Bir gazetecinin deprem günlüğü: Gerçeklik duygumu kaybettim!

Fotoğraflar, gazeteci Mehmet Kızmaz'ın sosyal medya hesabından alınmıştır...

Gazeteci Mehmet Kızmaz, deprem bölgesinde bulunduğu dönemde çektiği kareleri sosyal medya hesabından paylaştı. Yaşadıklarını uzun bir sıralı tweet halinde aktaran Mehmet Kızmaz’ın anlattıkları ve çektiği kareler, depremin dehşetini de gözler önüne seriyor. Kızmaz, sadece fotoğraf çekmekle de yetinmemiş. Halka mikrofon da uzatmış. Mehmet Kızmaz’ın paylaşımları arasında dehşete ilişkin video kayıtları da bulunuyor.

Paylaşımlarına, “Bugün depremin 40. günü. Elbistan,Maraş,Pazarcık ve Adıyaman’da karşılaştığım manzaraları, gördüklerimi, tanık olduklarımı, bende yarattığı hisleri çektiğim fotoğraflarla not düşeceğim. Biraz uzun olacak ama yaşanılanlar karşısında ne kadar yazsam da yarım, eksik de kalacak.” diyerek başlayan Kızmaz, gördüğü manzaralar karşısında zaman zaman ‘gerçeklik’ duygusunu kaybettiğini anlatıyor.

Yaşadıklarını gün gün anlatan Mehmet Kızmaz’ın tweetlerinden bazıları şöyle:

Elbistan’ın merkezine doğru yol aldıkça yıkımın korkunçluğu daha da belirginleşiyor. Araçta herkes yıkımın büyüklüğü karşısında “donakalmış.” Ben de gördüğüm kare ile ancak “kendime geliyorum.” Sanki gerçek olmama ihtimali varmış gibi hemen araçtan inerek oraya doğru yürüyorum. Ama gördüklerim apaçık ortada.

Karşılaştığım kare bana Roboski’yi hatırlatıyor. Yakınlarını gönüllülerle ve kendi imkanlarıyla enkazdan çıkaran depremzedeler, battaniyelere sarılı cansız bedenleri bir aracın kasasına üst üste diziyor. Kimisinin ayakları açıkta kalmış…

Araç, bir tarafta gözyaşlarını silen diğer tarafta -bedenler koktuğu için- burunlarını kapatan iki genç ile birlikte gözlerden kayboluyor. Geriye her şeyden habersiz beyaza bürünmüş Şar Dağı ile çıkarılmayı bekleyen binlerce kişinin altında olduğu enkazlar kalıyor.”

Yıkım o kadar büyük ki… Sokak olmaktan çıkmış sokakları adımlıyorum. Bazı yıkıntılardan dumanlar yükselse de gönüllüler, can havliyle arama kurtarma çalışmalarına devam ediyor. Bu an’lar da sanki itfaiye diye bir şeyin hiç çıkarılmadığını düşünüyorum.

Güneşli Mahallesi Küp Sokak’tayım. Ne güneşi kalmış ne de bir ısısı. Anlamını yitiren sadece güneş de değil. Karşımda bir çerçeveci dükkânı, dükkânın önünde ise belki de en son bırakılabileceği düşünülebilecek şey; siyah bir cenaze torbası.

İçinde enkaz altından çıkarılan Fatma Kar. Başında bekleyen oğlu Yusuf… Annesinin bedeninde ciddi bir yaralanma olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Aramalar dün başladı. Annem donarak ölmüş olabilir.” Yusuf dayı, babası dâhil ailesinden dört kişiyi daha enkazdan çıkarmış.

Çerçeve dükkânın önünde karşılaştığım karenin etkisiyle sokakları ne kadar adımladığımı bilmiyorum enkazlar arasında… Uzaktan, sokak ortasında gördüğüm şeyin ürkütücülüğü beni tekrar “kendime getiriyor.” Yanılmak istiyorum, gördüğüm şeyin yine bir cenaze torbası olmaması için.

Ekmek torbalarının, battaniyenin asılı olduğu bir ağacın altında. Başında birkaç kişi. Bir saatten fazla o şekilde cenaze aracı bekleniyormuş. Bir an önce bu karenin bozulmasını istiyorum. Cenaze aracı için bulunduğumuz yerin adresini soruyorum; “Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı…”

Araç gelene kadar beklemek istiyorum ama yarım saat dayanabiliyorum. Adres sorduğum kişiyi, akşam arıyorum. Ben ayrıldıktan yarım saat sonra araç gidebilmiş. Enkaz altında günlerce yardım çığlığında bulunan insanların cansız bedenleri de sokak ortasında saatlerce bekliyor işte…

Evinin enkazı önünde yaktığı ateşin başında bir kadın; “Şu yıkılan yerde üç gün boyunca bir adam, ‘İmdat, imdat’ diye bağırıyordu.Ben her gün enkazın önüne gelip bekledim.Kimse yardıma gelmedi.O ses üçüncü günün akşamında kesildi.Mutlaka donarak öldü.”

Başka bir ateşin etrafında toplanmış bir gruba yaklaşıyorum.Hepsi Twitterın kapatılmasına öfkeli. Enkazda kurtarılmayı bekleyenlerin yardım çığlığının engellenmesine anlam veremiyorlar. Bu yasak,enkaz altında kalmak kadar acı verici onlar için.

Enkaza dönen apartmanların “güzelleme” emlak panoları ise “ayakta” Bölgeye ayak bastığım ilk andan ayrılana kadar en çok karşılaştığım talep çadır oluyor. Tıpkı aralarında çocukların ve yaşlıların olduğu bir köyün tümünün ahırda kaldığı Kalealtı gibi.

İlçede ilk geceyi, Güneşli Mahallesi’ndeki Çevikler Apartmanı’nın enkazında sabahlıyorum. Bu enkazı özellikle takip ediyorum. Yaşam belirtisi var, ses geliyor, ısı alınıyor. Hava sıcaklığı geceleri -20’leri bulmasına rağmen umutluyuz. Ama maalesef…

Ses alınan enkazdan hiç canlı çıkmıyor. İşte bunu kabul edemiyorum.Yakınlarına canlı kavuşamayan bu duruma öfkeli olan vatandaşlardan biri,kendisini 15 Temmuz gazisi ileAFAD bölge temsilcisi olarak tanıtan kişiye ve AFADın işleyişine tepki gösteriyor;

İlçedeki çekimleri güvenlik kaygısıyla geç yayınlamak zorunda kaldım. Enkazlarda AFAD’a tepki gösterenleri kayda almam, yurttaşlara ihmallere yönelik sorular sormam AFAD görevlilerini ve kimi cemaat mensuplarını rahatsız ediyor ki takiple gözetim altına alındım.

Maraş’a da 11 Şubat akşam geliyorum. Sabahın ilk ışıkları ile sokakları adımladığımda gördüğüm manzara ne bir savaşı andırıyor ne de bir afeti. Çok daha kötüsü, çok daha vahimi katliama dönüşen bir felaketi… Burada da insanlar çok öfkeli.

“Yıllarca deprem vergisi vermedik mi”, “Bu ülkenin vatandaşı değil miyiz”, “Devlet nerede…” Soruların ardı arkası kesilmiyor. Kentsel dönüşümün rantsal dönüşüme çevrilerek halkın bir avuç para babasına “yem” edildiğini söylüyor herkes.

Birçok depremzede, kendi çabalarıyla yakınlarını enkazdan çıkardığını söylüyor. Herkesin dilinde AFAD, Kızılay gibi kurumların dâhi liyakatsiz kadrolarla işlevsiz bırakılması var. AFAD’ın “reklam yaptığı”, sağ çıkarılan biri olduğu zaman enkazı devraldığı söyleniyor…

Bazılarına ben de tanık oluyorum. Son anlarda gelip, gönüllüleri uzaklaştırarak kendilerini kameralarda ön plana çıkarıyorlar. İkinci günden beri kentte olan gönüllü operatör Ümit Sumar: “Burada AFAD, Kızılay, UMKE görmedim.Yeni geliyorlar. 50 ceset çıkardım”

Toplu mezarlara dönen birçok apartman var. Biri de Ebrar Sitesi. Ebrar, Arapça’da “Çalmayan. Özü sözü doğru olan” anlamına geliyor. Sitenin müteahhidi emekli din dersi öğretmeni Tevfik Tepebaşı. Yapımına 1999’da başlanan blokların sonuncusu 2011’de dikildi.

“Depreme çok dayanıklı” denilerek pazarlanan sitedeki 12 bloktan 8’i enkaza döndü.En az 500 kişi öldü.Enkazında yakını olanı olan yurttaşlar, “Hepsini canlı canlı öldürdüler.Buralara bina dikilmez’ diyorlardı.Dereydi,bataklıktı”

Yıkılan birçok binanın altında herkesin bildiği o market zincirlerine ait şubelerinin bulunması peki tesadüf mü? Örneğin Maraş’taki bu market zincirine ait levhanın önünde bulunduğu apartman enkaza dönüşmüşken yanındaki apartman ise ayakta duruyor.

Yüzleri, yıkıntıların atlası… Kimi yıkıntılardan çıkmış bir çeyiz sandığı üzerinde oturmuş,kimi bir dosta sırtını yaslamış,kimi battaniyeye sarılmış enkazın başında…Hayalet bir şehre dönen kentte yürüyorken kendimi Piyanist filminde hissediyorum.

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin