Ben merkez mi? (İkinci Söz Üzerine – 2)

YORUM | SEYİD NURFETHİ ERKAL

Biri hodbîn, tâli’siz bir tarafa; diğeri hudâbîn, bahtiyar diğer tarafa sulûk eder, giderler. 

Bilindiği üzere farsçada hod-benlik, bin-bakmak manalarına gelmektedir. Geniş anlamda “hodbin”; yalnız “kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir” (Sözler, s. 519) kişi demektir.

Bakışını Hakk’ı bilmeye yönelik ayarlamış olan hudabin ise “mevcudâtı kendileri hesâbına hizmetten azlederek, Fâtır-ı Zülcelâl hesâbına istihdam edip, esmâ-yı hüsnâsının mazhariyet ve aynadarlık vazifesinde istimâl ederek, mana-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup, huzûr-u dâimîye girmek(le) her şeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bul(an)” (Sözler, s. 521) kişidir.

Hodbîn adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbîn olduğundan; bedbînlik cezası olarak, nazarında pek fenâ bir memlekete düşer. 

Hodbin, yalnız “kendini görür” yani bakışını kendi benliğine odaklamış egosantrik/benmerkezci kişilik demektir. Hodbinliğin neticesi hodgamlık ve hodendişlik ise yalnız kendi keyfine, rahatına yönelik kazancı ve kaybını düşünen egoist/bencil karakteri tarif etmektedir. Bu karakterin sabit psikolojisi ise bedbinlik yani pesimist/kötümserliktir.

Ego/Ben’in merkeze alınması tabi, gerekli ve mecburidir. Boş bir kâğıtta alt, üst, sağ, sol, ön, arkadan bahsedilmek için nasıl bir noktaya gerek duyulur ve yön tayin edilir o nokta referans alınır aynen öyle de şuur için olmazsa olmaz olan zaman mekân oryantasyonunda merkez nokta olarak benin alınması birey için olmazsa olmazdır.

Çocuklarda iki ile yedi yaş arasında farklı seviyelerde mutlak sübjektiflik eseri görünen egosantrik tavır bize insan tabiatına dair esaslı ipuçları vermektedir. Varlığı vahdeti algılayışın parçalandığı, bir anlamda tılsımın bozulduğu bu kritik eşikte eşyanın kodlanma şekli ileriki hayat adına belirleyicidir.

Çocukça bir safiyet içinde rasyonel akılla çatışan ve çatıştıkça öğrenen bu dönemde çocuk her şeyi ve her olayı kendisi üzerinden okur. Oyuncağının rengini soran telefondaki babasına “görmüyor musun kırmızı” diyerek kızması veya saklambaç oynarken gözünü kapamakla kimsenin kendisi görmediğini kabul etmesi çocuğun subjektif aklının bilindik örnekleridir. Bu devredeki egosantrik akla göre “Yeni aldığı çizmelerini giyebilmesi için yağmur yağmıştır.” Yine finalist/sonuç-sebep ilişkisine bağlı çocuk aklına göre “Sevdiği çiçeği sulamak için yağmur yağmıştır.” Juxtaposition diye adlandırılan ardıl olayları birbirine bağlama eseri “Düşmesinin sebebi bacağının kanaması”dır. Senkretizm’in gereği “Araba kırmızı olduğu için hızlı gidiyor” olabilir. Animizm neticesi “Sabah olunca ay ondan saklanmış”tır. Çocuk Realizm’ine göreyse isim değişince eşyanın da değişmesi gerekir ve rüyalar hayat kadar gerçektir.

Saint Exupéry belirttiği gibi “Bütün yetişkinler bir zaman çocuktu, ama sadece pek azı bunu hatırlar.” Ancak “Çocukluk gökyüzü gibi hiçbir yere gitmez”. Ama çoğunlukla bulutlu bir gökyüzü gibi gizlenir. Bulutların sıyrıldığı anlarda bu sübjektif, egosantrik akletme biçimi müspet veya menfi, çocuksu (childlike) veya çocukça (childish) benzer cümlelerle kendini gösterir.

Ahiret kendisine hatırlatıldığında “akıbeti görmeyen kör hissiyatın” sevkiyle “ben inanmıyorum ki” diyerek savunma mekanizması geliştiren inançsız insan hakkında verilen devekuşu örneği bu çocukça (childish) hodbin/egosantrik akletme biçimini çok net resmetmektedir.

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna: Avcıyı görür, uçamıyor.. başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin.. koca gövdesi dışarda, avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış görmez.” (Sözler, s. 180)

Yine kendi kendisine malik olduğu vehmine kapılan inançsız insan çocukça bir şımarıklıkla Güneş gibi devasa bir cisim hakkında “Sen bir sultansın. Kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin.” veya “Madem kendine mâlik ve sahip değilsin, bir hizmetkârsın, esbap nâmına benimsin.” (Sözler, s. 649) şeklinde bir akletmede bulunabilecektir.

Hodbin/egosantrik adamın ben merkezli endişeleri tabi olarak menfaat, zarar endeksli olmakta bu da hodgamlık, hodendişlik dediğimiz egoizmi doğurmaktadır. Egoist karakterdeki bir şahıs kendi varlığına ve menfaatine potansiyel tehdit olarak algıladığı her durumdan dehşet almaktadır. Onun için gelecek her an korku, geçip giden her an ise hüzün yüklüdür.

İnsanın bilinci ile yerleşen hayatı egosantrik dolayısıyla egoist okuma şekli “ben”in doğru veya yanlış kodlanmasına göre varlığın yüzüne kontrast renkler çalmaktadır. Bu renk bedbin/pesimist/kötümser için siyah; nikbin/optimist/güzel gören için ise parlak bir renk olmaktadır.

Felsefe, herşeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.” (Lem’âlar, 29. Lem’a)

Eşyanın orijininde Berkleyci manada mutlak bir subjektivizmden bahsedilmesi mümkün olmasa da insan, algı, eşya üçlemesi çerçevesinde mutlak bir objektivizme yer olmadığı da açıktır.

Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır.” (Münazarat) mazmununca eşyanın her insanın bakış zaviyesine göre hayal hanesinde ayrı bir yansıması mevcuttur. Her ne kadar asıl kemal mutlak anlamda “zan”dan kurtulmak olsa da güzel rüyalar görmeye yönelik olarak bedbinlikten sıyrılmak ve bakışı güzel görmeye odaklamak doğru bakış açısı olsa gerektir.

Aksi halde…

Ger hodbin isen, helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde.

Eğer hodbin ve kendi nefsine mâlik isen    Bilâ-addin belâdır gör,

Bilâ-haddin azaptır tad,        Bilâ-gayet ağırdır gör. (Sözler, s. 233)

 

Bakar ki, her yerde âciz bîçareler zorba, müthiş adamların ellerinden ve tahribâtlarından vâveylâ ediyorlar.

Evet, egosantrik ve egoist dolayısıyla pesimist bakışın esiri olarak varlığa bakan ve bu nazarın eseri bir kâinat seyreden zavallı insan maalesef kendi nazarının mahkûmu olduğunun farkında değildir. “Her şeyi çirkin, korkunç gösteren siyah gözlüğü” (Lem’âlar, 29. Lem’a) çıkarmadığı sürece bu karanlık atmosferin dağılması da mümkün olamayacaktır. Allah’a ve ahirete imanın kazandırdığı bakıştan bağımsız güya tarafsız aklın nazarıyla eşya ve hadislere bakıldığı zaman büyük balığın küçük balığı yuttuğu, güçlünün ayakta kalıp güçsüzün yok olduğu ve neticede her şeyin bütün bütün hiçliğe yuvarlandığı bir trajedi görülüyor gibi olur.

O yolda işitilen sesler, zâlimlerin gürültüleri, mazlûmların ağlayışları olduğundan umumî bir matem, o yolu kaplıyor. İnsan, insâniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftâr oluyor. Hâlbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbur olur. Ya insâniyetten tecerrüt edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahut kalb ve aklın muktezâsını iptâl etsin.” (Lem’âlar s. 144-45)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Yedi yaşına kadar çevresel etkilerle hodbin karakterin nüvelerinin ekildiği bir insan, yaşı ilerledikçe kök salan bu pesimist halden nasıl kurtulur? en azından bu hal nasıl izale edilir? Hele ki durumun vahameti kırklı yaşlardan sonra fark edildiyse reçete nasıl olmalıdır?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin