Birey ya da çarkın dişlisi olma

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-20

Söylem-eylem uyumsuzluğu bağlamında anne babalar olarak yaptığımız hatalardan bir kaç tane misal verdim. “Çok basit misaller, ne var ki bunlarda?” diyenleriniz olmuştur sanırım. “Orijinal şeyler bekliyorduk.” diyenler de. Böyle diyenler, demese bile böyle düşünenler bence haklılar. Şaşırmayın, inanarak söylüyorum, gerçekten haklılar. Çünkü onların yetişmiş olduğu zeminde, düşünce ve davranış kodlarının oluştuğu ortamda bunlar o kadar küçük şeyler ki üzerinde durmaya bile değmez. Çok daha büyük tutarsızlıklar varken bunlar da neyin nesi?

Böyle düşünenler şunu unutmamalılar, çok farklı bir sosyo-kültürel ortamda yetişiyor bizim çocuklarımız. Bizim, bizim zamanımıza göre çok küçük dediğimiz şeyler onlar için o kadar büyük ki! Hayat nehri farklı yataklarda akıyor. Artık bunun farkına varalım. Burun kıvırıp ne var bunda türünden bir yaklaşımla meseleleri ele alma yerine empati yapmayı öğrenelim. Gerekirse bir psikiyatristten, bir psikologdan sırf bu yeteneği geliştirmek için profesyonel yardım alalım. Zira hayatın tabii akışı bunları önemsememizi emrediyor. Ayrıca şunu da unutmayalım, bizim küçük gördüğümüz o meseleler kendi çocuğumuzun hem dünya hem de ukbasını alakadar eden önemli bir rol oynuyor.

Şimdi bir misal daha verecek ve bu faslı kapatacağım. Yalnız vereceğim misal söylem eylem uyumsuzluğunun bir adım dışına çıkacak. Türkiye’de yetişmiş ve kızının ifadesine göre hizmet çarkının bir dişlisi olan anne-baba ile Amerika’da doğmuş büyümüş, lise birinci sınıf gelmiş ve yine kendi ifadesine göre birey olma mücadelesi veren kızımız arasında cereyan eden bir misal olacak. 5 sene önceki bir hadise olduğu için belki dünya siyasetini takip eden insanların ana hatları ile hatırlayacağı bir hadise söz konusu olan.

Donald Trump’ın ABD başkanı olarak göreve başlar başlamaz yaptığı ilk icraatlarından biri 7 tane Müslüman ülke yani  İran, Irak, Libya, Somali, Sudan, Suriye ve Yemen vatandaşlarının ABD’ye giriş yasağı hakkında kanun hükmünde bir kararname çıkartması oldu. Hiç kimsenin öngörmediği bir gelişmeydi bu. Öyle ki bu ülke vatandaşları kararnamenin yayınlandığı an itibariyle ABD uçağında olsalar pasaport kontrol noktasında ilk uçakla geldikleri yere gönderileceklerdi. ABD’de oturumu olan iş ya da tatil amaçlı yurt dışında bulunan kişiler de buna dahildi, ülkeye alınmayacaklardı.

Çok büyük bir infilalle karşılandı bu durum. Özellikle insan hakları dernekleri başta olmak üzere LGBT dernekleri de dahil olmak üzere örgütlü vakıflar/dernekler 7 büyük havaalanında protesto gösterileri düzenlediler. Gecenin ilerleyen saatlerinde insanlar yataklarından kalktı, bu havaalanlarına akın etti ve  kararın yanlışlığını, geri alınması gerektiği konusunda anayasal protesto haklarını kullandılar.

Hiç unutmuyorum, bir baba 8 ve 10 yaşlarında iki çocuğunu yataktan kaldırıp onlarla birlikte gelmiş havalimanına. TV muhabiri çekim yaparken bu manzarayı görünce babaya “Neden bu çocukları yatağından kaldırıp getirdiniz, yarın da okulları var bunların?” diye sordu. Baba cevaben: “Ben Hristiyanım, Müslüman değilim ama bu yapılan temel insan haklarına ve Amerika anayasasına aykırıdır. Bu tavır Amerikan demokrasininin altını oyar. Mutlaka tepki gösterilmeli. Ve ben çocuklarıma sahada bunun örneğini gösteriyorum, insan haklarına sahip çıkmaları gerektiği dersini veriyorum şu an.”

Şimdi, siz bu misali zihninizin perde arkasına yerleştirin ve yukarıda birer cümle ile anlatmaya çalıştığım baba-kızın evine misafir olun ve konuşmalarını dinleyin. Liseli kızımız sosyal medyadan bu haberi alır almaz detaylar için TV’nin karşısına geçiyor ve detayları, gösterileri, polislerin müdahalelerini, hepsini izliyor. Babasına diyor ki “Haydi baba, biz de gidelim, protestoya katılalım.” 

Bu baba kızın yaşadığı eve en yakın havaalanı New York JFK ve 25 mil uzaklıkta. Gecenin o saatinde 40 dakikalık bir yol. Baba mesafenin uzaklığı, arabasının olmayışı, iş yorgunluğu ve daha aklınıza gelebilecek mazeretlerin hiç birisinin arkasına sığınmıyor. Kaldı ki bunların hiçbirisi de o baba için söz konusu değil. Ev yakın, iki-üç tane arabaları var evlerinin önünde, kendi iş yeri var vs. Kısa bir müddet düşünüyor ve hayır diyor. Sebep, birilerine sorması lazımmış.

İşte tam da burası kırılma noktası oluyor. Kız o ana kadar hafızasında biriktirdiği babasının emireri statüsü içinde kendi bireyselliğini dışlayan ne kadar hatırası varsa ortaya döküyor ve onu kendi aklı ile hareket edemeyen pısırık bir insan olduğunu yüzüne haykırıyor. “Biz Müslümanız. Bu karar Müslümanlar aleyhine çıkıyor. Hıristiyanlar, ateistler, eşcinseller  gidiyor protesto yapıyor, bizim haklarımızı savunuyor ama biz Müslüman olarak burada oturuyor ve bir yerlerden emir gelmesini mi bekliyoruz?” diyerek kapıyı çarpıp çıkıyor. Gecenin o saatinde bulduğu ilk otobüse atlayarak JFK’e gidiyor.

Babanın buradaki tavrına kötü diyorsanız biliyorum “kötü emsal olmaz.” Yanlış diyorsanız, biliyorum yanlışa doğru denmez. Bir tane kötü ve yanlış misalden hareketle genelleme yapma diyorsanız, haklısınız. İnanıyorum ki o babanın doğru ve güzel nitelemesini hak kazanan daha nice nice özellikleri vardır. Vardır ki Müslüman kimliğine sahip çıkan ve böylesi duyarlı bir kız yetiştirmiş. Ama bazen ola ki bir yanlış bütün doğruları götürebiliyor. O yanlışa başka yanlışlar ilave edilirse farkında olsak da olmasak da bunların toplamı çocuğumuzu hem anne baba olarak bize hem inandığımız dine hem mensubu olduğumuz toplum kuruluşlarına hem de hayata bakış açımıza karşı mesafe koymasına neden olabiliyor. Hatta oluyor.

Bireysellik bu dünyanın bir gerçeği. Üstad Bediüzzaman’ın yıllar önce söylediği “İnsan esir olmak istemediği gibi ecir de olmak istemiyor.” sözünde anlattığı gerçeklik bu. Yani insan köle olmak istemediği gibi artık günümüzün sosyo-ekonomik ve kültürel gerçekliği içinde bir yerde ücretli olarak da çalışmak istemiyor, devlet memuru olmayı arzu etmiyor, kendi işinin sahibi ve patronu olmak istiyor. Ben böyle anlıyorum bu sözü. Dolayısıyla bu gerçeği kabullenelim, bu bir.

İkincisi, tasavvufi kavramlarla ifade edecek olursam kesret, vahdet ve ferdiyet. Birbiri ile irtibatlı üç kavram. Bunu insan ve/ya toplum hayatına indirgediğimizde insanlar kesret/çoğulcu bir yapı içinde yaşamak zorunda. Bu çoğulcu yapı gerektiği yerlerde vahdet/birlik teşkil etmek ve güçlerini birleştirerek ortaya bir şeyler koymak mecburiyetinde. Ama işte bu zorunluluğun ortaya koyduğu birliktelikte insanlar ferdiyetlerini yani bireysellikleri, şahsiyetlerini, kendiliklerini bir kenara atmak zorunda değil. Aksine kendisini kendi yapan özellikleri ile o çoğulculuğa/kesrete katılmalı ve birliğe/vahdete onlarla destek vermelidir.

Bambaşka bir konu başlığı aslında bu. Burada kalsın. Ben vermek istediğim mesajı verebildiğim kanaatindeyim bu misalle. Birey olma mücadelesi veren ve birey olan çocuklarımız anne babalarının bütün bireysel insiyatiflerini terk edercesine çarkın dişlisi olmalarını anlamıyor, kabullenemiyor, hazmedemiyor, onaylamıyor ve bu durum başka dünyalarda başka arayışların kapısını aralıyor. İlk fırsatını bulduklarında da o kapıdan içeri girmekte tereddüt etmiyorlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Kucuk bir nokta gibi olabilir ama icinde “paradigmik bir hasret barindiriyor”…
    Biri “duyurun sesinizi parlamenterlerinize” diyordu; -geregi gibi- duyuramadik…
    “Vicahi kulturden yazili kulture gecin” diyordu; gecemedik…
    Takilip kalmasak da bir yerlerde, daha da cok zaman kaybetmemek icin kosmamiz gerekli sanirim…

  2. Simdi ben surasini tam anlamadim. Söylem-eylem uyumu derken kastedilen anne-babanin söyledigi ve söyledigini eylemlerine yansitmasi degil miydi, is ne cabuk „LGBTlerin bile“ katildigi yürüyüslere baglanir oldu. Söyle mi oluyor yani: Babanin söyleminde yürüyüs nümayis yok, ama liseli kizi „LGBTlilerin bile“ katildigini görünce „hadi baba“ diyor „Ne duruyorsun?“ Hani atip tutuyordun, buyur gel“ demiyor haa, „Baba“ diyor, bak „LGBTliler bile“

    Bizler bi kere yürüyüsü, nümayisi, protestoyu söylemlerine naksetmis, hayati bunlarla gecmis insanlar degiliz, anne-babalar olarak. Bunu liseli bir kiz solcu babasina söylese hadi neyse. Biz daha böyle seylerle yeni yeni tanisiyoruz ve sinirlarimizi, kriterlerimizi de henüz cizmis degiliz.

    Bu isin türlü türlüsü var sonucta, kendini zincire baglayan mi ararsin, yumurta atan mi ararsin, afedersin circiplak soyunmak mi dersin… Sayin yazarimiz, liseli kizlarimiz üzerinden bizi gaza getirirken isin bu tarafini hic düsündünüz mü? LGBTliler acaba bizi nasil bi ortama götürecek, ordaki protesto seklini sahiplenecek misiniz?

    Bu isin en can alici noktasi da siddet icerme tehlikesidir. Bu bakimdan ben anne-babalara cocuklarini kesinlikle bu gibi yürüyüslere götürmemelerini tavsiye ediyorum. En azindan 18 yasindan önce. Polis memurlari sadece Türkiyede degil, Avrupa ve ABD´de de insanlari kontrol altina almayi bilmiyorlar.

    Daha gecen 4-5 Alman polisinin 15 yaslarindaki bi gence nasil muamele ettiklerini izledim, adamlar cocugu karakola götürmeye ikna edemiyorlar, ellerini de kelepceleyemiyorlar ve sonuc kurbanlik sigir gibi güc bela yere yatirip boynuna bastirmak ve takviye cagirmak.

    Hic kimse cocugunun aptal bir polisin dizinin altina nefessiz kalip can vermesini istemez, hic kimse aptal bir neonazinin veya asiri solcunun firlattigi sisenin isabet etmesi sonucu cocugunun yaralanmasini istemez.

    Bazilarinin böyle hosuna gidiyor, Zaman kapanirken de yapmislardi bu cahilligi, coluk-cocugu dolduralim, milletin insaf damarina dokunalim. O basörtülü, o güne kadar siddetin yani basindan gecmemis gencecik kadinlari kizlari Kuran okuyacaklar, Cevsen okuyacaklar diye sokaga cikardik da acaba noldu?

    Hizmet hareketi festival havasinda gecen nümayisler disinda hicbirine katilmamali, cocuklarini ise 18 yasina gelinceye kadar hicbir nümayise sokmamali. „Hayirdir baba niye gitmiyoruz“ diye soruldugunda da o ortamlarda olabilecekleri uygun bir dille anlatip „Orasi bize göre bir ortam degil kizim, bizim kriterlerimiz var, söylemlerimizle eylemlerimizin birbirine uymasi lazim. O kadar kriterden bahsedip sonra da böyle bir yere gidemeyiz“ demesi gerekir.

  3. Ahmet Bey, birçok yazınızda psikoloji ilminin öneminden bahsediyor ve ona atıflarda bulunuyorsunuz ama bir psikolog olarak söyleyebilirim ki yazılarınızda psikoloji ilmine aykırı ve insanlara psikolojik yönden zarar verebilecek tespitler bulunmakta. Örneğin bu yazınızda demişsiniz ki:

    ‘İnanıyorum ki o babanın doğru ve güzel nitelemesini hak kazanan daha nice nice özellikleri vardır. Vardır ki Müslüman kimliğine sahip çıkan ve böylesi duyarlı bir kız yetiştirmiş. Ama bazen ola ki bir yanlış bütün doğruları götürebiliyor. O yanlışa başka yanlışlar ilave edilirse farkında olsak da olmasak da bunların toplamı çocuğumuzu hem anne baba olarak bize hem inandığımız dine hem mensubu olduğumuz toplum kuruluşlarına hem de hayata bakış açımıza karşı mesafe koymasına neden olabiliyor. Hatta oluyor.’

    Çocuk gelişiminde böyle bir ‘bir yanlış bütün doğruları götürebiliyor’ tarzında siyah/beyaz ayrım veya kesin çizgi yok. Tabi istisnalar olabilir, çok ekstrem bir yanlış (artık hukuki manada suç kategorisinde olan) diğer doğruları götürebilir ama verdiğiniz örnekte veya günlük hayata dair birçok örnekte böyle bir şey yok. Bir çocuk, annesinin babasının doğrularını tek bir yanlış davranıştan ötürü silmez. Üstelik siz o babanın güzel özelliklerinin de olduğundan ve kızını duyarlı yetiştirdiğinden bahsetmişsiniz. Yani burada bahsedilen çocuk kısmen düzgün de yetiştirilmiş, öyle ilgisiz bırakılmış biri de değil. Hele ki böyle biri nasıl bir yanlışta tüm doğruları siler? Birçok risk faktörü ile koruyucu faktör ve bunların etkileşimi, çocuk ile ebeveyn ilişkisinin nasıl olacağında rol sahibidir.

    Daha da önemlisi bu tarz tespitleriniz okuyana zarar verebilir. Ebeveynler zaten bu modern dünyada ve kendilerine tamamen yabancı bir kültürde ve ülkede kendi ruh dünyalarını dahi zar zor koruyorlar. Çeşitli sıkıntılar atlatmışlar veya hala o süreçteler. Bir de siz böyle tespitlerle ebeveynlere ‘mükemelliyetçilik’ aşılıyorsunuz ve onların çocuk yetiştirmeyle ilgili kaygılarını arttırıyorsunuz. ‘Tek bir yanlışınız tüm doğruları çocuğunuzun nezdinde götürebilir’ demek sizin bu yazınızı ciddiye alan ebeveynlerin hareket alanını tamamen kısıtlar, çocuklar ile aralarındaki ilişkiyi yapaylaştırır. onları ‘acaba şurada hata mı yaptım burada hata mı yaptım, eyvah çocuğumla aram tamir edilemeyecek şekilde bozulacak’ tarzı evhamlı bir hale getirebilir. ve dediğim gibi, siz burada bir otorite konumundasınız, saygın konumdasınız, sizin bu tespitleriniz daha da ciddiye alınır ve etkileri daha da zararlı olabilir.

    Önceki yazılarınızdan birinde de yine eylem ve söylem birlikteliğinden bahsetmiştiniz ama burada da çok sert, yanlış ve mükemelliyetçi bir baba tarzında konuşmuştunuz. Oysa ki eylem ve söylemin tam bir birliktelik hali de günümüz modern dünyasında ve şu şartlar altında imkansıza yakın. Ha bunu hedefleyebiliriz, orası ayrı mevzu. Ama siz çocukları ebeveynlerin büyük küçük herhangi bir hatasında hemen dinden soğuyacak ve aileleriyle araları bozulacak şekilde gösterirseniz ebeveynlerin kaygılarına kaygı katarsınız ve aşırı kaygı insanı daha da felç eder, hareketsiz bırakır.

    Ben ebeveyn değilim ama ona rağmen yazılarınızı okurken suçlandığım hissine kapılıyorum, kaygım artıyor. yani bence yazılarınızda bazen suçlayıcı bir dil kullanabiliyorsunuz. Okuyuculara ebeveyn çocuk ilişkisiyle alakalı gerekirse psikologlardan destek alması gerektiğini söylemişsiniz ki buna kesinlikle katılıyorum. Ama bence siz de özellikle ebeveyn çocuk ilişkisi konusuyla ilgili yazarken yazılarınızı iyi bir psikoloğa gösterin ve bu konularda nasıl yazılır, bir psikologtan öğrenin ya da daha çok psikoloji makalesi okuyun. veya bu konuda daha fazla yazmayın çünkü farkında olmadan insanlara daha fazla zarar dokunduruyor olabilirsiniz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin