Bülent Arınç’ın istifası ve düşündürdükleri

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Bülent Arınç’ın bir televizyon programında Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmalarına ilişkin yaptığı açıklamalar sonrası, derin devletin ve sonrasında da sarayın gazabına uğraması ve istifa etmek zorunda kalması, gündeme bomba gibi düştü. Bu istifa haberi, rejimin ne olduğunu unutan ve “acaba iç dinamiklerle bir düzelme mi olacak?” beklentisine girenlere de sanırım ciddi bir ders oldu. Herkes rejimin karakteristik özelliklerini bir kez daha hatırladı. Devlet Bahçeli’nin, Doğu Perinçek’in ve Tayyip Erdoğan’ın aynı noktada buluşabildiğini, bu kez de Bülent Arınç konuda gözlemledik.

Olaylara bütüncül bir perspektiften bakamamak sanırım şu an Türkiye’yi anlamaya ve yorumlamaya çalışan akademisyenlerin, tarihçilerin, gazetecilerin ve siyasetçilerin önemli bir zaafı. Rejimin genel özelliklerini dikkate almadan yapılan yorumlar, kısa sürede yanlış çıkıyor. Siyaset Türkiye’de çok hızlı ve dahası, öngörülebilir değil. Bu, sistemik durumdan kaynaklanıyor. Türkiye anayasasından koptuğu için, istisnai yetkilere sahip, kontrol edilemez ve denetlenemez bir rejim tarafından yönetiliyor. Bu rejim, güç dengeleri üzerine kurulu ve ancak güç dengelerindeki oynamaları ve hareketlilikleri dikkate alarak gidişata ilişkin fikir edinilebilir.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Dahası, bu rejimin dayanağı, hukukun bertaraf edilebilmiş olmasıdır. Yani hiçbir güç ünitesi, bindiği dalı kesmez. Ne Erdoğan ve yakın çevresi, ne Avrasyacılar, ne ulusalcı kanat, ne ülkücü kanat, iktidar ortaklıklarının ana dayanağı olan hukuksuzluğun son bulmasını istemez. İşin ucunda kendileri var. Ve bunun gayet farkındalar. Bilinçli bir tercihle, anayasasız ve hukuksuz bir rejime ortak oldular. Her kesimin bir beklentisi vardı. Aralarındaki ortaklık, bu güç ve çıkar dengelerine dayanıyor. Odaklardan birisi çıkıp “ben hukuka döneceğim” diyemez. Nasıl ki, rüşvet yiyen polislerden biri çıkıp artık dürüst polis olmaya karar verdiğinde, rüşvet yiyen meslektaşları tarafından engellenir, aynı bu durum söz konusu bugün Türkiye siyasetinde. Hepsi suç ortağıdır. Anayasal düzeni birlikte sonlandırdılar. Bakmayın bazılarının bunun adını hala koymaya çekindiklerine. Olan bir sivil darbeydi. Bu darbe 17 Aralık 2013 ile 15 Temmuz 2016 arasında gerçekleşti. Şimdi normalleşme ve hukuk devleti gibi bir seçenekleri yok. Çünkü bu onların sonu demek olur.

Ancak şöyle bir açmazla karşı karşıya kaldılar. ABD’de Joe Biden’ın seçimleri kazanması, dengeleri değiştirecek. Bunu gayet iyi biliyorlar. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bir NATO üyesinin Rusya’nın kucağından iş çevirmesi, cihatçı teröristlerin paralı asker olarak Türk vekâlet savaşlarında kullanılması, ABD konsolosluk çalışanlarının “FETÖ’den” ceza alması, Batı düşmanlığı, feci ceberut uygulamalar, yüz binlerce insanın düşünce suçlusu olarak hapse atılması gibi arazlar yüzlerine vuruluyor. Biden yönetimi çok sert giriş yapacak. Trump döneminin izolasyonist politikaları Ankara’ya ciddi hareket alanı açmıştı. Artık bu bitti. Dahası, Erdoğan, siyasi sorumluluğun salt kendinde olduğunu biliyor. Bahçeli, Perinçek, derin yapılar, ulusalcılar “bizim sorumluluğumuz yok” dediklerinde, ne diyebilirsiniz? Ortada resmi bir siyasi koalisyon gerçekten de yok.

Mafya devleti olan Türkiye, bir muz cumhuriyeti gibi, kanunsuz olarak yönetiliyor. De facto (fiili) işbirlikleri, Erdoğan’ın üzerindeki sorumluluk yükünü azaltmayacak. Erdoğan ve yakın ekibi, bugünlerin sorumlusu olarak adalete hesap verecekleri günün yaklaşmasından korkuyorlar. Uluslararası silah kaçakçılığı, sınır ötesindeki cihatçı teröristlere lojistik ve parasal destek, bu cihatçıların üçüncü ülkelerde – Libya ve Karabağ’da – paralı asker olarak savaştırılması gibi ağır cürümler, uluslararası suçtur. Bundan kaçmaları olanaksız! Er ya da geç uluslararası toplum bu konulara eğilecek ve gerçekler meydana çıkacak. Bundan dolayı, Erdoğan ve yakın ekibi çok endişeli ve mümkünse ara bir yol bulunmasını, kısmen de olsa bir hukuka dönüş “operasyonu” yapılmasını tercih ediyorlar. Fakat dediğim gibi, “derin” ortaklar buna karşı. Bu nedenle Erdoğan’ın fazla bir şansı kalmadı.

Bülent Arınç’ın çıkışını bu bağlamda değerlendirmek doğru olur kanısındayım. Tayyip Erdoğan, Bülent Bey üzerinden bir test yaptı ve aldığı tepkileri görünce geri adım attı. Biden Yönetimi ve AB, özellikle Osman Kavala konusunda bastırıyor. Önümüzdeki haftalarda Kavala’nın serbest bırakılmak zorunda kalacağını öngörüyorum. Sanırım Ocak ayında, hatta Aralık sonunda bile bu gerçekleşebilir. Biden görevi 20 Ocak’ta teslim almadan, “bak her şey yoluna giriyor” imajı yaratmaya çalışmak zorundalar. Tabi Avrasyacı derinler, iplerin kopmasını ve Rusya’ya daha fazla tabi olunmasını daha ehven görüyorlar. Fakat bunun fazlaca oluru yok kanısındayım. Reel politik tonla nedenden dolayı, Türkiye böyle radikal bir at değişikliğine gidemez.

Diğer bir parametre ise önümüzdeki haftalarda yapılacak Avrupa Birliği (AB) zirvesi. Bu zirve Almanya’nın başkanlığında gerçekleşecek. Bu, alınacaksa, önemli kararların alınabilmesi demektir. Fransa, Gümrük Birliği dâhil tüm ortaklığın yaptırım masasına alınması konusunda kararlı! İngiltere’nin ayrılmasından sonra, Fransa ve Almanya AB’de en başat iki güç artık ve bu Fransa’nın isteklerinin kısmen karşılanacak olması demek. Bu AB zirvesinden bir yaptırım çıkacağına kesin gözle bakılıyor. Bu illa ki Gümrük Birliği’nin rafa kaldırılması olmak zorunda değil. Mesela zaten formel statüye indirgenmiş olan adaylığın iptali veya dondurulması gibi bir “psikolojik” yaptırım da çıkabilir. Bu zaten bitik durumda olan Türk lirası için hiç de olumlu olmaz ve Türk tarafına yeterince acı verir. Sonuçta bunlar acı gerçekler.

Erdoğan bu Batı tepkisinin yaratacağı fırtınanın hafifletilmesine odaklanmaz durumunda. Bu nedenle Osman Kavala çıkacaktır. Belki aynısı Selahattin Demirtaş ve Ahmet Altan için bile gerçekleşebilir. Fakat Erdoğan’ın rejim içi güç dengesini de gözetmesi gerekiyor. Avrasyacı ordu, MHP ve kısmen ulusalcılar, zorlu ortaklar ve beklentileri fazlasıyla yüksek. Bu, rejimin çok türbülanslı bir dönemeçten geçtiği anlamına geliyor. İçeriden gelen taleplerle demokratikleşme olmaz. Son 200 yılın geleneğine uygun olarak, dış baskılarla yeniden demokratikleşme olacak. Fakat bu sizi umutlandırmasın. Artık kimse Türkiye’nin Avrupalı olabileceğine oynamaz. Avrupa, istikrarlı bir tampon bölge derdine düşmüş durumda. 2005-2006 düzeyi ilişkilere dönülmesi artık olanak dışı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin