Bir kilo demir bir kilo pamuktan ağır!

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Çocukken çok karşılaştığımız sorulardan biriydi: “Bir kilo demir mi ağırdır, bir kilo pamuk mu?” Çoğumuz yoğunluğu daha fazla olduğu için “demir” diye cevap verirdik. Büyükler ikisinin aynı olduğunu söyler ve bizi tongaya düşürmekten haz alırlardı.

Oysa ben geçen hafta, 50 yıl sonra bir kilo demirin bir kilo pamuktan ağır olduğunu, hem de bilimsel bir kitaptan öğrendim. Psikolojiye göre bazen aynı ağırlıktaki şeyler eşit hissedilmiyor. Zamana, şartlara, yaşadığınız psikolojiye, çevrenize, dostlarınıza bağlı olarak benzer sanılan iki halin size etkisi değişebiliyor.

Okuduğum psikoloji kitabında farklı hacimlerde ama aynı ağırlıkta iki cismin ağırlığının nasıl hissedildiği üzerine bir soru ve açıklamalar vardı. Fred ve Georgia markete gittiklerinde Georgia iki ayrı marka fasulye konservesi görüyor. Birisi diğerinin iki katı hacimde ama ağırlıkları aynı. Georgia etiketi çıkarıyor ve Fred’i bir teste tabi tutuyor: “bu iki fasulyeden hangisi ağır?” diye soruyor. Fred farklı hacimlerde ama aynı ağırlıkta iki fasulye kutusunu ayrı ayrı eline alıyor ve hacimce küçük olanı daha ağır hissettiğini söylüyor (Colman: 21-22). Bu konuda yapılan deneylerde eşit ağırlıkta ama farklı ebatlarda cisimlerden “Hangisi daha ağır?” diye sorulduğunda deneklerin yüzde 98’i küçük hacimde olanın daha ağır olduğunu söylüyor.

Buna psikolojide Size-Weight Illusion (boyut-ağırlık yanılgısı) veya Charpentier İllüzyonu deniyor. Alman psikologlar Müller ve Schumann’ın 1889’da keşfettiği bu tespitin açıklaması kolay değildi. Bazı araştırmacılar bunun önceki ağırlıktan sonra gösterilen eforla ilgili olduğunu düşündü. Fransız psikolog Charpentier bunu birim alana uygulanan basınçla-baskıyla açıkladı. Zira hacimce küçük ama yoğun olan cisim birim alana daha fazla baskı uyguluyordu. Charpentier bu nedenle insanlar küçük cismin daha ağır olduğu kanısına varıyor diyor. İngiliz psikolog Robert Thouless de aynı ağırlıkta ama farklı hacimdeki iki cisimden küçük olanın daha ağır hissedileceğini zira daha yoğun olduğunu ifade ediyor. ABD’li psikolog Norman Anderson ise küçük olanın ağır hissedilmesini Expectancy Theory (beklenti teorisi) ile açıklamış. İnsanın küçük olanın daha hafif olacağı beklentisine girdiğini, ama beklediği gibi olmayınca daha ağır olduğu hissine kapıldığını söylüyor. Bunun yanlış beklentiden kaynaklandığını söylüyor (Colman, 50-52).

Teoride farklı yaklaşımlar olsa da şurası gerçek ki bir acıyı, kısa sürede ve yoğun yaşayan insanlar etkisini daha ağır hissediyorlar. Aynı acıyı zamana yaygın ve daha hafif dozajlarda yaşarsanız baş etmek daha kolay oluyor. Elbette kişilerin psikolojisine, direncine, çevresel faktörlere bağlı olarak acıya ve travmaya katlanma süreleri, şekilleri değişebilir. Ama genelde insanlar şok halinde ve ani gelen travmalarda bocalıyor, şaşırıyor. İntiharların çoğu bu tür anlık acılara tahammül edememekten kaynaklanıyor. Veya zaten süregelen ve taşma noktasındaki bir acıya yeni bir acının eklenmesi, tükenmişlik, çaresizlik hissine neden oluyor. Belki de Bediüzzaman’ın dediği gibi sabır kuvvetimizi dengeli dağıtamadığımız, iyi kullanamadığımız için acze düşüyor, mücadele yeteneğimizi yitiriyoruz.

Hizmet insanları 10 yıldır çok yoğun ve ağır acılar yaşıyor, türlü sıkıntılara maruz kalıyor. Beklenmedik zamanda, beklenmedik olumsuz haberlere muhatap oldular. Hapislere düşmekle, malına mülküne çökülmekle, yakınlarını yitirmekle, aile problemleriyle yüzleştiler. Bu teorileri hayata aktardığımda, acıyı, travmayı paylaşarak ve zamana yayarak yaşarsak daha kolay baş edebiliriz çıkarımına ulaştım. Dayanışarak, destek alarak taşınmaz gibi görülen problemlerin üstesinden gelebiliriz. Chaplain mesleğinde sıkıntı, travma anında muhatabın yanında olmak ve ona desteğini hissettirmek en önemli konu olarak sürekli vurgulanır. Nasihat etmeye, empati yapmaya, süslü laflar etmeye gerek görülmez. Acı, travma anında sadece yanında ol (be present) denir.

Psikolog değilim ama katıldığım chaplaincy programları nedeniyle bu sıralar psikoloji ile ilgileniyorum. Okuduğum kitapta yukarıda özetlemeye çalıştığım bölümleri görünce bunu bir yazıya dönüştürmenin yararlı olacağı kanaatine vardım ve dünyanın farklı coğrafyalarında hizmet veren chaplain’lerden (ruhani bakım uzmanları) oluşan bir grupta düşüncemi paylaştım. Sağolsun arkadaşlar bilgilerini ve tecrübelerini paylaştılar ve yazının zenginleşmesine katkıda bulundular. Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Psikoloji son 100-150 yılda ciddi bir birikim oluşturdu. Bir pozitif bilim dalı olan bu alanın birikiminden yararlanmak lazım. Psikoloğa gitmek maalesef bizim toplumda garipseniyor. Diğer sağlık problemlerine göre daha utanılası bir hal olarak görülüyor. Uzun süre Arjantin’de yaşamış Chaplain B, “Arjantin’de herkesin bir psikoloğu vardır. İnsanlar gocunmadan, çekinmeden psikoloğa giderler. Her ailenin psikoloğu vardır” dedi. Bir başka chaplain arkadaşım, “Fiziksel ağrılarda ağrı bir noktada ise daha yoğun, bölgesel veya daha geniş alana yayılmış ise daha hafif hissediliyor” diyerek acıyı, ağrıyı yayarak baş etmenin mümkün olacağını ifade etti. Bir başka chaplain, “Aile bağları güçlü cemiyetlerde, mesela köylerde travmalar daha çabuk atlatılabiliyor. Zira köylerde aile ve toplum dayanışması daha yüksek. Ziyaretlerle, verilen destekle mağdurların travmayı kolay atlatması sağlanıyor” dedi. Bir başka chaplain, “Acısı küçük bile olsa yoğun hissetmenin bir sebebi de yalnızlık duygusudur. Kişinin kimseye açılmamasıdır, güvenememesidir. Yalnızlık ve güvensizlik duygusu küçük sıkıntının yoğun hissedilmesine ve ağırlaşmasına sebeptir,” dedi. Almanya’da chaplain olarak görev yapan S. Bey’in katkıları ise hem tansiyonu yükseltti, hem de tartışmanın verimini artırdı.   

Psikoloji alanında doktorası olan ve Kanada’da bir üniversitede dersler veren chaplain ve psikolog S Hanım, hepimize psikolojinin önemini tekrar hatırlatan önemli vurgular yaptı: ”Küçük gibi görünen olay/durum/travmalar ağır olabilir ve derin yaşanabilir. Derin yaralar açabilir. Umulmadık ağırlıklar insanları hazırlıksız yakalayabilir. Kapasitesinin üstünde olduğu için değil, ummadığı bir yerden, ummadığı bir zamanda geldiği için şiddetli sarsılma yaşanabilir. ‘Size-weight’ teorisiyle bağlantılı olarak, dışarıdan güçlü görünürken dayanma kapasitesi zayıf kalabilir veya teçhizatlanmamış olabilir. Yani dış kapasite ve iç kapasite doğru orantılı olmayabilir ve negatif anlamda ‘size-weight illusion’ gerçekleşir. Bu algı yaşla gelişir, insanlar yaşlandıkça bu algıları dengelenir. Gençlerde ya da olgunlaşmasını sağlıklı tamamlamamış kişilerde başa gelen olayı kavrayamama, dengeyi bulamama, sabırsızlık, huzursuzluk, acelecilik size-weight illusion algısı kaynaklı olabilir. Travma çok komplikedir. Bazen sadece manevi bakımla, dua okumakla baş etmek mümkün olmayabilir. Elbette duanın maneviyatın, çevre desteğinin katkısı olur, ancak ağır travmaları insanların kendi başına aşması zordur, mutlaka profesyonel destek gerekir. Aslında ‘travma atlatmak’ diye bir şey yoktur. Yaşanmış bir şeyin ‘undo’ (yaşanmamış) yapılması mümkün değildir. Klinik vakalara popülist yaklaşımlarla çözüm aramak doğru olmaz. Ağır travma yaşayanlara uzmanlardan terapi almasını tavsiye etmeliyiz. Bu süreçte nice inançlı insan/aile ciddi savrulmalar yaşadı. İtikadını kaybetti. Pek çoğu profesyonel yardım almaksızın hayatlarının en zor dönemlerini geçiriyorlar. Psikolojik destek almak maddi yatırım gerektirdiği için lüks olarak görülmemeli. Bazı arkadaşlar ‘delirmedik çok şükür’ deyip yaşananları hafife alıyor. En yaygın yanlışlardan ve ihmallerden birisi ‘İnançlı insan stres olmaz! Maneviyatı güçlü olanın psikolojisi bozulmaz!’ yaklaşımı. Klinik vakalar ihmal ediliyor ve zaman içinde kronikleşiyor. Kısa süreli destekle çözülebilecek konular kör düğüm haline getiriliyor. Sadece Yasin-Fetih dağıtılarak çözülmeye çalışılıyor. Bunların faydası elbette manen vardır. İnsanın manevi mukavemetini artırır, ancak problemi çözmeye yetmez.”

İnsanın kafasına bir kilo pamuk atsanız öldürmez, hatta yaralamaz bile. Ama bir kilo demir atarsanız öldürebilir, veya ağır şekilde yaralar. Bir de maruz kaldığınız o demir gürz gibi sivri çıkıntılara sahipse, bedeninizi ve ruhunuzu ciddi tahrip edebilir. Bizler, uzun yıllar içinde karşılaşılabilecek ağır acıları çok kısa sürede ve yoğun şekilde yaşadık. Normal zamanlarda ve normal yoğunlukta karşılaşsak pamuk etkisi yapacak acılar başımıza atılan dikenli gürz etkisi yaptı ve bizleri çok sarstı, yaraladı. Acılarımız hala devam ediyor. Bu acıları çivili demir yığını olmaktan çıkarıp, baş edilebilecek pamuk yumağı olarak karşılamanın yolu acıyı, travmayı zamana yaymak, dostlarla paylaşmaktır. Bunun yollarını aramalı ve geliştirmeliyiz. Eğer bu süreçte ciddi yaralar aldıysak, ruh ve beden sağlığımızı korumak için uzman yardımı almayı ihmal etmemeliyiz.    

*

Kaynak: Andrew M. Colman, “What is Psychology?”, Routledge, London and New York, Third Edition 1999

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. “Her şeyde vasat, irtibatta ifrat” ilkesi ile de ilişkilendirilebilir mi bu yazdıklarınız?
    Hem de “mübalağa zımni yalandır” diyen birinin “irtibatta ifratı” önermesini önemsiyorum.

  2. Bana kalirsa bizim en büyük sorunumuz insanlarin genel olarak travmatik vaka olduklarina inandirilmalaridir. Insanimiz resmen bu psikoza sokuluyor. Elbette insanlar birbirinden farkli zulümlere maruz kaldilar. Iskence görmüsü var, hamile haliyle gaybubete, hicrete cikan var, sonra bunun colugu-cocugu var. Agir depresyona giren, anlamsizlik duygusuna dücar olan, kabuslar gören, normal gelisimi bozulan insanlar muhakkak psikolojik destek almali elbette.
    Fakat bu topyekun depresyondayiz modu hayra alamet bir mod degil. Insani iyilestiren en iyi seylerden biri de bi ise yaradigini görmesi, elinden iyilik gelmesidir. Insan iyilik yaparak iyi olur. Ancak bu moddaki bir insan hicret düsüncesini zihninde ve kalbinde canli tutabilir. Bi seylerle mesgul olmayan insan depresyonda olmasa bile girer, hele magduriyet edebiyatinin kol gezdigi bir ortamda seve seve girer.

    Insanlari iyi isler yapmaya kanalize etmek gerekiyor, yeni is alanlari, kültürel faaliyetler, egitim faaliyetleri, öyle dostlar alisveriste görsün diye degil, adamakilli bir sekilde yapilmali. Özellikle cocuklar yad ellerde birden bire caresiz moduna gecen annebabalar ile büyümemeli. Eskiden birlikte Hizmet eden insanlar, simdilerde birbirlerinin dert ortagi olmuslar. Birbirimizi doldurusa getireceksek bu şevk odaklı olmalı.

    Bundan kastım, şu Alman politikacı bizi şöyle sevdi, şu baro başkanı bize şöyle kol kanat gerdi gibi yarısı doğru yarısı yalan mistik sohbetler değil. Balığın karnındayız bunu bilelim ama orda ölmek zorunda değiliz, o kıssa öyle bitmiyor, bunu da bilelim.

  3. Yazara bu güzel yazısı için çok teşekkür ediyorum. Ben hizmet insanlarının farklı derecelerde olsa da hepsinin şu anda bir travma yaşadığı kanaatindeyim. Bir zamanlar kendini “seçilmiş” olarak gören “örnekleri kendiden bir hareket” olan cemaatin şu anda yaşadıkları gerçek anlamda büyük bir travmadır.
    Öncelikle bunu kabul edelim ve buna göre çözümler üretelim. “Eski tas, eski hamam” olmadığını kabullenelim. Sosyal medyada bir zamanların “efendi çocuklarının” şu anda küfrün bilmem kaç çeşidini çok rahat kullanmaları bile psikolojimizin ne kadar bozuk olduğunun göstergesidir.
    Ancak bundan da “istismar vasıtaları” üretmeyelim. Ve NJ’deki dr gibi veya Europa’da çok yaygın olan “Geçmişi silme” istismarcılarına fırsat vermeyelim.
    Yazarın da belirttiği gibi tedaviye ihtiyacımız varsa lütfen bunu psikoloji ve psikayatri yardımıyla yapalım. Ne üfürükçüye ne cinciye ne de bilimsel görünümlü sunulan ama bir dolandırıcılıktan ibaret olan tedavi yöntemlerine fırsat vermeyelim ve buna yeltenenleri de ikaz edelim.
    Sonuçta hepimizin aklı var ama yaşadıklarımız bizi realist düşünmekten engelleyebiliyor. Bazen istismarcı “cinci hocalara” bile paralar kaptırılıyor.
    Benim bu kısa gözlemlerimi keşke Sayın Akpınar, USA ve Europa’dan tanıdıklarına sorsa ve yazının devamı bu olsa. Asıl kardeşlerimize iyiliğin bu olacağı aşikar. Zaten biraz araştırsa o şarlatan ve istismarcıları öğrenecektir.
    Teşekkürler Sayın Akpınar.

  4. Her bakış açısı kendine göre bir doğruluk payı içerebilir. Onun için şu kişi mutlak anlamda doğrudur, öbürü yanlıştır demek istemem. Benim gördüğüm şu:
    Yazarın bu sitenin okurlarına mağdurluk edebiyatı yaptığını ve insanları travmatik bir vaka olduklarına inandırdığını ben şahsen göremiyorum.
    Hizmette önceleri müthiş bir özgüven vardı. İçerde estirilen hava da o yöndeydi. Her şey yolunda gidiyordu, en azından öyle gösteriliyordu.
    İşte bu insanlar önce dershaneler tartışması ile daha önce destekledikleri iktidar ile ayrışmaya başladı, 17-25 Aralık´ta ayrışma iyice netleşti.
    Ama bunlar daha sonra olacaklara göre daha bir hiçti.Sonra 15 Temmuz 2016 geldi. Ve bu insanlar bir gecede terörist oldu.
    Başkaları belki merdivenden düştü, ama bu insanlar apartmanın sekizinci dokuzuncu katından düştü. Özgürlüğünü kaybettiler, işlerini kaybettiler, birçoğu yurtlarını kaybetti.
    Ve bu süreç bir türlü bitmek bilmedi.
    Ve belki burada bu insanlar için en acı olanı da, en ağır darbeyi kendileri gibi gözüken, kendi inandıkları değerleri temsil ettiğini iddia eden insanlardan yemeleri oldu.
    Ve şimdi birileri diyor ki, mağdur edebiyatı yapıp bu insanları psikoza sokuyorsunuz.
    Bence öyle değil.
    Yaşanan acılar, travmalar kolay kolay aşılacak cinsten değil. Bu acıları kim yaşasa, kim kendini yakın hissettiği, kendi değerlerini temsil ettigini iddia eden insanların eli ile her şeyini kaybetse bir anlamsızlık krizine, bir varoluşsal krize girer.
    Bu darbeler uzak hissedilen insanlardan gelseydi bu kadar acı vermezdi. Dolayısı ile yapılan bence mağduriyet edebiyatı değil.
    Belki insanlar başkalarının da aynı şeyleri yaşadığını, düşündünügü, yazdığını görerek ve paylaşarak kendini daha iyi hissedebilir.
    Bu yapılanların unutulmaması için, bu acılar kadar bu acıların sorumluları ve destekçileri de sürekli hatırlatılmalı ki, bu toplum bu yaşananlardan ileride bir ihtimal ders çıkarsın.
    Tabii, kolay kolay buna yanaşmak istemeyecektir. Ama inadına hatırlatmak lazım. Almanya´da Yağudi Soykırımı konusunda neden hassasiyet var? Sürekli hatırlatılmasından değil mi?
    Bu da mı mağdurluk edebiyatı oluyor?
    Halbuki Almanlar da bunu önce hatırlamak istememişler, aradan bir 30 yıl falan geçtikten sonra kolektif hafıza kendini buna açmış. Bu konuyu merak edenler “Holocaust – Die Geschichte der Familie Weiss” dizisinin Almanya´da gösterilmesinin yankılarına bakabilir.
    Burada bir not daha düşmek isterim. Elde avuçta kalan yazarlara karşı da eleştirirken lütfen acımasız olmayalım ve insafı elden bırakmayalım.

    • İnsan yorumunu beğenmediği bir insan hakkında neden alacak-verecek davası olan eski bir tanıdıktan bahseder gibi bahseder doğrusu anlayamadım. Kendimi tanıtayım yine de, ben o mağduriyet edebiyatından, psikozdan falan bahseden ‘biri’yim. Mahmut Akpınar’a karşı bu yönde bir eleştirim olmadı, kendisini severek takip ederim. Yorumumla Ahmet Kurucan ve benzer düşüncedeki yazarlarmızı kastederek katkıda bulunmak istedim o kadar.

      Şöyle böyle 20 kadar muhacir aile tanıyorum. Bir insan yaşadığı travmayı çok iyi saklayabilir mi bilemem ama genel itibariyle yaşadıklarını metanetle atlatmaya çalışıyorlar ve dil öğrenirken, bürokrasiyle boğuşurken, uzaktaki ailelerini özlerken travmatik hareketler sergilemeyen insanlar.

      Öyle asıl darbeyi kendileri gibi gözüken, kendi inandıkları değerleri temsil ettiğini iddia eden insanlardan yedikleri gibi bir izlenimı de bırakmıyorlar. Şahsen ben öyle bir darbe yediğimizi düşünüyorum ve bu konudaki düşüncelerimi onlara açmamayı tercih ediyorum. Çoğu hala klasik kafada.

      Bugün çoğumuz, muhacirler de dahil, birçok gerçeği hala AKP üzerinden anlıyor maalesef. Mesela namazın yeterli olmadığını, ahlakın belirleyici olduğunu anlatmak için AKP’den yola çıkılıyor, Hizmet’ten yani kendimizden değil.

      Hizmet’in düze çıkıp çıkmayacağı elbette zihinleri meşgul ediyordur. Herkes ister başımız şöyle dik olsun, boşu boşuna ahlaki üstünlükten bahsedilmiyor sonuçta, herkes ister bazı gizli-saklı işler ortaya çıksın. Böyle beklentiler dünyada hemen hemen herkeste var. Kimi arkadaşım borcunu ne zaman verecek diye bekler, kimi kocasına sabreder, kimi evladıyla daha ne kadar sınanacağını düşünür, kimi oy verdiği politikacıların pandemi politikasını sorgular, kimi savaş çıkacak diye yağ-un stoklar. Herkes bu gibi dertlerle boğuşurken meseleye hep varoluşsal açıdan bakar.

      Aniden oldu, anlamsızlık krizine girdiler, amenna, giren girmiştir ve psikolojik destekle çıkmalıdır, bunu yüzbin defa tekrar etmenin anlamı yok da çöp toplayan bir babanın çocuğu aniden fakir olmadı diye merdivenden düşmüş olmuyor. Nitekim her Allahın günü bu platformda okuduğumuz gibi kitlesel bir travma hali yok. Bu insanlar okumuş, kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiği konusunda dünyanın olabilecek en güzel sohbetlerini dinlemiş insanlar. Geldikleri ülkelerde iyi kötü gidecekleri kurumlar, onlara çay ikram edecek, o sohbetleri devam ettirecek, yeni dostlar edinecek ortamları var.

      Böyle bir ortamda insanlara sürekli ama sürekli olarak travma geçirdikleri telkininde bulunmak, bu insanları şükürden uzaklaştırmak psikolojik açıdan ne kadar doğru, bunu düşünüyor muyuz?

      Gelelim şu Yahudi Soykırımı meselesine. Evvela bunu bir Yahudiye söyleseniz haklı olarak sizi parça pinçik eder sen bu kıyaslamayı ne hakla yapabilirsin diye. Adamlar Ermeni Soykırımının bile Holokaustla kıyaslanmasından son derece rahatsız.

      Kıyaslamadaki ikinci yanlışınız Yahudi Soykırımı ile ilgili söylemleri mağduriyet edebiyatı eleştirime bağlamanız. Holokaust o kadar dehşetli idi ki, mağduriyet edebiyata gerek bırakmadan kendi kendini Yahudilere zaten anlatıyordu. O bahsettiğiniz söylemler, Alman halkına yönelikti. İnkarı önlemek içindi. Demek ki bu konuda bir şey yapılacaksa AKP tabanına yönelik olmalı, ulan insan insana bunu yapar mı denmeli.

      Yahudiler bunu Almanlara demişlerdir ve Almanlar da kendileri nadim olduğundan değil ha, Amerika bambaşka bir siyasi sistemi, dolayısıyla eğitim sistemini dayattığı için kolektif hafıza kendini açmıştır, açtığı için de bugün Almanlar tarihlerindeki bu gerçeği bilmektedir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin