‘Bir kırlangıçla bahar gelmez’

YORUM | ENGİN TENEKECİ

Alexis Bertrand, Ahlak Felsefesi isimli kitabında ‘erdem alışkanlığı’ gibi dikkate şayan bir tespitte bulunur. İlerleyen satırlarda bu meseleyi biraz daha açarak Aristoteles’ten “Bir kırlangıç ile bahar olmaz,” sözünü aktarır. Bertrand, Aristo’nun bu ifadelerinin, “bir erdemli davranışın bütün bir erdemden ibaret olmadığı” manasına geldiğini söyler. (Alexis Bertrand, ‘Felsefe-i Ahlakiye’, İstanbul: Çizgi Yayın Evi, 2020, s.,277.)

Fazilet mefhumu ile ifade edilen erdem bizde geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Mârifet, ilim, mütevazilik, ifran, arif, alim, güzel ahlak gibi İslam’ın olmazsa olmazı sayılan bu güzel hasletler hep bu kavramın kapsayıcılığı ile belirtilir. Hatta “faziletlû” sıfatı, Osmanlı döneminde ilmiye sınıfından mesela Haremeyn payesini taşıyanlara verilern bir unvandı.  

Mârifet, irfan, ilim gibi duygular, fazilete ulaşma adına merkezi rol hükmündedirler. Eskiler, “İlimsiz mârifet olmaz” derler. İlim, marifete önemli bir basamak sayılmıştır. Sufi kimliğinin yanında, kelâm ve tefsir gibi ilimlerde de söz sahibi olan Sehl et-Tüsterî, bu tespite bir manada açılım kabilinden şunları dile getirir: “İlmin varlığı mârifetle, aklın varlığı da ilimledir. Mârifetise kendi başına var olur.” Ancak hem ilim hem de mârifet yüksek bir payedir. Pir Sultan Aptal ise, “Bilmeğe irfandan rehber isterler,” sözü ile de, mârifet ve irfan arasındaki sıkı bağa dikkat çeker. 

ENFÜSİ AYET: VİCDAN

Mârifetullah da dediğimiz mârifet, hususen dini itikadımızın — tabirde hata olmasın — bel kemiği olarak görülmüştür. Fethullah Gülen Hocaefendi “Mârifet” isimli vaazında, mârifetin Allah’a imandan önce geldiğini söyler. Zira bilindiği üzere, kişi bildiğini sever, tanıdığına iman eder. Mârifet, yine Hocaefendi’nin tanımı çerçevesinde, ilmin özüdür; onda tefekkür, sezi ve iç müşahade vardır. Bu dairede ilme dair her şey vicdani bir bilme kıvamına gelmiştir. Burada her şey aslına, yani Allah’ın ilahi fiil, isim ve sıfatlarına irca edilir. Bir çiçekte mesela Allah’ın, “benzersiz suret veren” anlamına gelen Musavvir ismi ile; “varlığı en güzel şekilde yaratan” manasındaki Cemil ismi müşahede edilir. Mârifet ve ilim kavramlarının açılımı hakkında geniş bilgi, Hocaefendi’nin Kalbin Zümrüt Tepeleri eserlerinden edinilebilir. 

İnananların ayakları yere sağlam basan bir mârifete erebilmeleri için, mârifete ulaştıran külli yolları da özümsemeleri gerekmektedir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu yolların dört olduğunu söyler: Kainat, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve Kur’ân’ı Kerim bunların ilk üçüdür. Vicdan da bunları tasdik eden dördüncü subjektif bir manevi latifedir. Kainat ve içerisindeki her şey Hz. Malik’i gösteren bir ayettir. Kur’an ayetleri de, bu ayetlere açıklık getiren vahyidir. Nebiler Serveri Efendimiz (sav) ise, her iki kitabında kamil manada canlı bir temsilcisidir. Aslında hem Furkan’ı Kerim hem de Habib-i Ekrem (sav), kainatta cari İlahi kanunları, onun bağrındaki fenni, kevni ilimleri, dinin  en muğlak meselelerini dahi mükemmel şerh ve izah eden ilahi iki kutsi kaynaktır. Vicdan ise bu üç külli delile — bozulmamışsa — şahitlik yapan duygular planında enfüsi bir delil ve ayettir. 

Üstad Said Nursi, diğer latifelerin ilahi hikmetçe veriliş gayelerinden bahsettiği yerde bu duygununkinden de bahseder. O, zihnin asli fonksiyonunun mârifetullah olduğunu nazara verir. Bir yerde şöyle buyurur: “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.” Bu ifadeler çerçevesinde zihnin öncelikli ve asli gaye-i hayalinin, mârifetullah olarak anlayabiliriz. 

Bununla birlikte, mârifette derinleşme, iman ve amelde de kökleşme manasına gelir. Böylelikle mârifeti hazmetmiş inanan biri, imanın 6 rüknü, İslam’ın 5 şartını şuurlu bir şekilde hayata geçirecektir. Ayrıca mârifet, şevk, iştiyak ve aşk gibi latifeleri besleyen manevi bir dinamiktir ki, bunlar da Hakk ve hakikate hizmet adına koşturma adına adeta birer yakıt niteliğindedir. Mârifetle bezenmiş bir arifin gönlü, Yunus Emre’nin dediği gibi “her dem yeniden doğacak”tır. 

Yukarıda Platon’un da dediği gibi, “Bir kırlangıçla bahar gelmeyeceği” gibi, bir güzel huy ve ahlakla da İslami irfan, fazilet, mârifet, güzel ahlaka ulaşmak zordur. Hele hele sadece birkaç fazilet ve marifet ehli ile baharı getirmek sebepler dairesinde imkansızdır. O yüzden zeminin her tarafında gül rahiyaları yayan, mârifeti alışkanlık ve fıtratı haline getirmiş mârifet ehline ihtiyaç vardır.

1 Yorum

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin