Böyle olur diktatörlerin ölümü! (2)

Yorum | Naci Karadağ

Bir diktatörler ligi olsaydı sanırım Çin’in meşhur zalimi Mao şampiyonluğu kimseye bırakmazdı. Çin Komünist Devrimi lideri, iktidara geldiği ilk beş yılda 5 milyondan fazla insanı idam ederek veya işçi kamplarına göndererek öldürdü. “İleri Büyük Atılım” ve “Kültür Devrimi” adını verdiği iki adet sosyal programı vardı. Birinci hedef Çin’i süratle sanayileştirmekti. Bu programların uygulama safhasında 20 milyondan fazla insan açlıktan öldü. Sonrasında “Sosyalist Eğitim” hamlesi adı altında kendisine muhalifleri, özellikle aydınları, yazarları, öğretmenleri, hukukçuları ve entelektüelleri öldürmeye başladı. Bu program sonucunda 4-7 milyon insan öldü. 100 Çiçek Harekatı ile 30 milyon insanın birkaç ay içinde açlıktan ölmesine neden oldu. İktidarı süresince katlettiği insan sayısının 50 milyondan fazla olduğunu yazıyor tarih kitapları. Bu sebeple Mao insanlık tarihinin en kanlı diktatörü olarak bilinir.

Josef Stalin ilk üçe oynayacak tiranlardandır. Komünist Parti’nin ilk genel sekreteridir ve Lenin’in ölümünden sonra 1924′te Sovyet lideri olur. İktidara gelir gelmez Sovyetleri sanayileştirmek adına tarım üretimini yok eder ve korkunç bir kıtlığa sebep olur. Ukrayna’da açlıktan öldürdüğü insan sayısı 10 milyondan fazladır. 1930′ların sonuna doğru “Büyük Temizlik” adını verdiği bir girişim yapar. Bu girişim, kendisine muhalif insanları ortadan kaldırdığı paranoyak bir kampanyaya dönüşmüştür. Stalin’in parti konuşmalarında, kendisini 32 dişini göstermeden alkışlayan delegeleri bile öldürttüğü söylenmektedir. Stalin’in öldürdüğü insan sayısının 25 milyona yakın olduğu söylenir. Bu rakama kendi eşi ve kızının da aralarında olduğu sürgünler ve mahkûmlar dahil değildir. Stalin insan öldürme bağlamında meslektaşlarından bir ‘tık’ geride olabilir ama zalimlik sıralamasında en önde giden olarak bilinir.

Başka bir meslektaşı, “Halk senden nefret ediyor” şeklindeki bir tespite şöyle karşılık vermiştir, “Korkuları nefretlerinden büyük olduğu sürece, nefret etmelerinde bir sakınca yok!”

Anlıyoruz ki, her tiran öncelikli olarak korku salmayı ve saldığı korku ile iktidarda durmayı hedeflemiş, geçici de olsa bunu başarmıştır.

Zalim diktatörlerin bir özellikleri de, her ne kadar canice cinayet işleseler de, kendilerini tam tersi bir şekilde lanse etmeye bayılmalarıdır. On binlerce insanı bir saatte katlettikten sonra kucağına kedi alıp seven ya da küçük bir kız çocuğunun yanağını okşayan diktatör sayısı hiç de az değildir. Pohpohlanmaya, abartılmaya, övülmeye pek bayılırlar. O kadar ki, sadece kendileri övülsün ve yüceltilsin diye bakanlık kuran, özel bütçe ayıranlar vardır. Hayatta iken kendi kitaplarını yazdırır, resimlerini çizdirir, filmlerini çektirirlerdi.

Önceki yazımızda da söylediğimiz gibi, bu yapılan işlerin hiçbir zaman kıymet-i harbiyesi olmadı. Hiçbirinin daha sonra esamisi bile okunmamıştır. Unutulup gitmiştir.

SANATIN GÜCÜ

Ancak sanat öyle güçlü bir şeydir ki, bir süre sonra zalimden çok fena rövanş alır. Diktatörlerin tarihe mal olma şeklini de yine sanat belirler. Bu nedenle diktatörler hakkında yazılan kitaplar, çekilen filmler bu zalimler hakkında gelecek kuşakların kanaatini oluşturur.

İskoç sinemacı Armando Lannucci’nin yazıp yönettiği Stalin’in Ölümü (The Death Of Stalin) bu cümleden sayılabilecek muazzam bir eser. Film, bir zalimin ölüm esnası ve sonrasında kendi oluşturduğu korku anaforunun bir toplumu nasıl perişan ettiğini hicvin keskin diliyle anlatıyor. Şüphesiz bu film, Putin yönetiminin hoşuna gitmedi. Önce aşağılayıp, küçümsediler ama filmin etkileri yansımaya başladıkça sertleşti Putin iktidarı.

Film vizyona girdiği anda üç aylık biletleri tükendi. Bunun üzerine Rus polisi bazı sinema salonlarına baskınlar düzenledi ve bazı seyircileri gözaltına alıp, filmin gösterimini engelledi. Rus Kültür Bakanlığı, filmi gösteren sinemaların para cezası veya kapatma cezası alabileceğini daha önce söylemişti. Sinemaya gelen polisler bir soruşturma yürüttüklerini söylemenin ötesinde bir açıklama yapmadılar ancak, Pioner Sineması ise baskına rağmen gösterimlere devam edeceklerini açıkladı.

Sinema salonu çıkışında BBC Rusça’ya konuşan film izleyicileri Stalin’in Ölümü’nü beğendiklerini söylediler. Haberde bir kadın “Böylesi bir filmi yasaklamak radikallik” derken bir diğer kadın ise “Bu filmi herkes izlemeli” diye konuştu. Salondan çıkan bir adam da filmi izledikten sonra hakarete uğramış hissetmediğini söyledi. Rusya Kültür Bakanı Vladimir Medinski, filmin yasaklanmasının bir sansür değil, yaşlı nesillerin hakarete uğramış hissetmesinin önüne geçmeyi hedefleyen bir eylem olduğunu açıklayarak zevahiri kurtarmayı denedi. Oysa Reuters’a konuşan ve Stalin öldüğünde hayatta olan iki yaşlı kadın da filmi beğendiklerini söylemişti.

Andrey Archangelski, Moscow Times için konuk yazar olarak kaleme aldığı yazısında, komedi filminin yasaklamasının nedeninin, “Rusya’da prensip olarak devletin kendisiyle alay edilmesini istememesidir”, olduğunu açıklıyor:

“Stalin’e gülmek, ne pahasına olursa olsun durdurulması gereken tehlikeli bir virüs sanki. 1930-1950 yılları üzerine sayısız film çeken televizyon kanalları ve yönetmenler sayesinde Stalin, iktidarın ekrandaki temsili, simgesi oldu. Stalin, bütün bu programların temelinde yatan, devletin toplum üzerindeki sonsuza kadar sürecek denetimini sürdüreceği ideolojisinin vücut bulmuş haliydi. Stalin’le alay etmek, devletle alay etmek demek ve bu yüzden uygun değil.”

SİYASİ BİR TAŞLAMA

Son derece güçlü bir oyuncu kadrosuna sahip film (Steve Buscemi, Olga Kurylenko, Jason Isaacs, Andrea Riseborough, Paddy Considine, Roger Ashton-Griffiths) politik bir taşlama aslında.

Yıl 1953… Joseph Stalin’in, sağlık durumu biraz paranoyak olması dışında gayet iyidir ve ona karşı çıkan herkesi terörize edip, gözünü kırpmadan ortadan kaldırmaktan imtina etmemektedir. Bu durum yakın dostlarını dahi hizaya getirmektedir. Ta ki bir sabah çalışma odasında ölü bulunana kadar. Bundan sonrası, hiciv ustası Armando Lannucci’nin ellerinde mükemmel bir komediye dönüşüyor ve zalim tiranın etrafındaki yalakaların bir anda iktidar yarışına girdiğini görüyoruz: sümsük Malenkov, ukala Kruşçev, şaşkın Molotov, mafyöz Zhukov, Beria Stalin’in sarhoş oğlu Vasily ve yorgun kızı Svetlana…

Film konser sahnesiyle açılıyor. Moskova senfoni orkestrasının konserinin sonuna doğru telefon çalıyor ve arayan Stalin olunca, herkesin eli ayağı birbirine dolaşıyor. Reis, konserin kaydını istiyor ama bir sorun var; kayıt alınmamış. Bunun üzerine kapılar kapatılıp konser tekrar icra ediliyor ve sokaktan seyirci olarak halk zorla getirtilip alkışlatılıyor…

Filmin hemen başında Stalin’in kriz geçirdiğini görüyoruz. Kapıdaki korumalar içerden ses geldiğini duyuyor ama kimse korkudan içeri girip bakamıyor. Sabaha kadar yerde boylu boyunca kalan zalim diktatör, beyin felci geçirmiş. Hemen doktorlara haber salınıyor ama bir sorun var, onu da yardımcısı açıklıyor: “Moskova’da doktor bırakmadık ki! İyi doktorların hepsini ya idam ettik ya da Sibirya’ya sürgüne yolladık!”

Stalin’in Ölümü paranoyasının sınırı olmayan bir zalimin kendi hanımı da dahil olmak üzere bir toplumu nasıl terörize edip, hainleştirdiğini göstermesi açısından önemli. Film boyunca kahkahalarla gülüyoruz ama içten içe de bir yerimiz cızlıyor. Zira Rusların 70 yıl önce yaşadığı olayları biz yeni yeni yaşıyor gibiyiz…

İzleyin bu filmi, hak vereceksiniz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin