Bir Kıraç sendromu: Okumadan eleştirmek

HABER-YORUM | ENGİN TENEKECİ

Geçtiğimiz günlerde ünlü ses sanatçısı Kıraç, Posta gazetesinden Oya Çınar’a konuştu. Sanatçı röportajında Nobel Edebiyat Ödüllü ünlü yazar Orhan Pamuk’u hedef aldı. Çınar, Kıraç’a, “Siz Orhan Pamuk’un romanlarını okudunuz mu?” şeklinde mühim bir soru yöneltti. Kıraç ise bu soruya şöyle cevap verdi: “Şöyle bir baktım ve hiçbir işe yaramadığını hemen anladım.”

Bu sefer Oya Çınar, Kıraç’ı, “Okumadığınız romanlar hakkında konuşuyorsunuz…” şeklinde eleştirdi. Kıraç, Pamuk’a yönelik eleştirilerinde bununla da kalmadı ve sözlerini şu kerteye kadar getirdi: “Yazdıkları zırva, Türkçeyi yanlış kullanıyor.” Kıraç, “Ne yaşamış? Ne biliyor Orhan Pamuk? Bu tip isimlere kıymet verenler de kendilerini bu ülkeye ait hissetmeyen, kendi ülkesine, insanına gökdelenlerin tepesinden bakan, hiçbir şey bilmeyen, neo liberal, ukala, tuhaf bir kesim.” dedi.

Bir şarkıcı, ünlü bir yazarı eleştirme hakkına sahip midir? Elbette ki bu sorunun cevabı ‘evet’tir. Ancak Kıraç’ın Pamuk’a yaptığı şekilde değil. Zira Kıraç, kendisinin de ifadesiyle ünlü yazarı eserlerine bakarak eleştiriyor; okuyarak değil. Bu belki de okuma kültürü eksikliğimizden kaynaklanan bir maraz!

Bir yazarın eserleri derinlemesine okunmadan eleştirilmesi, ona yapılan bir insafsızlıktır. Bunu bir de ünlü bir ses sanatçısı yapıyorsa, durum daha vahim demektir. Çünkü bir sanatçı kitlelere hitap eder, etkiler. Bir gün bir Kıraç hayranı çıkıp, “Nurettin Topçu’nun eserlerini okumadım, sadece şöyle bir göz attım. Anladım ki Topçu’nun yazdıkları zırva.” derse hiç şaşırmayın.

“Zırva, ne biliyor Orhan Pamuk” şeklindeki ithamlar bir sanatçının ağızına yakışmayan şeylerdir. Merhum Cemil Meriç, “Sosyoloji Notları ve Konferanslar” isimli eserinde,  “Tenkidin hem sanat, hem ilim tarafı vardır.” der. Ancak Kıraç gibi bir sanatçının, Pamuk’a yönelik eleştirisinde ne sanat var ne de ilim. İlim yok; zira Kıraç, okumadan, araştırmadan tenkit yapıyor.

Bununla birlikte aslında Kıraç’ın bu hiç bir ilmi temeli olmayan tartışmasının altında derin bir sosyal kutuplaşma realitesi de yatıyor. Bu nedenle Türkiye öteden beri kutuplaşmaların merkezi olmuştur: Batılı- anti-Batılı, sağcı-solcu, sunni-alevi, Kürt-Türk, laik- anti-laik, medeni-gerici vs.

Bir de meselenin farklı bir veçhesi var ki o daha vahim bir durum: Tarafgirlik. Bu da bir diğer toplumsal rahatsızlıktır. Yani herhangi bir ideolojiye, partiye, inanca, felsefi görüşe… ifrat derecesinde muhabbet beslemek. Bediüzzaman’ın da ifade buyurduğu gibi bu aşırı sevgi bir gün gelir sevdiğinin hatalarına set çeker, gizler. Bugünkü AKP-MHP’li Türkiye seçmeni tam da bu gerçeği resmediyor. Örneğin, “Bizim rahmetimiz gazabımızı aşacak” türünden şirkvari siyasi retoriklere din camiasının kulak ve göz kapaması, çucuklarla hapislere atılan annelere hukukçu, akademisyenlerin ses çıkarmaması gibi.

Bu sosyolojik hastalığın şifası; her kesimde şuurlu, araştırma ve ilim aşkıyla dolu, insaf, hak, adalet, demokrasiyi ilke edinmiş, başka inançlara saygılı, hesap verme mülahazasıyla oturup kalkan, evrensel hukuku özümsemiş nesiller yetiştirmektir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin