Bozdağ’ın verdiği desteğin onda birini verenler…

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Türkiye Cumhuriyeti var olmaya devam ederse, yaşadığımız dönem, hukukun yok edildiği, devletin suç örgütü tarafından yönetildiği yıllar olarak hatırlanacak. Demokrasi döndüğünde, sistemin yürümesi için suçluların masum, masumların suçlu gösterildiği bir devrin geride bırakıldığı anlatılacak.

Yaşadığımız dönemdeki Tek Adam yönetimini savunanlar, kimi zaman Cumhuriyet’in ilk yıllarında da ülkenin Tek Adam tarafından yönetildiğini öne sürerler. 

İkisi arasında şekli bir benzerlik olabilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Tek Adam dönemlerinde bu ülkede demokrasinin olmadığı boyutuyla bir benzerlik var. Ama ikisi arasında hiç örtüşmeyen temel ayrışma noktaları var. 

O dönemde Tek Adamlar, kendilerince iki bakımdan mazur sayılabilirdi. 

Birincisi, 1920’li yıllarda dünyada demokrasi kültürü birkaç ülkenin dışında henüz yerleşmemişti. Ayrıca Atatürk’ün çok partili hayata geçiş çabaları da akamete uğramıştı.

İkincisi ise devletin kurucu liderleri, sistemi ancak tek seslilik sayesinde oturtabileceklerini düşündüler. Geniş çaplı hırsızlık ve yolsuzluk olayına sık rastlanmadı. (Ali Cenani ve İhsan Eryavuz dosyaları vardı)

Bu dönem ise AK Parti iktidarı yolsuzlukta çağ atlatan gelişmeler yaşatıyor. Yakın yıllara kadar ihalelerde yolsuzluklardan söz edilirdi. Şimdilerdeyse ihaleler yolsuzluk yapmak için açılıyor. 

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki sistem soygun üzerine işliyor. Bunun sonucu olarak da fakirden alınıp zengine servet transferi yapılıyor. Bu sistemse din ve milliyetçilik kılıflarıyla topluma kolaylıkla satılıyor.

DÜN ÖVGÜLER YAĞDIRANLARIN BUGÜNKÜ FARKLI İKİ DURUMU

Gülen Cemaati, doğal yolla büyümeyi bırakıp irileşmeye başladıktan sonra en çok ikbal peşinde olanların ilgisini çekti. İkbal avcılarının odaklandığı iki şey vardı. Biri para, diğeri makam. 

Makam peşinde koşanlar arasında siyasetçiler en revaçta olanlardı. Yalnız AK Parti değil, öteki partilerde bile makam arayanlar, yollarının Gülen Cemaatinden geçtiğine inanır hale geldiler. 

Böyle düşünenler için de halka açık toplantılar şov yapma yerleriydi. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları, siyasetçilerin en çok ilgi gösterdikleri ortamlara dönüştü. Sadece olimpiyatlar değil, Cemaatin her yaptığı iş, siyasiler tarafından alkışlanır oldu.

Sonra, iktidar sahiplerinin hırsızlık ve yolsuzlukları gizlenemez boyuta ulaşınca, işlenen suçu gören herkes düşman bellenmeye başlandı. 

İktidar sahipleri açısından da en büyük düşman olarak bu yapı görülmeye ve ardından gösterilmeye başlandı. Soygun sistemini yürütenler, ülkeyi Hristiyan siyaset bilimcisi Aurelius Augustinus’un (M.S. 354-430) tanımını yaptığı bir konuma ittiler. Hristiyan dünyasında aziz olarak da bilinen Augustinus, 1600 yıl kadar önce, “Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?” sözünü bugüne bakıp söylemiş gibi… 

Gülen ve Cemaat hakkında dün halka açık alanlarda en büyük övgüyü yapanlar, iktidarın nimetlerinden faydalanmayı sürdürme aşkına en büyük düşmanlığı yapmaya başladı. 

Çift dikiş olarak Adalet Bakanlığı’na gelen Bekir Bozdağ, kendisini oraya getiren güce minnetini tam ödemek uğruna, her fırsatta Cemaate ve Gülen’e saldırma yolunu seçti. Bozdağ’a, bakanlığının 2023 yılı bütçe görüşmelerinin yapıldığı komisyon toplantısında bu tavrı ortaya konulup soruldu.

‘KEŞKE O SÖZLERİ SÖYLEMESEYDİM’

Bozdağ’a dün söylediklerini hatırlatan iki isim vardı. Biri CHP’li Ali Mahir Başarır, diğeri Türkiye İşçi Partili Serra Kadıgil. Başarır, Bank Asya’nın, gazetenin, dershanenin önünden geçenler, hapislerde çürürken, Bozdağ’a kendisi hakkında bir fezleke bile gelmemesinin sebebini sordu.

 

TİP’li Serra Kadıgil de bugün AK Parti çatısı altında olmayan dünün Cemaat övücülerinin başına gelenlerden hareketle Bekir Bozdağ’ın bakanlık koltuğunda değil sanık sandalyesinde oturması gerektiğini hatırlattı.

 

Bekir Bozdağ, köşeye sıkışınca söyleyebildiği tek şey, “Keşke söylemeseydim” demek oldu:

 

“O sözler o dönemde söylenmiş sözler. Ama keşke söylememiş olsaydık. O günün şartları içerisinde terör örgütü vasfı ortada olmadığı için söylenmiş…”

Oysa Bozdağ, bütçe komisyonundaki konuşmasında da doğruları söylemiyordu. Kendini yalanlaması, arşiv kayıtlarında mevcut. AK Parti olarak 2015’ten sonra tavır koyduklarını söylerken bile doğruları dile getirmiyor.

Bozdağ ve öteki hükümet arkadaşları benzeri yalanları her fırsatta dillendiriyor. Bakan Bozdağ, kendisinin övgü dizdiği dönemde Cemaatin “terör vasfı yoktu” savunmasına sığınıyor. 

Burada sorulması gereken asıl soru şu: 

Sizin için geçerli olan en temel hukuk kuralı, başkaları için geçerli değil mi? Bozdağ’ın o dönemde verdiği desteğin yüzde birini vermemiş olanlar, yıllardır “terörist” yaftasıyla hapiste. Bizler terörist, sen ise Adalet Bakanısın. Öyle mi?

Cezaevinde yatanlar, sizin kendinizi aklamak için söylediğiniz, “O dönemde söylenmiş sözler” deseler, “Keşke söylemeseydim”, “Keşke o tweeti atmasaydım” deseler geçerli olacak mı?

Başında bulunduğunuz ve bir emrinizi iki etmeyen hâkim ve savcılar, bu savunmayı kabul edecekler mi?

Madem “keşke” denilince geçmiş siliniyor, başkalarının 8-10 yıl önce attıkları tweetler, niçin “keşke” demelerine fırsat verilmeden bugün önlerine suç delili olarak konuluyor. 

Sizin gibi “O dönemde söylenmiş sözler” deme fırsatı bulamayan yüzlerce kişi Meriç’te ya da Ege’nin sularında boğulup gitti. 

Kaç kişi cezaevinde tedavisi yapılmadığı için dört duvar arasında can verdi.  

CEVABINI ERDOĞAN VERELİ YILLAR OLDU

Aslında hepsinin cevabı, Tayyip Erdoğan’ın yıllar önce verdiği talimatta gizli. Bu talimatın ne olduğunu DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan açık ve net ortaya koydu:

 

“Erdoğan 15 Temmuz’dan sonra iki tane talimat verdi. ‘Kurunun yanında yaşı da yakın’ dedi. ‘Acımayın, acınacak hale düşersiniz’ dedi.”

Cemaate yönelik kininiz, sizin hırsızlığınızı, soykırım suçlusu olduğunuzu bütün dünyaya göstermelerinden kaynaklanıyor. 

Sizleri yargılamayanın çete devlet sistemi olduğu ortaya çıktığında bakalım nereye, nasıl sığınacaksınız?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Çelişki şudur; ve kafayı yediren bir çelişki.
    AKP rejiminin terör örgütü ilan ettiklerini Muhalifler kabul ediyorlar. Kabul ettikten sonra AKP yetkililerini .ETÖ olarak suçluyorlar. Yani .ETÖ yoktur diyerek AKP rejimine muhalefet etmek yerine AKP yi de .ETÖ ye dahil etmek peşindeler. Eğer AKP terör örgütü ise o zaman AKP hukukuna nasıl inanırsınız? İnanıyorsan o zaman AKP nasıl terör örgütü oluyor? Terör örgütü yoktur diyerek AKP ye muhalif olmaları gerekirken AKP ye terör örgütü vardır diye destek çıkıyorlar sonra da AKP yi bağlamından kopartarak “ama sen de terörist olmuyormusun” imasında bulunuyorlar.

    Yani AKP nin yumurtladığı yumurtaya AKP yi de “sen de aslında yumurtasın” diyerek AKP nin yumurtlamasına inanıyor ama sonra AKP yi de yumurta yapmaya kalkıyor.

    Terör örgütü yaparken Bekir in adaletine inanıyor muhalif CHP, komünist Parti. Yani terör örgütünü AKP hukuku yumurtlamıştır. Demek ki AKP bir tavuk. Sonra o tavuğu alıp tüylerini yolup yumurtanın içine sokmaya çalışıyorlar. Yumurta yumurta doğurabilir mi? Terör örgütü başkasını terör örgütü ilan ederse buna inanan kişi terör örgütüne inanmış olmaz mı?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin