BM ve Avrupa Konseyine düşen zor görev

YORUM | MEHMET BAKIR ÖZKAN | KHK’lı Savcı

Birinci Dünya savaşı bitip Versailles Antlaşması imzalandığında bir şeyin daha temelleri atıldı: Daha sonra kurulacak olan Milletler Cemiyeti.

O gün için uluslararası alanda en etkili yöntem olarak; silahsızlanmanın yaygınlaştırılması, salgınla mücadele, uyuşmazlıkların çözümü gibi sorunlar üzerinde anlaşmaya varıldı. Ancak, takip eden yaklaşık 20 yıllık gelişmeler, Milletler Cemiyetinin beklenen boşluğu doldurmadığını gösterdi. Çünkü, İkinci Dünya savaşı patlak verdi ve Dünya, özellikle de Avrupa, tarihinden silinmeyecek acı tecrübelere sahne oldu.

Birleşmiş Milletler (BM) ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası Milletler Cemiyetinin yerine daha iddialı bir amaçla kurulmuştur. 50 ülkenin katılımıyla yapılan müzakereler ve müzakereler sonrası ilgili ülkelerin iç hukuklarında kabul edilmesiyle 24 Ekim 1945 tarihinde resmen kabul edilen Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinin esas amacı dünyada bir daha savaş çıkmasını engellemekti. 24 Ekim tarihi, ilk kez 1948’de BM günü olarak ortaya atıldı.1971’den beri ise tüm dünyada BM günü olarak kabul ediliyor.

Kutlama gününde, BM’nin bugüne kadar azımsanmayacak işlere imza attığını kabul etmek gerekir. Üçüncü bir dünya savaşı bu güne kadar çıkmadıysa BM’nin varlığının ve önemli oranda işlerliğinin etkisi yadsınamaz. Ana amacı “devletler arasında savaşa engel olmak” ve “barışı güvence altına almak” olmasına rağmen Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2. maddesi, insan hak ve temel hürriyetlerine saygının geliştirilmesini de örgütün amaçları arasında saymıştır.

BM bünyesinde dünyada hemen hemen olabilecek her potansiyel soruna dair sözleşmeler, protokoller, şartlar hazırlanmıştır. BM Evrensel Haklar Bildirgesiyle başlayan bu zincir, işkencenin önlenmesi, soykırım, kadın, çocuk ve engellilerle ilgili haklar, ekonomik ve sosyal haklar, medeni ve siyasi haklar, insan kaçırılması, kaybedilmesi, ticareti gibi pek çok konuyla devam edegelmiştir.

Garanti altına alınan bu hakların etkili korunması için çeşitli denetim mekanizmaları oluşturmuştur. Denetim yetkisi iki kaynağa dayanmaktadır: Birinci kaynak bizzat BM Şartıdır. Mesela BM İnsan Hakları Konseyine şikayet veya konseyce uygulanan diğer özel usuller ve evrensel periyodik gözden geçirme doğrudan BM Şartından kaynaklanır ve tüm üye devletler için geçerlidir.

Buna karşılık Devletlerin taraf olduğu antlaşmalarda garanti altına alınan hakları denetleyen komiteler sadece antlaşmaya taraf devletin uygulamalarını denetler.

Anlaşmaya dayalı denetim örnekleri; İnsan Hakları Komitesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, Çocuk Hakları Komitesi, Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, İşkenceye Karşı Komite, İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezanın Önlenmesi Alt Komitesi, Tüm Göçmen İşçiler ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Komitesi, Engelli Hakları Komitesi, Zorla Kaybedilmeye Karşı Komite’dir.

Bu haklar ve denetim mekanizmaları dünyada bölgesel insan hakları anlaşmalarının ve koruma mekanizmalarının da doğmasına yol açtı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu trendin en canlı ve etkili örnekleridir.

İnsan hakları kataloğunun bu derece ayrıntılı ve çeşitli mekanizmalarla korunmasına karşılık realitede uluslararası koruma mekanizmalarının artık etkili olmadığına dair yükselen bir inanç var. Aslında istatistikler de aynı durumu açıkça gösteriyor.

Bunun önemli nedenlerinden biri BM’nin yapısal sorunlarıdır. Özellikle Güvenlik Konseyinde daimî üyelerinin bulunması, bunlardan beşinin veto hakkı gibi ayrıcalıklara sahip olması, medeni dünya liginden çok uzak devlet yöneticilerine itiraz etme imkanı sağlıyor. Kendi ülkesinde hukuku çiğneyen otokratlar “dünya beşten büyüktür” gibi sözlerle uluslararası koruma ve denetim mekanizmasının uygulanmamasına rahatlıkla bahaneler bulabiliyor.

Tabiatı gereği ağır işleyen uluslararası denetim, kural tanımaz ülkelere büyük bir hareket alanı da açmaktadır. Diplomatik kanalların tüketilmesinin bekleme süresini adeta fırsata çeviren baskıcı yönetimle ülkelerini felaketin eşiğine getirene kadar herhangi bir baskı ve müdahaleye uğramamaktadır. Saddam Hüseyin’in Irak’ı, Muammer Kaddafi’nin Libya‘sı, Hüsnü Mübarek’in Mısır’ı, Çavuşesku’nun Yugoslavya’sı, Maduro’nun Venezüella’sı sadece halen acı sonuçlarını tüm dünyanın gördüğü örneklerdendir.

Mammadov-Azerbaycan davasında AİHM kararını uygulamayan Azerbaycan’a yönelik Avrupa Konseyi yaptırım sürecinin 10 yıl sürmesi ve pratikte etkili bir sonuç doğurmaması, bu durumu açıklayan başka bir örnektir. AİHM’in Kavala ve Demirtaş kararlarının uygulanmaması sonucu Avrupa Konseyinin başlattığı yaptırım sürecinin Türkiye tarafından ciddiye alınmamasında Azerbaycan örneğinin etkisi büyüktür.

İstisnai kuralların devletlerin keyfi yorumuna ve tek taraflı beyanlarına terkedilmesi de önemli bir sorundur. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrası Türkiye Cumhuriyeti tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine yapılan derogasyon bildirimi bu duruma iyi bir örnek teşkil eder. Bu bildirimle Türkiye, 21 Temmuz 2016 tarihinde olağanüstü hâlin yürürlüğe girmesiyle birlikte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinden doğan yükümlülükler bağlamında daha az güvence sağlanabileceğini ilan etmiştir. Bu bildirim iç hukukta işkence dahil pek çok hukuksuzluğa adeta meşruiyet kazandırmış ve hukuksuzlukları kolaylaştırmıştır.

Uluslararası kurumların; sonuç itibariyle kendisini oluşturan devletlerin sağladığı bütçeyle ayakta durması, hak ihlaline maruz kalan birey ya da topluluk yerine hak ihlali yapan devleti muhatap alması ve onlarla karşılıklı etkileşimlerinin bulunması bugün artık alenen ortaya çıkmış bir gerçektir. AİHM kararlarına göre en çok hak ihlali yapan devletler (Rusya ve Türkiye gibi) Avrupa konseyi verilerine göre önemli oranda AİHM bütçesine katkı yapmaktadırlar.

Tüm olumsuzluklara rağmen gerek BM’nin gerekse Avrupa Konseyi birimlerinin kararlarının uygulanmamasına, korumaya aldıkları hakların sık ve sistematik ihlal edilmesine karşı bu aşamadan itibaren yapabilecekleri tek şey var: İhlalleri dengeleyecek etkide kesin ve açık tepki koymak ve yaptırım sürecini hızlandırmak. Aksi halde BM ve Avrupa Konseyinin, Milletler Cemiyetinin durumuna düşmeleri ve dünyanın üçüncü bir küresel krize sürüklenmesi kaçınılmazdır.

***

Mehmet Bakır Özkan: 1975 Varto doğumlu. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalında yüksek lisans yaptı. 2001- 2003 yılları arasında hakim, daha sonra 2016 yılına kadar savcı olarak çalıştı. 2016 yılında meslekten ihraç edildi. Sınır Aşan Hukukçular Hareketi kurucu üyesi ve halen eşbaşkanı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin