Bir AK Partili yöneticiyle gündem muhabbeti

HABER YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY

Enteresan gelişmeler yaşanıyor. Önümüzdeki günlerde bizi nelerin beklediğini bilmiyoruz. Muhalif kesim, iktidar cenahına baktığında onlar açısından her şeylerinin yolunda gittiğini sanıyor. Oysa onlar da hayli tedirgin günler yaşıyor. Bunu kendi çevremdeki küçük bir gözlemimle sizinle paylaşmak istiyorum.

Hafta içi 20 yıla yakın bir zamandan bu yana tanıştığımız eski bir arkadaşım aradı. Daha önce Silivri dönüşü arayıp geçmiş olsun demişti. O zaman geçmişteki sıcak muhabbetlerle pek kıyaslanmayacak bir resmiyette konuşma cereyan etmişti aramızda. Buna rağmen “soğuk” dersem haksızlık etmiş olurum. Hal hatır çerçevesinde geçmişti.

Telefonu açar açmaz, “Ahmetcim, buluşup biraz sohbet edelim. Özledim seni” dedi. Ben de “Memnuniyetle” karşılığını verdim. Çok geçmeden belirlediğimiz bir mekanda buluştuk. En son 2015’te bir araya gelmiştik. Biraz daha kilo almış, saçları hayli seyrekleşmiş dersem seyrek saçlılar alınır mı bilmem. Tepesindeki saçlar sayılabilecek hale gelmişti.

“Buluşalım davetini ben yaptım. Ev sahibi benim” tavrını beden dili her şeyi ile yansıtıyordu. Ben de onun duruşunu gölgeleyecek bir tavır içine girmedim. Ne alacağımızı garsona söyledikten sonra, “Eee, görüşmeyeli yıllar oldu. Tekrar geçmiş olsun” diyerek sohbeti başlatmak istedi.

Ardından, “Kaç ay kaldın içeride?” diye sordu. Ben de “5 yıla yakın” demek yerine “Dört yıldan fazla” deyince yüz şekli birden değişti, gayr-i ihtiyari, “Yapma ya!” sözleri çıktı ağzından. Kendisi en fazla 7-8 ay kaldığımı düşünüyormuş.

Bu muhabbetlere çok takılmadan muhatabımı dinlemek istiyordum. İşlerinin iyi gittiğini biliyordum. Kıyafeti, tavrı, masanın üzerinde duran araba anahtarı bunun bir yansıması gibiydi. Hemen onu dinlemeye geçebilmek için rol üstlenmem gerektiğini düşündüm.

İYİ BİR AK PARTİLİ İDİ, ŞİMDİ İLÇE BAŞKANI

“Benim neler yaptığım belli. Silivri nöbeti tuttum. Sen neler yaptın bu süre içerisinde?” diye sözü muhatabıma bıraktım. İnşaat malzemeleri ve tekstil işi olduğunu biliyordum. İnşaatçılığı bunlara eklemiş. İnşaat yaptığı bölgeyi ve orada hayata geçirdiği projeleri sıraladı. Çok bilinen, büyük projeler değildi. Ama yılda ortalama 200’e yakın konut inşa ettiklerini söyleyince şaşırma sırası bana geldi.

Arkadaşımın siyasete ilgisinin olduğunu biliyordum. İyi bir AK Partili idi. Erdoğan fanatiği biri değildi, ama onun ülkeyi bir yere taşıyacağına inanırdı. Geçmişte siyaset üzerine hayli konuşmalarımızın olduğunu bildiğimden, o tarafta bir yolculuğa çıkıp çıkmadığını merak ediyordum.

Yaptığı işleri heyecanla anlatmaya devam ediyordu. Konuşma şevkini kırmak istemiyordum ama siyaset tarafına olan ilgisinin devam edip etmediğini merak ediyordum. “Siyasetle uğraşmayı seviyordun. İlgin hâlâ devam ediyor mu?” diye doğrudan sordum.

Amacım, biraz gündemi onun bakış açısıyla dinlemekti. “Seninle son konuştuğumuzda ilçe yönetimindeydim. Bu dönem ilçe başkanlığı görevini verdiler. Elhamdülillah bizim ilçede durumumuz gayet iyi” dedi. İlçede ne tür ayrıcalıklar oluşturduklarını anlattı.

Zihnimden “Enteresan” dedim. Yakınlarım benimle görüşmek durumunda kaldıklarında bile tedirgin oldukları hallerine yansırken, bir ilçede AK Parti yöneticiliği yapan birinin umuma açık bir alanda görüşmekten çekinmemesi hayli tuhafıma gitti. Hayretimi gizlemeye çalışarak, “Hayırlı olsun. Senin başarılı olacağına inanıyorum” dedim.

‘PAHALILIK, YAPILAN BÜTÜN HİZMETLERİ GÖLGELİYOR’

O da gündemi benden dinlemek isteğini söyledi. “Siyaseti, ekonomiyi iyi takip ederdin. Bir gelişme olduğunda tarihten anekdotlar anlatırdın bize. Bugünü nasıl görüyorsun? Türkiye nereye gidiyor?” diye bir geniş çerçeveli bir soruyu önüme koydu. Açıkçası benim konuşmamla zaman kaybetmemeliydim. Arkadaşımı kırmadan onu konuşturmalıydım.

“Ya ben içeride iken gündemi çok takip etmedim. Hep okuma yaptım, yazı çizi işleriyle uğraştım. Siyasetin içinde olan sensin. Senin gözünden memleketi algılamaya çalışmak daha önemli” demem hoşuna gitti.

Sözü hiç eğip bükmeden doğrudan, “Açıkçası durum pek iyi görünmüyor. Bu pahalılık vatandaşın çok tepkisini çekiyor. Pahalılık olunca insanlar yapılan onca hizmeti bir çırpıda unutuyor” dedi. Dövizin durdurulamamasının insanların moralini çok bozduğu gözlemini örneklendirerek aktardı. Bu alanda yapılması gerekenler olduğunu söyledi.

Kendilerinin ilçede gözle görülür bir sorun yaşamadığını, sürekli temas halinde kalarak bu sıkıntıların geçeceğini halka anlattıklarını ama öteki pek çok ilçede insanların her fırsatta tepkilerini dillendirmeye çalıştığını söyledi. Birden, “Peki bu sıkıntılar, esnafa para dağıtılarak çözüm yoluna konabilir mi?” diye topu benim kucağıma attı.

Önündekilerden yiyebilmesine fırsat tanımak için biraz benim konuşmam gerektiğini fark ettim. Bugünü konuşmak yerine tarihten paylaşımlar yaparak meramımı daha iyi anlatacağımı düşündüm. Tarihteki bütün toplumsal sorunların temelinde ekonomik sıkıntıların yattığını söyledim.

‘CEMAATE YAPILAN HUKUKSUZLUKLAR DIŞINDA HUKUKSUZLUK VAR MI?’

Bizim resmi tarihlerimizin “isyan” etiketi yapıştırıp suçu toplumun sırtına yüklediği olayların tamamının temelinde ekonomik sıkıntıların ve adaletsizliklerin yattığını birkaç örnekle anlattım. Ekonomik sıkıntıların isyanlara dönüştüğü kısmı çok ilgisini çekmediğini fark edince Süleyman Demirel’in, “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” ifadesiyle sözüme güncellik katmaya çalıştım.

Arkadaşımın ilgisini ise sorunların iki temelinden sadece adaletsizlikler kısmı daha çok ilgisini çekmiş gibiydi. “Türkiye’de cemaate yapılan hukuksuzluklar dışında adalet sisteminin düzgün işlemediğini mi düşünüyorsun?” diye sordu. Cümlenin her tarafı sorunlu olduğu gibi yaklaşım da arızalı idi.

Geçmişte pek çok söz edilse de son 8-10 yıla kadar yargıya güvenin hayli yüksek olduğunu, şimdi ise güvensizlikte en altta olan siyaset ve medya ile yarıştığını hatırlattım. Yargının her kesime adil davranma noktasına gelmeden Türkiye’de işlerin yoluna konulamayacağını, ekonominin de rayına oturtulabilmesinin yolunun adaletten geçtiğini örneklerle anlattım.

“Reis yine toparlar. Buna inanıyorum” dedi ve konuşmasını “Bize en çok güven veren taraf, muhalefetin hâlâ daha bir iktidar alternatifi çıkaramamış olması. İnsanları yine ‘Yaparsa AK Parti yapar’ noktasına getirmeliyiz” diye sürdürdü.

İki saate yakın süren bir sohbet oldu. Uzatmadan yeniden buluşma temennisiyle masadan kalktık.

Bir kafeterya sohbetinin benim onu ikna etmem, onun beni bir yere çekmesi gibi bir sonuç vermesini beklemek safiyane bir yaklaşım olur. Benim açımdan görüşmenin birkaç önemli noktası vardı.

Birincisi, AK Partili arkadaşların son dönemde kafalarının hayli karışık gibi görünüyor olması.
İkincisi, Erdoğan’ın yine her şeyi toparlayacağına olan inançlarını korumak istiyorlar ama zihinlerinde bunun içini dolduracak argüman bulamıyorlar.
Üçüncüsü, muhalefetin geldiği noktayı gözden kaçırarak umutlarını hâlâ bir alternatif olarak halkın önüne çıkamayacağına bağlamış görünüyorlar.

Belki bunlar kadar önemli bir başka tarafı daha var. DÖRT harfli silahlı terör örgütü üyeliğinden yıllarca içeride kalmış biri ile görüşerek farklı alternatiflere kendilerini açık tutmak istiyorlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

11 YORUMLAR

  1. Iyice dedikodu kosesine dondu; bize bir gram faydasi olmayan sacmasapan yazilar.. Bunu oncelikle ust ve sert perdeden arz edeyim zira diasporadaki gonul insanlari hayatlarina pratik katkilari olacak ne bileyim aile-cocuk rehberligi, dini-imani parcalar, sosyal hayata entegrasyon bilgileri, hadi o da degilse muzik-resim-sanat-edebiyat gibi ruhu gelistirecek seyler okumak istiyoruz; bence yeter TR724 yonetimi; lutfen daha faideli isler yapin.
    Simdi akil var izan var. Yazar TR’de yasayan, yatip cikmis, su an kafelerde oturacak kadar hayatin icinde biri; ve ilce baskani gibi kolay lokalize edilebilecek bilgiler paylasarak ‘icerden’ izlenimler paylasiyor. Bu izlenimlere gram ihtiyacimiz olmadigi gibi isin icine yalan da karisiyor gibi ve bu da iyice tolere edilmez hale getiriyor. Okur burda saksi degil ki her istedigini boca et. Gazetecilik desen degil, faydali desen degil; ben siradan bir okur ve hizmet yolcusu olarak bunun artik el atilmasi gereken bir durum oldugunu dusunuyorum. Okurun daha ne demesi gerekiyor onu da tr724 yonetiminin ferasetine birakalim. Bu yazi bombosluguyla bardagi tasiran damla oldu ama gunasiri siyaset hamaset yazan diger yazarlar icin de gecerli elestirilerim. Siyaset ve tr gundemi n’olur dussun yakamizdan.

    • O kadar olay oldu kafa hala aynı kafa hiç bir değişiklik yok. Paşam yazıları beğenmiyor muş ilgisini çekmiyormuş diye yönetime yazıların son bulması için akıl veriyor. Ulen hiç mi ders almazsınız onca olup bitenden.Senin gibi kafaların cemaatte bu güne kadar yaptığı bencilce yaptığı hataları düşündükçe kafayı yiyesim geliyor çıldırıyorum. Bir de hizmet falan demiyor musun deliriyorum. Aman sen kimseye hizmet falan etme bu kafayı değiştir en büyük hizmeti etmiş olursun dünyaya . Beğenmiyor musun yazarın yazılarını geç kardeşim o zaman okuma çok mu zor Allah’ın sansürcü hastalıklı beyinleri.Sana uymayan her şey değişsin he paşam. Hasta beyinli tek hücreli canlı seni

  2. Gayet güzel yazılar, farklı bir bakış açısı kimseyi rahatsız etmemeli. İstemeyen okumaz. Sen yazdığın birkaç satırlık yorumda dahi hem tr724’ü hem yazarı iftira ve yalanlarla suçluyorsun Engin D. Bırak akıl hocalığı taslamayı..Önünden oku.

  3. Benim açımdan yazının en ilginç yanı şu:
    AKP´li ilçe başkanı yönetici cemaate hukuksuzluk yapıldığını görüyor. Zulüm uyguladıklarını kabul ediyor. “Cemaate yapılan hukuksuzluklar dışında hukuksuzluk var mı?” şeklindeki sorusu bunu gösteriyor.
    Bununla beraber “reislerinin yine toparlayacağına” inanıyor. Eğer gerçekten inandığı gibi olursa gönül rahatlığı ile yollarına devam edecekler.
    Allah´ım nasıl insandır bunlar? Bir insan nasıl bile bile haksızlık-hukuksuzluk yapar ve bununla rahat bir şekilde yaşayabilir?
    Bunlara herhalde “profesyonel kötü” demek lazım. Çünkü kötülüğü bile bile yapıyorlar, pişmanlık duymuyorlar. Geri dönmeyi düşünmüyorlar.

  4. Hukuk derslerinde vaka üzerinden fail,fiiller ve yorumlar yapılıp dersler şekillenir…
    Binaaenaleyh vak’a daima faydalıdır;yorumlara ve soyut mevzuulara ışık olur…
    Ben istifade ediyorum hisseme ve havsalama makul geleni kabul ediyorum.
    Kabul etmediğimi de almıyorum.
    Bu yazıda da kaldığım büyukşehrin 2017 mayıs ında küçuk bir merkez ilçesinde binamıza yeni taşınan müteahhit komşumuz hayırlı olsun çayına gittiğimiz de ilçe emn. Md yazı gönderip ilçe muteahbitleri toplantı yapacakmış dedi ve kendisinin gitmediğini söyledi…
    Ne alaka diyebilirsiniz.
    Eskilerin vak”a(yenilerin fiili durum dediği) hal vaziyet bu…

  5. Yazar Karabay’ın düşüncelerine, verdiği bilgilere, duyumlara, analizlere, kısacası yazdıklarına katılmak ya da katılmamak zorunda değiliz. Ben de sadık bir TR724 okuru olarak eleştiriyorum, ama en çok da Karabay’ın her konuda ahkam kesmesini…’uzmanlık’ göstermesini…
    Yani tamam gazeteci dediğin ‘Bir şeyin herşeyini, herşeyin de bir şeyini bilir, bilmek zorundadır’. Ama hepsinin uzmanı gibi poz vermek de biraz abuk duruyor doğrusu…İçerik değerlendirmesi apayrı bir konu, onu ayrı tutuyorum…Ama lütfen herşeyin uzmanı olmayın, özellikle siz sayın Karabay.

    Engin D. isimli okurun değerlendirmesine gelince, çok abartılı ve temelsiz buldum. TR724 bir güncel haber ve yorum sitesidir. Elbette o bahsi geçen başlıklar altında da haber ve köşe yazılarına yer verilebilir, zaman zaman veriliyor da zaten. Kaldı ki o konularda (aile, çocuk, psikoloji, kültür, rehberlik vb.) faaliyet gösteren tematik internet siteleri ve Youtube kanalları var. Hele de yurtdışında (TR dışı) yaşayanlar bu kaynaklara istedikleri zaman rahatlıkla ulaşabilir. Eleştirilerimle beraber; 15T kabusunun hayatımızı kararttığı ilk aylardan hemen sonra ortaya çıkmak suretiyle, depremde yıkılmış binanın enkazının altında sadece nefes alabiliyorken kurtarma ekiplerinin sesiyle hayata tutunan depremzede gibi hissetmemi sağlayarak bana yardımcı olan bu platforma bu haksızlığın yapılmasına razı olmam.

  6. Engin D. isimli okuru bir yere kadar anlıyorum. Türkiye gündemi çok boğucu. Eğer başka ülkelerin gündemini de takip ediyorsanız, bir onların uğraştığı konulara bakıp bir de Türkiye´nin boğuştuğu konulara baktığınızda üzülüyorsunuz.
    Ama bunun çözümü şu yazar yazsın, bu yazar yazmasın demek değil. Bu boğucu gündemden kurtulmak için bir süre başka konularla ilgilenmek herkesin elinde.
    Bir de bu sitenin okuyucusunun diğerlerinden farklı olması gerektiğini düşünüyorum. Eleştriri yapalım, ama işi hakaret noktasına götürmemek lazım.
    Bir yazarın emek verip yazdığı bir yazıya saçma sapan demek, gazetecilik olmadığını söylemek hoş değil. Bunu söyleyen kişi acaba gazetecilik nedir ne değildir konusu ile ilgilenmiş midir? Bu konuda farklı görüşleri tanımış mıdır? Gazetecilikten ne anlamaktadır? Müzik, sanat, resim gibi ruhu geliştirecek şeyler yazmak mıdır gazetecilik?
    Ayrıca: Yazı niye dedikodu niteliği taşısın ki? Şahsen benim çevremde AKP´li yok, o kesimle diyaloğum da kalmadı. Dolayısı ile onların ne düşündüğü, hele bir de içlerinden bir yöneticinin iktidarın terörist diye damgaladığı bir kesimden biri ile ne konuştukları benim açımdan merak konusu.
    Aynı şekilde ülkücü bir yöneticinin çıkıp PKK´lı biri ile buluşması ve gümdemle ilgili konuşması da enteresan olurdu. (Pardon, bu benzetme şimdi yersiz oldu, geri alıyorum. Çıkarı öyle gerektiriyorsa ülkücüsü, AKP´lisi PKK´lı ile neden görüşmesin? Osman Öcalan TRT´ye çıkmadı mı?)
    Ha, o insanların ne dediklerine çok fazla anlam yüklenmeli mi, orası ayrı bir konu.
    Uzmanlık konusuna gelince: Böyle bir yazı uzmanlık gerektirir mi, bir gazeteci veya yazar için kendi uzmanlık alanı dışına çıkmak anlamına gelir mi? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Yazar sonuçta Türkiye´de şimdilerde en zıt kutup olarak bilinen iki kesimden iki kişinin görüşmesini yazmış.

  7. Sevgili yazar, beni hatırlar mısın bilmem, bir tatil beldesinde tanımadığın bir grup insanla karşılaşmıştın da, sana “sevgili yazar, sen benim katillerimle karşılaşmışsın” demiştim. Bu yazını okuyunca, o yazın akılma geldi ve birden yorum yazarken buldum kendimi.

    Ne yalan söyleyim, seni kıskanmıyorda değilim. Evin darlığı nedeniyle güneş görmeyen mutfağı çalışma odam yaptım, bir taraftan Almanca çalışıyorum diğer taraftan sonrasına hazırlık için yazılım bilgimi geliştiriyorum. Yazılım bilgimi geliştiriyorum dedimse de, birkaç ay ara vermiştim, yoksa hiç branşım değil. Orada da yazmıştım sana, ana kolu kesilen bir ağaç tekrar oradan büyür mü diye, o hesap işte, inanmayacaksın filiz verdim adeta. Yılların kamu geçmişisinin ardından bu zor mu zor Almanca dilini öğreniyorum ve ardından beni bir fabrikaya işçi olarak göndermesinin önünü engellemek için bir meziyet ekledim sayılır. Bu arada bir fabrika da işçi olarak çalışmak aşağılık birşey değil, eğer birde bol vardiyalı iş olup gece mesaisine kalırsan aylık kazancın net bazında söyleyim 2500-3000 Euro bandında oluyor. Buranın okumuşu almyor emin ol. Ama benim gerekçem o değil bunu biliyorsundur tanımasanda elbette. Sana benziyorum. Kitap okuyan adam, hapse de düşünce en iyi yatığı şeyi yapıyor kitap okuyor, çıkınca da iş güç yok kitap okuyor yine. Bu bir lanet gibi. Bizim gibilerin ticareti bile dönüp dolaşıp kitap oluyor, kamudan benim gibi ihraç olan ve Türkiyede kalan tanıdığım dostlar ticaret yapmak gerek, fırsata döndürmek gerek madem atıldık olur ki belki zengin de oluruz dediler ve gide gide matbaacılığa bulaştılar kendilerini. Yani, tilkinin dönüp dolaşacağı yerin Kürkçü dükkanı olması gibi. Bu arada iyi kazandıklarını söylemeliyim, ama biliyorum onların amacı da para değil, kitaplar, eğitim, okumak vs vs..

    İşte bende, şakır şakır olmasa da, iyi kod yazıyorum. Seviyor muyum peki? İşte kilit nokta orada, sevme, hoşlanma, ilgi kelimelerini bu yaştan sonra kullanırsam kendimi teenager gibi hisederim. Bir genç fidan gibi, insan sevdiği işi yapmalı bu hayatta konumunda değilim. Zaman kaybetmeden bir işe gireyim de, bel ağrımı nüksettirmeyen bir büro işi, e biraz da elimiz para görsün. Seni kıskandım demiştim, şaka değil, Türkiyede öğle arasında, Ankaranın bir lokantasında, arkadaşlarla yemek sonrası semaver çayımızı içerken kitaplardan konuşurduk. Hatta hepimiz bir kitap okuyalım sonra birbirimize anlatalım gibi birşey başlatmıştık. Bu Maslow doğru söylemiş gerçekten, hiyerarşisinin en üst basamağına az kalmış demek ki.

    Seni kıskanmamda o yüzden, para değil olay, Maslow hiyerarşisinin en üst basamağına yaklaşmışken birden kendimi en altta buldum. Beyin en üstü isterken, hayatın gerçekleri en altı istiyor. Ekonomi, finans, para, psikoloji, fizik pek çok alanda kitap okumanın karşılığı uzun uzun sohbetleri tatlandıran bir araç olması da, işte onu burada yapamıyorum. Cin Ali hikayelerindeki gibi konuşmalarım desem iltifat etmiş olurum. En iyilerimiz bile günlük konuşmayı becerebiliyor. Ne çok özlemişim, şöyle kamu açıklarının finansmanı ile merkez bankasının kısa vadeli bono piyasasına müdahale biçimlerini tartışmayı, evrenin gittikçe genişlediğinden bahisle ışık hızını aşan bu genişlemenin nasıl oluyorda ışık hızının aşılamayacağı görüşle çelişmediğini. Konu önemli değil tabi, dünya siyaseti, ekonomisinden tut, futuristik sohbetlere kadar geniş bir yelpazede donanımıma uygun konuşabilme imkanını bulma yani. Aceba ego mu bu? Bilmiyorum, ama emin ol sevgili yazar, komşum her gördüğünde beni, bunla konuşulsa konuşulsa ancak “bugün hava çok güzel?”, ” türk yemekleri ne kadar da güzel, şurada iyi bir dönerci var” dışında bir şey konuşmayınca, ego değilde bir ihtiyaç olarak görüyorum bunu.

    Kimbilir bir ağacın ana kollarırndan biri kesilince ne hissediyordur, o büyük dalların baharda kuşlara, börtü böceğe yaptığı ev sahipliğini, sonbaharda rüzgarla dans ederken yapraklarının çıkarttığı o tatlı hışırtı sesinin keyfini mi bilmiyorum ama eminim çok şey hissediyordur. Neden ağaç kurdum ki? Sanırım, ömrünü beyninden geçirdiklerini yazıya ve söze dökmekle geçirmiş birinin Cin Ali kıvamında “bugün hava çok güzel” dışında konuşamaması sanırım cevap olabilir buna. Diyeceğim şu ki, sevgili yazar, bu gurbet elde, tamam bedenim arzuladıklarına ulaşıyorda, zihnim değil be sevgili yazar. İşte seni kıskanmamın sebebi bu.

    Dil okulundayken sınıfta denemiştim mağduriyetleri anlatmayı, o yetersizlik hissi öyle kötü bir duygu ki ve sanırım öyle bir anlattım ki gerçekten beni terörist Erdoğanı da büyük lider sanmış olabilirler anlattığımdan çünkü, bir kelime, bir çatıyı yanlış kullandığında anlam öyle değişiyor ki bu meret dilde. Meret dedimse seviyorumda, büyük aşklar nefretle başlar ya, o hesap belki.

    Yıllar önce ezbere söylerdim babamın hayrına ders anlattığım birkaç kişiye ” İnsan kelimelerle düşünür, ne kadar çok kelime bilirse o kadar çok iyi düşünür, öyleyse, kelime bilgimizi geliştirelim, ancak bir gerçekte şu ki, insan neyi okursa onu söyler, hikaye olursanız, bir sene sonra ancak hikaye anlatırsınız insanlara, öyleyse okuduğunuz şey işe yaramalı, ciddi, faydalı şeyler okumalıyız, öyleyse gelin şu şu şu kitapları okuyalım” derdim de, işte o bilgi var ya o bilgi sevgili yazar, o bilgi intikamını alıyor sanırım şimdi benden, çünkü yaklaşık 3 senedir okuduğum basit metinler, tanışma sohbetleri kalıpları, yemek tarifleri, piknik organizasyonları. E diğer şekilde konuş dersende derim ki, onun için C2 seviyesi gerek. Ömür dediğin nedir ki sevgili yazar.

    Kısaca sevgili yazar, sen o AKP li ile oturup konuşmuşsun ya, ekonomiden, siyasetten, işte bu senin adiyattan yaptığın sohbeti ben burada yapmaya niyetlensem rüyamda bir büyük derviş tarafından uyarılırım, bırak bu tul-i emelleri diye. Beynim tul-i emellerin peşinde, bedenim düzgün bir işe yerleştirin derdinde, hayallerim orada, gerçelerim burada. İşte sevgili yazar bu nedenle seni kıskanıyorum.

    Hani sık sık oluyor ya, kaçanlar mı kalanlar mı diye ve hep nedense savunmada kalıyoruz buradan, sanırım devran dönüyor, yakında şundan emin ol ki, buradakiler diyecek ki, siz çok iyisiniz, biz burada ruhen tatsız tutsuz.

    Sevgili yazar bu arada, aklıma birşey takıldı, okurken yok canım bunu düşünmemeliyim dedim ama geldi aklıma geldi,geldi çünkü bu yazdığın yazıyı eğer o Akp li tanıdığın okursa, çok rahat senin kim olduğunu anlar ki sende bunu önemsemeden ayrıntılar vermişsin zaten, hayali değildir umarım sevgili yazar kısaca bu anlatımların. Hoş gerçi hayali olsa sıkıntı değil, yaşanmış olma ihtimali mukadder ve kimbilir hergün kaçyerde böyle sohbetler yapılıyordur orasında değilimde. Benim varmak istediğim şey bu.

    Bunca yazıyı da onun için yazdım zaten, paylaşımın gerçek olduğu kanısı üzerine. Çok özür dilerim bu arada, seni kullanarak yapıyorum bunu ve içimden bir ses o kişinin bu yazıyı okuyacağı. Davet edilmişşsin misafirin vefasızlığı olmasın. Bu nedenle, şimdi müsaade edersen sevgili yazar seni aradan çıkarmak istiyor ve doğrudan o kişiye hitap etmek istiyorum.

    Ey meçhul Akpli ilçe başkanı. Sen benim ve benim gibilerin katlinden sorumlusun. Allah indinde zalim, kul indinde suçlu, insanlık önünde soykırımcısın. Özetle sen bir Katilsin ve birgün yargılanacaksın…..

    • Bi baktim, ben de kiskaniyormusum. Hani söyle ben de siradan bir okur gibi “okudum” degil de, böyle kerli-ferli bir akademisyen gibi gögsümü gere gere “okuma yaptim” demek isterdim. Ama hapiste degil tabii. Su anki meslegim yine okuyup-yazilan ama 20 yildir en nefret ettigim, en yerden yere vurdugum sekli. Belki ben de bir telli kavagimdir. Aydin Gün yazmis, Cihan Ünal seslendirmis. Haydi Cihan Ünal anlat dostlarimiza: https://www.youtube.com/watch?v=AomGpA0hztk&ab_channel=R%C4%B1dvan%C5%9Eahin

  8. Yılmaz bey, şiir için teşekkür ederim. Sevgili Yazar da olmasa, sığınacak böyle maskeli balolarımız olmayacak, kendimize bile itiraf etmediğimiz şeyleri seslendireceğimiz. Sen ben bizim oğlan dedikleri gibi, üç beş fırtınalı ruh var sanırım etrafta, dönüp dolaşıp yorumlarda buluşup, sükunete erdirmeye çalışan kendini. Biz tehlikeyi yine de çabuk atlatanız, asıl tehlike dip dalgaya maruz kalıp ne yapacağını bilmeyenlerde. Psikanalizin bir benzerini yapıyoruz burada, ruhumuza bırakılan izleri, rumuzların ardından yaptığımız o “baca temizliğiyle” temizliyoruz. Ya hiç yazmayanlar? Konuşmayanlar? Elalemin tek akıllısı biz değiliz, onlarda bir yolunu bulmuştur belki. Haddim kaç defa bildirildiği için bana, haddimi bilerek yazıyorum, muhakkak onlarda bir yolunu bulmuşlardır. Ama ola ki, o dip dalgaya maruz kalıpta onu içinden atamayanlar varsa, Rambo filmlerindeki gibi şartlı reflekslerin tesiriyle, Vietnam Sendromu zaman zaman nüksedenler ve buna çözüm getiremeyenler. Onlara da sen ve benim adıma tavsiye de bulunayım müsaadenle. Yorum yazın. Gelin buraya, miskinler tekkesi mi, meyhane mi, demhane mi dersiniz, artık nasıl görürseniz buraya yazın içinizdekileri. Zıt kutuplar çeker de birbirini, yeter ki ahenk olsun. Bir bakmışsınız biriyle sürtüşerek deşarj olmuşsunuz, kimisiye kaynaşarak. Bakın mesela, Yılmaz Beyin bu gönderdiği şiir gibi, çayını koyup uzun uzun demlenebilirsiniz de benim gibi belki bir telli kavağın hikayesiyle. Teşekkür ederim yeniden Yılmaz bey.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin