Brunson ve haydut rejim –2

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Geçen analizde kaldığım yerden devam ediyorum.

Brunson vakası tam olarak anlaşılamıyor Türkiye’de. Çünkü rejim sadece şekilsel, üst-yapısal bir siyaset kurumu olmanın çok ötesinde! Kendisine muhalefet diyen ve arkasından sürüklediği insanları da buna inandıran bir grup (mesela Sözcü gazetesi) Brunson’ın “ajan” ve “suçlu” olduğundan emin bir şekilde, rejimin değirmenine su taşıyor. Daha ileri giden “sol” tayfa, Brunson ile ilgili olarak kalemlerini giyotin gibi kullanırken, akıllarına ne masumiyet karinesi, ne de diğer temel hukuki ilkeler geliyor. AKP ve bu kesim arasında hiç fark yok. Zaten CHP de “nasyonalizmin şehvetine” kendisini teslim etmiş, derin devletin eteklerinin altından “kendisinden bekleneni” yapıyor. Sonuçta “Müslüman mahallesinde salyangoz satan” bir “papaz”, bu yaşananları sonuna kadar hak ediyor. Amerika’nın adamı, CIA’e çalışan, huzursuzluk çıkartmak, hatta Türkiye’yi bölmek ve parçalamak için gayret eden ABD, Brunson’ı “sahaya sürmüş” ve hem PKK hem de “FETÖ” ile işbirliği kaptırmış. Tıpkı 15 Temmuz’u düzenledikleri gibi!

Bu arada CHP bu rejim jargonunu kullanırken ve arkasından gelen kitlenin bu yolla rejime sadakatini sağlarken, kendini de sağlama almak istiyor. Örneğin Metin Feyzioğlu, ABD’nin yaptırımlarına ilişkin “bakanlara yaptırım uygulamak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin başını yemeğe kalkanlara (ABD!) sözümüz çok sert olur!” diyor. Bu tutum esasen tüm ulusalcı tayfanın ortak tutumu! Bunlar – bir önceki yazımda da dikkat çekmeye çalışmıştım – Enis Berberoğlu’nun veya başka “solcuların” bugün korudukları rejim tarafından içerde tutulduğunu unutmuş görünüyorlar. Yoksa bilmediğimiz başka bir şey mi var? Öyle ya? Devletin sahibi pozlarında, sen derinden biz senden de deriniz türü bir sidik yarışına giriyor Saray’la. Bunların tasmasını tutan aynı görünmez el mi diye sormak gerekiyor, mantıki olarak. Ama dikkat çekmek istediğim bu değil. Esas önemli olan, CHP’den CHPKK olarak bahseden Ak-Trollerle CHP ulusalcılarının bu ultra nasyonalist sahada çekinmeden ortak bir cephede buluşması. Bunu sağlamak, rejimin en önemli taşıyıcısı!

Rejim, Brunson ile kimi takas etmeye çalışıyor?

Bu noktayı saptadıktan sonra, biraz daha ilerleyelim ve rejimin Brunson ile kimi takas etmeye çalıştığını analiz edelim. Birkaç aday var tabii. En başta Fethullah Gülen’le bir takas pazarlığı yapıldı mı? Bunu soralım. Kanımca bu ihtimal yok. Bence en başta içişleri ve adalet bakanları hakkında ABD tarafından uygulanan yaptırımlardan da anlaşıldığı üzere, ABD cephesi artık Türkiye’yi formel olarak bile olsa bir hukuk devleti olarak kabul etmiyor. Zaten bu böyle olmasa neden yürütme ile Brunson’un iade pazarlığını yürütsün? Zaten artık Saray rejimi de bu konuda lafı gevelemiyor. Erdoğan artık alenen ABD’ye meydan okuyarak bu “oyunda” kendisinin güçlü olduğu izlenimini vermeye çabalayarak, ABD yaptırım kararlarına misillemede bulunma kararı alıyor. Bunu Erdoğan (bu tür paçoz rejimlerde çok sık görüldüğü üzere) bizzat kendisi yapıyor, hem de bir konuşma esnasında. Bu, Brunson’ın bir rehine olduğunun net göstergesi olmasının yanında, rejimin düştüğü vahim durumu da gözler önüne seriyor. Trump’la görüşmek uğruna Boeing’den uçak sipariş eden rejim, bu siparişi iptal edemiyor. Ya da kamuoyuna yerli üretim diye üfürülen ATAK helikopterlerinin motorlarının ABD lisanslı olması nedeniyle Pakistan’a satılacak bu “yerli” (!) helikopterler satılamıyor, çünkü ABD buna izin vermiyor! Yeni nesil savaş uçağı almak için ABD kapısında el açıp dilenen Türk heyeti, Washington’da bos koridorlarda bekliyor. Dolar almış başını uçuyor, bugün itibarıyla 5,2’yi geçti.

Tam bir, Ortadoğu halı pazarlığı… O da olmadı, bari…

ABD, dışişleri bakanlarının ikili toplantısında bile Brunson konusunu ve yaptırımların devam edeceğini üzerine basarak vurguluyor. Kısacası, ABD’nin gündeminde Gülen’in iadesi gibi bir madde yok. Neden olsun ki ayrıca? ABD, Pastör Brunson vakasında da net olarak Türk “adaletinin” (!) nasıl işlediğini görüyor. Saray’ın kanıtsız iddialar üzerine kurgulattığı ispatsız iddianamelerin hukuken ABD nezdinde bir çöp olduğunu bilmeyen var mı? İstedikleri kadar paralı kalemşörlerine bunu tersini yazdırsınlar. Vatan-millet-Sakarya ve kuru gürültü Türk’e Türk propagandasıyla, hukuksal ve siyasal gerçekler manipüle edilemiyor. İçeride insanlar bu propagandanın etkisiyle giderek daha fazla karanlığa da gömülseler, giderek din soslu ultra-nasyonalizmin etki alanına da girseler, giderek 1930’ların Almanya’sındaki gibi kitle psikolojisine de kapılsalar, gerçekler çok ama çok açık. Brunson suçsuz. Gülen konusunda ise ABD’ye delil olarak ne yolladıkları belli değil! Bırakın hukuk tekniğini ve hukuksal-kriminolojik metodu, mantığa ve rasyonel akla uygun olarak hiçbir iddianın içini dolduracak somut kanıt ortaya koyamıyor rejim. Varsa yoksa klasik iddialar. Türkiye ile ABD bu hukuk metodolojisi bakımından tek kelimeyle ayrı dilleri konuşuyor. Dahası, Brunson hakkında iddialar olan, tutuklama kararı bulunan, resmen yargı süreci devam eden bir ABD vatandaşı. Gülen ise ABD’de resmi göçmen oturum hakkı ile ikamet ediyor. Yani ABD ile “iki suçlunun iadesi” türü bir görüşme yapılmıyor. Esasında Türkiye rejimi, şantajla hakkında sadece fabrikasyon suçlar bulunan Pastör Brunson ile yine Türkiye tarafından fabrikasyon biçimde, kanıtları ortaya konmadan suçlanan Fethullah Gülen’i takas etmek istiyor. Ama durun, işin enteresan yanı o değil. Saray’ın yaklaşımı, “Gülen olmuyorsa o zaman Hakan Atilla’yı verin de iç siyasete bunu zafer olarak satayım” türü bir Ortadoğu halı pazarlığı. O da olmadı, bari “Halkbank’a ceza kesmeyin!” diye bastırıyor. Trump ise zaten İsrail’de tutuklanan Türk vatandaşı kadının bırakılmasında Erdoğan’ın istediğini yaparken onun Brunson’ı bıraktıracağı sözünü almıştı iddiası gündemdeki ciddi hipotezlerden biri. Buna göre Erdoğan Brunson’ı bırakma emri vermeyince Trump yaptırım uygulanması doğrultusunda düğmeye basma kararı alıyor. Mesele tabii ki Brunson’ı bırakıp bırakmamasından önce, Türkiye’de devletin nasıl yerlerde süründüğü! Bir devlet, rehine kaçıran terörist bir grup gibi bir devletle “pazarlık yapmaya” çalışıyor.

Bundan sonra ne olur?

Bence Tıpkı Deniz Yücel veya Meşale Tolu vakalarında gördüğümüz üzere, bu rejim ABD’ye Pastör Brunson’ı tıpış-tıpış iade eder. Bu yıl ödenmesi gereken 300 milyar dolarlık borcu olan bir devlet, eğer kasasında tam takır-kuru bakır anca sıksa 30 milyar dolar çıkartabiliyorsa, bu yüzde doksanlık açığı hamasi iç propaganda kuru gürültüsüyle ödeyemeyeceğine göre! Dik dur eğilme diyenlere: kafanızı çalıştırın da, neden Deniz Yücel’i ve Meşale Tolu’yu serbest bıraktı “dünya lideri reisiniz” (!) onu bir sorun kendinize. Madem Brunson CIA ajanı, suçüstü yapılmış bir darbe tezgâhçısı, PKK’ya destek olan biri, “FETÖ” (!) ile irtibatını (!) kanıtladığınız (!) bir casus, neden ev hapsine aldınız? Oysa mahkemesinde daha ev hapsine alınmadan birkaç hafta önce mahkeme heyeti Brunson’ın ev hapsi talebini reddetmişti. Hani hukuk devletiydiniz? Hani mahkemeleriniz bağımsızdı? ABD ile ilişkiler tümüyle raydan çıktı artık. Zaten ABD ve NATO Türkiye’nin devamlı arıza çıkarak bir üye olmasından iyice sıkıldı. Türkiye, ittifak ilişkilerinde giderek sabotajcı bir Truva atı rolünü üstlendi son yıllarda. S-400 kriziyle ve Rusya’ya nükleer ihaleleri ile ve Suriye politikasında Moskova güdümüne girmesiyle NATO’da şimşekleri üzerine çekti Ankara’daki haydut rejim. NATO’nun siyasi kanadında insan haklarından uzaklaşarak Putinist ve Ortadoğu Müslüman Kardeşler modeli bir rejim ve ülke haline gelen Türkiye, fazla sırıtıyor. Alenen Batı’ya “öteki” olarak bakan, seküler bir devlet olmaktan tümüyle vazgeçen, yüzünü Ortadoğu’daki Hamas ve Müslüman Kardeşler türü ideolojik fanatik örgütlere dönen ve kendisini de bu ideolojik çerçeveye sokan Türkiye, NATO’ya uymuyor. Ya Türkiye değişecek, ya da ABD ve Batı Türkiye’yi adım-adım Batı İttifakı’nın kurumlarından tecrit ve ihraç edecek. Bunun alternatifi yok.

Kendi anayasasına uymayan ve yasa dışı uygulamaları günlük hayatın olağan siyaseti haline getiren bir ülke, haydut bir rejimdir. Hesaplanamaz, öngörülemez, sürekliliği olmayan böyle rejimler, hak ettikleri seviyede bir muameleye tabi tutulur. Bun noktada “sol” olarak algılanan faşistlerle İslamcı faşistler, derin devletin faşistleriyle ittifaka girdi diye, bu görünen tablonun içeriği değişmiyor. Saray, MHP, CHP, İYİ Parti, Ordu, “muhalif” basın veya havuzun b. çukuru arasında söylemsel boyutta ve dış dünyayı algılamada bir fark yok. Kısacası Türkiye’de faşizmin alternatifi yok. Brunson, Gölge, Altan Kardeşler, Ilıcak, Türköne veya Demirtaş ve Kürt milletvekilleri ile belediye başkanları, içerdeki adını bile bilmediğimiz akademisyenler, öğretmenler, memurlar, polisler, askerler… Uyduruk gerekçelerle hayatları gasp edilen yüz binler… Bunlara yapılan zulüm bitmez. Haksızlıklar ve hukuksuzluklar nedeniyle özgürlüğünden, ailesinden, evinden ve ülkesinden olan Pastör Andrew Brunson vakası, bize işte bunu göstermesi bakımından önemli. ABD veya Batı belki diğer kurbanlara Brunson kadar sahip çıkmıyor. Ama Brunson vakası bir turnusol kâğıdı ve Türkiye’de yaşanan politik cehennemin dünya tarafından net bir şekilde görülmesi bakımından çok önemli bir rol oynuyor.

Tüm çektiği acılara karşın, Brunson’ın mücadelesi bu bakımdan Türkiye’de zulme uğrayan herkes için bir umut kaynağı. Sanırım bu bağlamda ailesi ve kilisesi Pastör Brunson’la gurur duyabilir. Umarım en kısa sürede özgürlüğüne, ülkesine ve sevdiklerine kavuşur. Bu dileğim İslamcı faşizmin kurbanı olan tüm mağdurlar için geçerli!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin