Bir faşizm cinayeti: Medyanın ölümü

Haber-Yorum | Naci Karadağ

Siz bakmayın Türkiye’de onlarca kanalda yüzlerce iktidar şebeğinin her akşam tartışma programı adı altında aynı şeyleri geveleyip durmasına.

Bu ülkede medyanın ölümü üç yıldan bu yana gerçekleşmiş durumda.

Başta Cumhurbaşkanının çıkıp “Ülkede medya özgür” gibi açıklama yapması tamamen kendi kölesi olmuş, devlet destek ve reklamlarıyla ayakta durabilen bir hilkat garibesinin sınırsız özgürlük ve savurganlığından başka bir şey değildir.

Haddi zatında bu durum özgürlükleri öldürmenin kadir eşiklerinden biridir.

ABD’nin 64. Dışişleri Bakanı Madeleine Abright’ın kaleme aldığı bir kitap önceki ay raflarda yerini aldı.

İsmi enteresan; Faşizm: Bir Uyarı…

81 yaşındaki kurt siyasetçi Putin’i odaklayarak insanlığın despot rejimlere doğru meylini ve kitlelerin gönüllü olarak faşizm etkisi altına girmesini muazzam incelemiş.

Aslında kitabın en önemli endişesi Trump’ın da ABD’yi benzer bir eşiğe götürüp götürmeyeceği sorusunun cevabını aramak.

Bu sebeple tam da ara seçim dönemine denk geldi kitabın yayınlanması.

Tahmin edileceği üzere içinde Trump da var, Tayyip Erdoğan da…

Hitler ve devrin faşist diktatörlerinin halkın kalbini çalmasından sonra toplumlardan neleri çaldığını adım adım ele almış Albright.

Çok net bir eşikler basamağı çıkarmış bayan bakan.

Bir kere şu üst tespit çok önemli:

Klasik diktatörler çağı “izm”lerin bitmesiyle tamamen kapanmış durumda.

Silah zoruyla diktatör olmak belki geri kalmış Afrika ülkelerinde mümkün ama biraz gelişmiş ülkelerde mümkün değil artık.

Çünkü diktatör adayının karşısında yarım yamalak da olsa, hukuk, üniversite, medya gibi fren mekanizmaları mevcut. Dolayısıyla öncelikle sistemi kullanarak bir noktaya gelmesi lazım. Sonra bu mekanizmaları birer birer yok etmesi.

Başka bir düşünür Kanadalı Alain Deneault’ya göre bu süreç 15 yıla yayılabiliyor. Üstadın “Vasatın iktidarı” isimli muhteşem çalışmasıyla ilgili röportajı Türkçeye çevrilmiştir, internette bir yerlerde bulabilirsiniz.

Biz post-modern diktatörlerin eşiklerine bir göz atalım.

İlk aşama seçimle gelinmesi…

Tüm diktatörlerin bir meşruiyet ihtiyacı olduğunu kesin örneklerle verdikten sonra zayıflatma eşiğine geçiyor hepsi.

Siyaset zayıflatılıyor. Parlamentolar, ardından kurumlar geliyor.

Üniversitelerin içini oyuyorlar, akademik camia bitme noktasına geliyor.

Adalet en önemli eşiklerden biri.

Onu elde edemezse önü kesiliyor diktatörün, bunun çok iyi farkında oluyorlar.

Bu nedenle “Trump’ın işi zor” deniliyor kitapta. Çünkü ABD’nin hukuk temeli çok sağlam. Putin ya da Erdoğan için geçerli değil bu şüphesiz.

Her ikisi de bu eşikleri ilmek ilmek sabırla örerek kurdular mutlak hakimiyetlerini.

Ünlü satranç ustası Kasparov “Putin Alcapone gibidir” derken övgüyle beraber aslında gömüyordur da diktatörünü.

Her iki ülkeyi de diktatörlüğün en ağır vasatına iten durum büyük işçiliklerle hazırlandı. Bu sebeple bizzat Erdoğan’ın şahsıyla Türkiye’yi eşdeğer tutuşu ve özel kalem müdürünün “Putin olmasaydı Rusya olmazdı” deyişi arasındaki benzerlik tesadüf değildir.

Albright eskiye özlem takıntısına da vurgu yapıyor. Büyük Rusya ve Büyük Osmanlı bu tür karakterlerin çok önemli sığınakları ve her kötülüğü atfedebilecekleri bir ara dönem.

Eski bakanın kitabında Erdoğan’ın ikide bir Tek parti dönemi ve İnönü şeytanlaştırması bilgisi yok ama diktatör prensipleri disiplininde yeri var genel olarak.

Siyasetin işini tamamen bitirmek yerine, alanını daraltıp neredeyse sembolik hale getiriyor çağın diktatörleri.

Türkiye’de bugün siyaset varmış gibi görünüyor ama hiçbir kıymeti olmadığını herkes biliyor.

Ve en önemli eşik medya…

Erdoğan’ın bu işe başlarken en büyüğünden başlaması tesadüf değil.

Hasetliği, mahalle nefretini kullanarak çıkabilecek sesleri minimize etti ilk baştan.

Zaman gazetesi yerle bir edilirken, Bugün ve Kanaltürk’e tomalar dalarken susup, içten içe sırıtan cenah için iş işten geçmiş durumda artık.

Putin çok farklı şeyler yapmadı aslında.

Resmi mecralar Tass ve Pravda gelenekleri üzerine oturan Putin, ülke nüfusunun yüzde 70’i tarafından izlenen NTV’nin yandaş bir oligark tarafından satın alınmasını zorlamak suretiyle iktidarının daha üçüncü ayında bu işi halletti. Erdoğan için ise AA ve TRT üzerinde ince işçiliğe başladı, ardından büyük baskı ve sansür geldi. Ekonomik olarak tüm akışın başında durunca istediği gibi biçimlendirdi medyayı. Elbette bir günde olmadı tüm bunlar.  Tam egemenlik 15 yıla yakın bir sürede sağlandı ama sağlandı işte.

Bugün ülkede bir medyadan, gazeteciden bahsetmek mümkün değil. Erdoğan’ın maaşlı elemanları onun arzuladığı bir ülkeyi servis ediyor.

Bunun da uzun vadede riskleri var tabi. Düşen güven eşiği ve etkisizlik.

Erdoğan algı yönetimi için en fazla bir süre daha kullanabilir bu silahını, sonrası için daha büyük baskı ve alan daraltmasına ihtiyacı olacak.

Mevzu çetrefilli, “Faşizm: Bir Uyarı” odağında modern diktatörlerin resmini çekmeye sonra devam edelim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin