Çadırı çaldılar

YORUM | NEVİN ERDEM – İhraç Hakim @WomanJudgeTR

Evrensel insan hakları, insanlık ailesinin on binlerce yılda yetiştirdiği nadide bir çiçektir. Hukukun üstünlüğü ise bu çiçeğin gövdesi. 

Güzel bir fıkra var: İki filozof dağ başında kamp yaptıkları çadırda uyurken, gece yarısı filozoflardan birisi diğerini heyecanla “Kalk, kalk!” diye dürterek uyandırır. 

Arkadaşı gözlerini açarak “Ne oldu?” diye sorar. 

Diğeri, “Ne görüyorsun?” der. 

Gözlerini ovalayarak gökyüzüne bakan filozof: “Gökyüzündeki harika sanatı, yıldızların muhteşemliğini, yaratıcının büyüklüğünü, sonsuzluğu görüyorum” diye devam ederken, diğeri araya girer ve “oğlum, çadırı çalmışlar, çadırı!” der.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Hukuk çadırdır. 

Gücüne göre, insanları her türlü yırtıcı hayvanlardan, zararlı küçük-büyük böceklerden, elverişsiz hava koşullarından koruyan bir çadır. Adeta evlerin duvarları, çatısı gibidir. Hukukun üstünlüğünün olduğu bir ülkede, üstün olan insandır.

Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerlerde, bireyler her türlü saldırıya açıktır. Üstünlerin, güçlülerin hukuku vardır. Bu gücün sahibi bazen kişiler, bazen gruplardır. Böylesi bir ortamda, bazen “kanlarıyla duş alacağız, oluk oluk kanlarını akıtacağız” diyen canavar ruhlu mafya liderleri ile, bazen de “öyle bırakmam onu” diye tehditler savuran otoriter devlet başkanları ile karşılaşabilirsiniz.

Böyle bir toplumda kimse güvende değildir. Kendisini güvende hissedenler, sadece gücü elinde tutan kişi ve gruplarla araları iyi olanlar ya da onlarla herhangi bir menfaat çatışması bulunmayanlardır. Menfaatleri çatışmaya başladığında felaketleri başlar. 

Yargının bağımsız ve tarafsız olması, hukukun üstünlüğünün en önemli teminatıdır. Yargı bağımsız ve tarafsız değilse, hukukun üstünlüğü yoktur; temel insan hakları korumasızdır. 

Tam bu noktada, hakimler ve savcılar kilit konumdadır. Hukukun üstünlüğünden ayrılmak, kendi kurallarınıza göre bir ülkeyi yönetmek istiyorsanız, öncelikle hakim ve savcıları kontrol altına almak zorundasınız. Bu nedenle, bir iktidarın hakimler ve savcılara yönelik saldırısı, kişi olarak bir hakim ve savcıya değil, doğrudan hukukun üstünlüğüne, her bireyin temel hakkına yönelik bir saldırıdır. 

Nitekim Türkiye’de iktidarın hukukun üstünlüğü ile değil, kendi hukuksuzluklarıyla ülkeyi yönetmek için muhalif olduğunu düşündüğü 2 Anayasa Mahkemesi, 140 Yargıtay, 48 Danıştay üyesi ve binlerce hakim ve savcıyı 15 Temmuz gecesi tutuklatması, bu hakim ve savcıların şahıslarına yönelik bir saldırı değildir; doğrudan hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına yöneliktir. Hukuk çadırının çalınması, insanların ve haklarının açıkta, korunmasız kalmasıdır. 

Bundan dolayıdır ki, darbeci askerlerin isimleri dahi belirlenmeden “darbe” suçlamasıyla hukuksuzca gözaltına alınanlar, 4 yıldan daha uzun bir süreden beri cezaevi hücrelerinde tutulanlar hakimler ve savcılar değildir; hak ve özgürlüklerdir. 

Yargı mensupları bağımsız ve tarafsız değilken, güvende değilken, cezaevindeyken, kimse güvende olamaz.  

Yaşam hakkınız, ifade özgürlüğünüz, adil yargılanma hakkınız, özel hayatınıza saygı hakkınız güvende değildir: 

Bir gün Silopili bir kadınsınız. Silopi sokaklarında keskin nişancılar tarafından öldürülürsünüz. Cesedinize yaklaşanları dahi öldürürler ve cesediniz 7 gün sokakta bekler. 

Bir gün, Cizreli bir çocuksunuz. Evinizin önünde oyun oynarken vurularak öldürülürsünüz. Cesedinizin gömülmesine dahi izin vermezler ve anneniz cesedinizi, kokmasın diye buzdolabında saklar.  

Bir gün bir iktidar partisi milletvekilinin Ankara’daki evinde milletvekilinin silahıyla vurulmuş olarak bulunursunuz, takipsizlik verilir. 

Bir gün milletvekilinin yakınının arabasının çarpması sonucu ölürsünüz; çatıdan düştü denilir, takipsizlik verilir. 

Bir başka gün devlet görevlileri tarafından Ankara’nın göbeğinde güpegündüz siyah transporterlara bindirilerek kaçırılırsınız. Aileniz aylar sonra emniyet müdürlüğünde gözaltında olduğunuzu haber aldığında öldürülmediğiniz için mutlu olur. Zira başka kaçırılanlardan haber dahi alınamaz.

Gözaltına alınırsınız. İşkenceye maruz kalırsınız. İşkencenin fotoğrafları çarşaf çarşaf yayınlanmasına rağmen, işkenceciniz hakkında bir soruşturma göremezsiniz. 

Akşam vakti 3 köpekle evinize giren polis, sizi darp edip gözaltına alırken, evinizi darmadağın eder. Hesap soramazsınız. 

Hukuksuzca tutuklanırsınız. Aylarca cezaevinde kalır, kansere yakalanırsınız. Tahliye olmanıza, hatta beraat etmenize rağmen tedavi için yurtdışına çıkışınız engellenir, pasaportunuz zamanında verilmez. Ölürsünüz.

Demokrasilerin olmazsa olmazı, ifade ve toplanma özgürlüğünüz yoktur. Bir kadın olarak İstanbul Sözleşmesi için yürüyüş yapmak istersiniz. Ancak polis tarafından dövülür, gözaltına alınırsınız. 

Barolarla ilgili bir kanunu protesto amacıyla, baro başkanları olarak dahi yürüyüşünüze izin verilmez, saldırıya uğrarsınız. 

Aile ve özel hayatınız, kural tanımaz bir polisin keyfine bağlıdır. Baro başkanı olmanız dahi, bir restoranda eş ve çocuklarınızla huzur içinde yemek yerken yaka-paça gözaltına alınmanızı engellemez.

Örnekleri o kadar çok uzatmak mümkün ki! 

Kısacası, bağımsız bir yargı yoksa, hakimler ve savcılar özgür değilse, hukukun üstünlüğü yoktur. Hukukun üstünlüğü yoksa, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi yoktur. 

İktidarla aynı yollarda beraber yürüyorsanız, sizin için şimdilik, ama sadece şimdilik, sorun yoktur. Yollarınız ayrıysa, iktidarı rahatsız eden bir muhalifseniz ve hala cezaevinde değilseniz, bunun nedeni sadece iktidarın konjonktürel politik tercihidir. Başınıza her an her şey gelebilir. Zira hukuk çadırı çalınmıştır. 

Ayasofya’nın açılışını izleyerek kendinden geçen, eli kılıçlı Diyanet İşleri Başkanı’nın hutbesini dinleyerek mest olan, Türk ekonomisinin uçuşa geçtiği haberleriyle uçuş moduna giren, Karadeniz’de doğalgaz rezervleri bulunmasıyla binbir gece masallarına dalan “filozoflara” birilerinin çadırın çalındığını söylemesi lazım. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin