DUYGUSAL KOPUŞ AFRİN İLE TAMAMLANMIŞ OLDU.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin