Bediüzzaman Hazretlerinin ibadet dünyası

Yorum | Cemil Tokpınar

Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinin takvası ve ibadet dünyası, zikir ve evradları, bilhassa namaz kılması çok muhteşemdi. Talebelerinin ve komşularının anlattığına göre, gece pek az uyur, sabah namazına beş altı saat kala uyanırdı. Sabah namazı vaktine kadar, evrad, zikir, dua, Kur’an ve teheccüd namazıyla meşgul olurdu.

Evradlarının başında yer alan ve yaklaşık 250 sayfa olan Hizbu’l-Envâri’l-Hakâikı’n-Nûriye’yi (Büyük Cevşeni) her gün okurdu. Ayrıca burada yer almayan Celcelutiye, Delâil-i Hayrât, Kenzü-l Arş, Hizb-i Ekber gibi evrad ve duaları vardı. Altı ayetten çıkardığı ve 33 defa tekrar ettiği zikri ise akşam ve yatsı arasında okurdu.  Ayet ve hadislere dayanarak tertip ettiği uzun namaz tesbihatını asla terk etmezdi. Sabah namazından sonraki duası ise yaklaşık bir saat sürerdi.

Onun dünyasında namazın yeri ise bambaşkaydı. Namazı vakit girer girmez, bütün zerreleri ve duygularıyla Allah’a teveccüh ederek kılardı.

Onun imandan anladığı, klâsik kalıpların dışında “canlı, hareketli, aksiyoner bir iman” olduğu gibi, namazdan anladığı da, alışılmış dua ve hareketleri ruhsuz tekrar etmek değildir. Onun dünyasında namaz, bir tevhid sembolü, bir var oluş gerekçesi, bir vazgeçilmezlik ülkesi, bütün zerrelerle Allah’a yönelişin bir ifadesi, Ona bütün yönleriyle boyun büküştür. Sanki bütün çabalar, Onun yüce huzurunda bir düğün ve bayramdan farksız olan o kudsî ve lezzetli ânı yaşamak içindir.

Onun eserlerinde işlediği iman âdeta ötelerden soluklar taşıyan bambaşka bir iman olduğu gibi, anlattığı namaz da toplumun geleneksel algıladığı anlamdan çok farklı bir namazdır.

O, hem anlattığı imanı yaşamış, hem de kast ettiği namazı kılmıştır. Onun hizmetkârlarından olan Bayram Yüksel’in şu anlattıkları, onun sanki bambaşka bir âleme girmiş gibi namaz kıldığını gösteriyor:

— Namazı çok huşû içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, Allahuekber dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalâğa olmasın, ahşap binâ sarsılırdı.

Namaza giriş tekbiri aldığında binanın sarsıldığına Mustafa Sungur, Mehmed Fırıncı gibi birçok talebesi de şahit olmuş ve anlatmıştır.

Yine onun ilk talebelerinden olan Molla Hamid Ekinci’nin anlattıkları da, onun kıldığı namazın bizim bildiğimiz namazın dışında bir namaz olduğunu gösteriyor:

— Arkasında kıldığım namazdan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehâbet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize: “Namazın sonundaki tesbîhat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.” Hazin bir sadâ ile bizden çok ağır tesbîhat yapardı. “Sübhanallah” derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşû içinde kılana rastlamadım. “Lâ ilâhe illâllah” diye tesbîhata başladığı zaman, eğer yanında bir tarîkat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.

Yine onu Denizli’de iken ziyaret eden Hilmi Arıcı ismindeki bir zat, onun namaz kılışını şöyle anlatıyor:

— Akşam namazı olunca beni çağırdı. Akşam namazını beraber kıldık. Namaza başlamasını tarif etmek zordur. Duyarak, yaşayarak namaz kılıyordu. Ben cemaat oldum, sonra dua etti. Yatsıyı yine arkasında kıldım. Sabah namazına yine çağırdı. Bu namazlarda bambaşka bir heyecan duyuyordum. Namaza başlarken sanki kemikleri çatırdıyordu.

Bayram Yüksel’in anlattığına göre, namaz vaktine çok dikkat eder, namazlarını tam vaktinde kılardı. Meselâ, Isparta’dan gelirken Emirdağ’a beş dakika sonra varılacak olsa bile, Üstad saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, karlar üstünde de olsa hemen namazı eda ederdi. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazı vakit girer girmez kılardı. Üstad, bunun hikmetini şöyle anlatırdı:

– Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu şundan anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde İslâm âlemi denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla büyük bir cemaat namaz kılıyor. O cemaatte her bir adam bütün cemaate dua ediyor. “İhdine’s-sırata’l-müstakîm (Bizi doğru yola ilet)”  diyor. Her biri umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı olur. O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesini alamaz. Kaynayan mirî ve askerî kazanına karavanasını götürmeyen, yemek hakkını alamadığı gibi, bu büyük cemaatin manevi mutfağında kaynayan manevi erzakını alamaz. Belki namaza iştirakle o cemaatin ordusuna katılmış olmakla ve dualarına âmin demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir.

Bediüzzaman Said Nursî, ibadetle ve münacatla meşgul olurken, saatlerce diz üstüne otururdu. Bir gün bu şekilde oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Talebesi olan Molla Resul’e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söylemişti. Molla Resul ateş yakmakla meşguldü ve Bediüzzaman’a dönerek:

– Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı, demişti.

Bediüzzaman da ona şu cevabı vermişti:

– Molla Resul! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya…

Namaz aşkından dolayı birçok olağanüstü olay yaşamıştır. Gençlik döneminde, bir iddiadan dolayı jandarmalar eli kelepçeli olarak götürürlerken namaz vakti gelmişti. Namaz için izin verilmeyince Besmele çekip kelepçeleri açmış, askerlerin şaşkın bakışları arasında namazını kılmıştı. Yıllar sonra bunun hikmetini anlatırken büyük bir tevazuyla, “Olsa olsa, namazın kerametidir” buyurmuştu.

Bediüzzaman, iman ve Kur’ân’a yaptığı hizmet sebebiyle Denizli hapsinde yatıyordu. Halk onu birkaç kez çeşitli camilerde sabah namazında görmüştü. Savcı camide görüldüğünü işitince hapishane müdürüne hiddetle:

– Bediüzzaman’ı sabah namazında dışarıya, camiye çıkarmışsınız, dedi.

Hemen bir araştırma yapıldı. Hapishaneden dışarıya kesinlikle çıkmadığı anlaşıldı.

Benzer bir olay, Eskişehir Hapishanesi’ndeyken de yaşanmıştı. Bir cuma günü, hapishane müdürü, kâtip ile otururken bir ses duymuştu:

– Müdür Bey! Müdür Bey!

Müdür sesin geldiği yöne baktığında Bediüzzaman ona yüksek bir sesle:

– Benim mutlaka bugün Ak Cami’de cuma namazında bulunmam lâzım, dedi.

Hapis şartlarında böyle bir isteğe şaşıran Müdür Bey:

– Peki, Efendi Hazretleri, diye cevap verdi.

Kendi kendine, “Herhalde Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilemiyor” diye söylendi ve odasına çekildi.

Öğle vakti, Bediüzzaman’ın gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemeyeceğini izah edeyim düşüncesiyle Üstadın koğuşuna gitti. Koğuş penceresinden bakınca Bediüzzaman’ı içeride göremedi. Hemen jandarmaya sordu. Jandarma da şaşırmıştı:

– İçerideydi, üstelik kapı da kilitliydi, cevabını verdi.

Bunun üzerine müdür derhal camiye gitti. Bediüzzaman’ın birinci safta, sağ tarafta namaz kıldığını gördü. İnanamadı. Namazın sonlarında Bediüzzaman’ı yerinde göremeyince şaşkınlığı iyice artmıştı. Hemen hapishaneye döndü. Hücresinde Hazret-i Üstadın “Allahuekber” diyerek secdeye kapandığını görünce hayretler içinde kaldı.

Namaz, zikir ve duayı eserlerinde öylesine güzel anlatmıştır ki, okuyanın etkisinde kalmaması imkânsızdır. Çünkü, yaşadıklarını yazmıştır. Onun eserlerinde bütün haşmetiyle anlattığı namaz, kendisinin kıldığı kemâl manadaki namazdır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o nasıl namaz kılmışsa öylece yazmış; nasıl yazmışsa o şekilde kılmıştır.

Yakın talebelerinden Mustafa Sungur ise, onun namazını şöyle anlatıyor:

“Üstad’ımızın namazı, namazdaki heybeti, huzuru ve huşûu ise bambaşkadır. Biz onu ifadeden aciziz. Onun namazdaki nihayetsiz tecelliyâta mazhariyetinden hissettiğimiz, milyarda bir dahi olmaz. Evet, namaza duruşu, tekbir alışı, ellerini bağlayışı ve Cenab-ı Hakk’a dua ve tezellülü, Fatihayı kıraati, Fatihanın her bir kelimesini teker teker, cümle cümle ve bütün meratibi ile okuyup hissetmesinde ve dergâh-ı İlahiyyeye takdim etmesindeki vüs’at, külliyet ve ulviyeti, bizim gibilerin beyanına gelemez. Hele namaz teşehhüdündeki ‘Ettehiyyat’ kelimat-ı mübarekesini Cenab-ı Hakk’a takdim ederken, sanki bütün kâinatı, ruhunun eline alıp arz etmesindeki kudsiyeti ifade edilemez. Yalnız bu hususlara dair On Beşinci Şua’da ilm-i İlâhî mebhasinde ve sair risalelerde uzun izahat vardır. Aynı zamanda, Nur Âleminin Bir Anahtarı risalesinde de izahlar yapılmıştır. Bu gibi âsarından ve Üstad’ımızın hâl ve tavrından kat’iyyen anlaşılıyor ki o, müstesna bir tecellîye mazhardı. Hatta en ileri talebelerinde görünen hâletler, Üstad’ımıza nisbetle çok cüz’î kalır. Hele geceleyin 4-5 saat meşguliyeti müteakip dua vaktinde, kâinat mümessili ve Sahibi-i Arz ve Semavat’ın arz üzerinde en nuranî bir halife-i arzı olduğu aşikâr belli olurdu. Onun dış âleme taşan, insanlara kurtuluş reçetesi sunan azim şahsiyetinden başka bir kudsî ubudiyet, zikir ve tefekkür hâli vardı.”

Bütün büyükler gibi, Bediüzzaman’ın namazdaki hâlleri de tatlı bir hikâyeden ibaret olmamalı, bizi derinden etkilemelidir. Onun marifetullahta ve namazda terakkisi gösteriyor ki, yaratılış gerekçemiz olan bu iki alanda ömür boyu çalışmalıyız. Adeta bir merdivenin basamaklarını tırmanır gibi iman ve ibadette yükselmeli, evrad, ezkar, dua ve namazda sürekli terakki etmeliyiz. Bilhassa hiçbir engel tanımadan tavizsiz bir namaz kılmalı, tadil-i erkân ve huşuda devamlı yücelmek için çırpınmalıyız. Çünkü Üstad Hazretlerinin de dediği gibi, “Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin