Bir rejim analizi ışığında vatan haini kim sorusu

YORUM | MEHMET EFE ÇAMAN 

MehmetEfeCaman@Tr724.com | @MehmetEfe_Caman

 

Anayasa, bir devletin tüm yasalarının üstündedir. Devletin rejimini, organları arasındaki işbölümünü, vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini, devlet organlarının nasıl karar alacağını, yasama-yürütme-yargı erkleri arasındaki ilişkileri, kısacası devletin nasıl çalışacağını belirler anayasa. Bir anlamda devletin ‘kullanma kılavuzu’ gibidir. Devletin yazılı halidir desek, yanlış olmaz.

Anayasa metni devlet için varlığıyla eşdeğer önemdedir. Devletin var olduğunun göstergesi anayasasıdır. Anayasasının ortaya koyduğu sistem, devletin anayasal düzenidir. En öz ifadesiyle, devlette neyin yapılıp neyin yapılamayacağının belirlendiği hukuksal zemindir anayasa. Devletin tüm yasaları, ekonomiden bürokrasiye, vatandaşların haklarından toplumlarına ve devlete karşı sorumluluklarına, hükümetin yönetim yetkisinin sınırlarından eğitim sisteminin detaylarına kadar aklınıza gelen her şeyin temelinde anayasa metni vardır.

Anaysa, devleti gayrı-kanuni, organize suç şebekelerinden ayıran temel farktır. Devletin gerektiğinde zor kullanmasını bile kurallara bağlayan anayasa ve onun üzerine inşa edilen yasalar, devleti bağlar. Aslında soyut bir ifade bu, devleti bağlar ifadesi. Bunun püf noktasını daha da açalım: Anayasa ve yasalar, devleti yönetenleri bağlar. Buna göre, bir mahkeme anayasa ve yasalara dayanmayan bir karar alamaz, bir polis anayasa ve yasalara aykırı bir eylemde bulunamaz, bir kamu görevlisi anayasa ve yasalara aykırı bir tasarrufta bulunamaz. Bir hükümet anayasa ve yasalara uygun olmayan bir ‘yatay hiyerarşi’ altında kendisine anayasa tarafından verilen yetkileri, anayasaya göre yetkisiz ve sorumsuz olan bir cumhurbaşkanına veremez. Bir cumhurbaşkanı anayasa ve yasalara uygun olmayan yetkiler kullanamaz. Anayasa hukuku bunu tartışmasız bir biçimde belirlerken, gelin biraz daha detayına girelim.

1982 ANAYASASI RAFA KALKMIŞ DEĞİL Mİ?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin – artık sadece kâğıt üzerinde kalan – son anayasası olan 1982 Anayasası’nın 6. maddesinin 2. fıkrası, devletin tüm kuvvetleri için, yani yasama-yürütme-yargı erkleri için, anayasanın mutlak belirleyiciliğini ve üstünlüğünü bağlayıcı olarak ifade etmektedir. Bahsettiğim anayasa maddesi aynen şöyle diyor: “Hiç kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz”. Buna göre, en üst seviyeden bağlayıcı bir şekilde, devlet mekanizması, anayasaya uygun şekilde işlem yapmak zorundadır. Başka bir değişle, ister TBMM, ister her türden mahkemeler, isterse de hükümet veya cumhurbaşkanı, istisnasız olarak bütün tasarruflarını anayasa metnine uygun olarak yapmak durumundadırlar. Eğer herhangi bir devlet organı, anayasaya dayanmayan bir tasarrufta bulunacak olursa, bu bir anayasa suçudur, kanunsuzdur. Ve çok daha önemlisi, bir işlev gaspıdır. Devletin anayasal düzeninin fiilen ortadan kaldırılmasıdır. İşlev gaspı 1982 anayasası ile mutlak surette yasaklanmıştır. Zaten aksi düşünülemezdi. Anayasalar devletin aynı zamanda kurucu metnidir. Hiçbir kurucu metin, devleti eşzamanlı olarak yok edebilecek bir duruma izin veremez. Anayasaya aykırı işlem yapan bir devlet, devlet olma vasfını yitirir. Yani işlev gaspı da, anayasaya aykırı tasarruflarda bulunma eylemi de devletin – anayasanın öngördüğü mevcut şekliyle – ortadan kaldırılmasına teşebbüs etmektir. Bu nedenle vatana ihanettir. Yine, bu sıraladığım anayasa suçunun yapılmış olan hukuksuz işlemlere yönelik olarak mutlak bir belirleyiciliği vardır. Bu bağlamda, yetki gaspı sonucunda veya bununla bağlantılı bir silsilede yapılan tüm tasarruflar ve kararlar hukuken yok hükmündedir. Hiç gerçekleşmemiş olarak kabul edilir.

Bugün 1982 anayasası rafa kaldırılmış durumda değil mi? Bu soruya, hayır efendim, anayasa ve anayasanın öngördüğü sistem bal gibi de geçerli diye yanıt verebilecek tek bir hukuk veya siyaset bilimi profesörü var mı? Ciddi olmak lazım, tabii eğer kendimize hala saygımız varsa! Bugün anayasal düzen yetki ve işlev gaspıyla sona erdirilmiş durumdadır. Bu durum 17/25 Aralık soruşturmalarına müdahil olunarak başlatıldı. İşleyen bir yargı sürecine yürütme erki müdahil oldu. Şaibeli işlere ve hukuksuzluğa bulaşmış bir siyasetçi ve bürokrat zümre, olağan akışındaki soruşturma ve yargı sürecini baltalayarak kendilerini bekleyen hukuki yaptırımlardan kendilerini kurtarmak için anayasa suçu işlediler. Akabinde domino taşları birbirinin peşi sıra devrilmeye başladı. Yürütmenin yargıyı kendisine bağlamayı başarmasıyla yeni bir evreye giren yetki gaspı, 15 Temmuz sonrasında bir üst evreye geçerek, tek adam ve onun üzerinde temerküz eden bir mutlak güç inşa etti.

DE FACTO REJİM ÇOKTANDIR İŞ BAŞINDA

17/25 Aralık soruşturmalarının engellenmesiyle başlayan devletin ortadan kaldırılması süreci, 15 Temmuz 2016 tarihinin akabinde tamamlanarak, mevcut 1982 anayasasından tümüyle farklı, onunla korkunç boyutlarda çelişen yeni bir de facto rejim kurdu. Öyle ya da böyle dillendirilmeye başlanan ‘yeni devlet’ budur. Bu yeni devlet, siyaset bilimsel ve hukuksal bir gerçekliktir. Ortada bir eski rejim vardır artık. Bir de yeni rejim. 1982 anayasası eski rejimdir. Bu anayasayı tanımayan bir güç, onu ortadan kaldırdı. Yerine gelen sistem bir fiili rejimdir. Çünkü anayasası yok. Yapılan anayasa değişikliği referandumunun henüz yürürlükte olmadığını hatırlatayım. Yürürlüğe girdikten sonra da bu yazının konusu değişmeyecek ama. Çünkü fiilen mevcut olan keyfi tek adam sistemi anayasanın kendi içerisindeki tutarlılığını sona erdirmiştir. Ayrıca önceden anayasayı rafa kaldırmak (yani anayasal düzene son vermek) suretiyle işlenen vatana ihanet suçunu, sonradan o işlevsiz bırakılan metnin fiili duruma uydurulmasını sağlayacak değişiklik yapmak ortadan kaldırmaz. Suç işlendi mi? İşlendi. Sonradan yapılan değişiklik, suçun işlendiği andaki koşullara geriye yürütülerek etki edemez. Kaldı ki, failler de bunu biliyor. Güvendikleri şey, yeni, rejimde sahip olacakları güç. Nasıl ki halihazırda kaynağını anayasadan almayan kontrolsüz ve sınırsız bir fiili gücü kullanarak her türlü muhalefeti gayrimeşru ve hukuk dışı ilan ederek ortadan kaldırıyorlarsa, anayasa değişiklikleri yürürlüğe girdikten sonra da aynı şekilde hukuk önünde hesap vermek durumunda kalmayacaklar. Bunu planlıyorlar. Elbette bu düşünce biçimleri de bu yazının konusu olan rejim değişikliğinin en bariz göstergelerinden biri.

Bu ortamda ‘oyunun kurallara göre işlediğini’ varsaymak en hafif ifadesiyle saflıktır. Bu şartlarda ne adalet tecelli eder, ne adil bir seçim ya da referandum yapılabilir. Eski sistemin öngördüğü tüm prosedürler (seçimler de dâhil) artık sadece bir müsamereden ibarettir. Muhalefet bunu görmeli artık. Anayasal sistemi ortadan kaldıran bir güç var bugün ve bu güç Türkiye’yi yönetiyor. Anayasayı ve anayasal düzeni ortadan kaldırmak, en ağır suçlardan biridir. Hâlihazırda bu suçun hukuki yaptırımını dayatabilecek bir hukukun ortadan kaldırılmış olması, işlenen affedilmez suçu ortadan kaldırmaz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin